23 Şubat 2014 06:00

Şapkalı O* Çocuğu bu kez güldürmedi

İkinci Kat uzun zamandır yerli metinler oynuyor. Daha çok politik ve gündelik oyunlar oynayan ekip, Şapkalı O* Çocuğu’nu da, yabancı metin olsun diye değil ama bir komedi metni olması nedeniyle seçmiş. Broadway’de gülmekten kırıp geçiren oyun, Bedir Bedir’in yönetmenliğinde sulu zırtlak komediden geçip, “Güldürmeyi de başaran” bir oyun haline gelmiş.

Şapkalı O* Çocuğu bu kez güldürmedi
Paylaş

Devrim ACAROĞLU
Çağdaş GÜNERBÜYÜK


İkinci Kat uzun zamandır yerli metinler oynuyor. Daha çok politik ve gündelik oyunlar oynayan ekip, Şapkalı O* Çocuğu’nu da, yabancı metin olsun diye değil ama bir komedi metni olması nedeniyle seçmiş. Broadway’de gülmekten kırıp geçiren oyun, Bedir Bedir’in yönetmenliğinde sulu zırtlak komediden geçip, “Güldürmeyi de başaran” bir oyun haline gelmiş. “Ağlatmadığına dua edin” demek daha doğru olabilir hatta. Oyun 5 bağımlı karakterin hayata tutunma hikayesini anlatıyor. Her dramatik metinde komedi, her komedi metninde dramatik unsurlar olduğunu söyleyen yönetmen, metni aynı da olsa oyun, sen nasıl bakarsan öyle oluyor diyor. Belki de çağımızda geçen hiçbir hikaye, -sadece güldürmeyi bile hedeflese-, modern insanın yalnızlığını, tatminsizliğini ve derin çelişkilerini ıskalayamıyor.
Şapkalı O* Çocuğu’nun Yönetmeni Bedir Bedir ve Oyuncular Evrim Doğan ile Murat Mahmutyazıcıoğlu’yla oyunun serüvenini konuştuk.

Broadvvay’de kapalı gişe oynanmış bir oyun ama biz onu pek hissedemedik. Sanki sizin çizginizde bir oyun gibi düşündük izleyince. Biraz kafamız karıştı açıkçası…
Evrim Doğan:
Oyunu ilk okuduğumuzda çok beğendik, güldük, eğlendik ama derinine inince hiçbir karakterin o kadar komik olmadığını, altta bir yerde ciddi dramatik hallerinin olduğu gördük.
Bedir Bedir: Aslında bu oyunun anlatmaya değer hikayesi de burası. Oyun komedi mi değil mi? Metni okuduğunda sulu zırtlak, nerdeyse farsa yakın bir oyunla karşılaşıyorsun. Broadway’de sahnelenen örneklerinden birkaç fotoğraf da falan görünce “tamam” dedik, bu “Kaynanam Nasıl Çıldırdı” tadında, kapıların açılıp kapandığı, kayarak yere düşülebilen bir oyun. Oyuncu seçme aşamasına geldiğimizde, metni gönderdiğimiz, okuma yaptığımız oyuncu arkadaşlarım, “hadi oynayalım da bu bir şey anlatmıyor ki” dediler. Okumalar devam ettikçe ise…
Evrim: Eyvah dedik. Bir komedi oynayacağız ama komedi de değil. Çehov oyunları gibi.
Bedir: Ben şahsen hiçbir oyunun sadece dramatik ya da sadece komedi olabileceğini düşünmüyorum. İyi bir yazarsa, yazdığı karakterler azıcık gerçeğe yakınsa o komedi içinde muhakkak dramatik bir şeyler barındırıyordur. Chaplin de komedi yapar ama hikayeleri acayip trajiktir. Bunda da yavaş yavaş onu keşfetmeye başladık. Daha doğrusu, “Ulan bu kadar da sulu zırtlak olmasın, azcık neresine dokunabiliriz dediğin zaman karakterleri incelemeye başlıyorsun. Bir bakıyorsun ki aslında karakterler kendi dünyalarında hiç de öyle komik değiller.

Sahnesi, repliği olmayanları da sahnede gördüğümüze göre, reji tercihi de buna katkı sağlamış gibi…
Murat Mahmutyazıcıoğlu:
Evet, sahnesi olmayan oyuncular, yalnızlıklarıyla sahnede kalmaya devam ediyor.  Metin komik ama metinde olmayan, deşildikçe ortaya çıkan bir dram var. Sahnede yalnız kalıp kimseyle iletişimde olmadığımız zamanlar hem bizim hem de seyirci için metnin iki tarafını keşfetmek adına çok güzel. Açıkçası ilk başta o yalnızlığı oynama kısmı beni zorlamıştı. “Ne yapıyorum ben?​” diye düşünüyordum. Anlamaya başladıkça karakterleri de tip olmaktan çıkarıyor. Evet bu adama şu anda gülüyoruz ama  biraz önce o yalnızdı ve hiç mutlu değildi.

Güldürüp kaçmıyorlar…
Murat:
Aynen. Zaten sadece güldürmeyi tercih etmezdik herhalde. Bizim çok öne çıkarmadığımız bir göçmen hikayesi var oyunda. Bu karakterlerin hepsi Portorikolu. İspanik dediğimiz tipler. Burada bir karşılığı olmadığı için es geçtik. Ama Amerika’daki seyirci bir kodla gidiyor oyuna. Seyirci ne kadar gülse de aslında alttan alta bir tutunma hikayesi olduğunu biliyor ama burada tutunma halini ortaya çıkarmak için keşfetmemiz gerekiyordu, ettik de. (gülünüyor)
Bedir:  Aslında oyunu beşe bölüp her bölümü Jackie’nin bir sebeple tokat yemesiyle bitirmeyi düşünüyordum. Bu tekrarlanan tokatlar seyircide bir komedi durumu yaratacaktı. Ama baktım ki yediği tokatlar komik değil. Aldatıldığını öğreniyor mesela, bunun neresi komik? Şunu kavradık, bu adam toparlanmaya çalıştıkça batan bir karakter. Oyun iki yıl hapiste yatıp çıkan uyuşturucu bağımlısı Jackie’nin yeni bir iş bulması ile açılıyor. Tam ilk defa adam yırtacam galiba dediği anda sekizinci sınıftan beri birlikte olduğu sevgilisinin onu aldattığını öğreniyor. Dakka bir çelme yiyor. Düşe kalka düşe kalka gidip sonunda yığılıyor. Böyle bakarsan bunlar komik değil, dolayısıyla seni dramatik tarafa yönlendiriyor. Seyirci üçüncü sahne sonunda gülmekten sandalyeden düşer diye hayal ediyordum. Fakat prömiyerden bir hafta önce oyun bizim bu deşmelerimiz yüzünden 2 buçuk saat süren ağır dramatik bir oyun haline geldi. (gülünüyor) Jackie artık hüngür şakır ağlıyor ve ağlatıyordu.  

Metin aynı değil mi sonuçta?
Bedir:
Tabii…  Hem ağlatabilir hem de güldürebilirsin. Bu hemen her metinde mümkündür aslında. Her oyun sen nasıl bakarsan öyle oluyor. Komedi diye yola çıktığımız oyun ağlatınca bunu dengeleyelim istedik sonra. Ortasını bulmak için oyunun ritmini hızlandırdık ve bu sırada oyuncularımın kafası yandı (gülünüyor). Ünal bir gün dayanamayıp “Napıyorsun abi bir karar ver, başlarım böyle işe, güldüreyim mi ağlatayım mı” diyen uzun bir tirat attı bana. Konuşmasını bitirince “Tam şu an yaptığını yapmanı istiyorum” dedim. Söyledikleri çok ciddiydi çünkü Ünal’ın, küfrediyordu… ama biz samimiyetinden dolayı ona gülüyorduk. 

KÜFRÜN ÇOK OLMASI OYUNA ÖZGÜ

Küfür sevenler için sınırlarını deneyebilecekleri bir oyun değil mi bir yandan?
Murat:
Küfrün çok olması biraz oyuna özgü bir şey. Orijinali tamamen küfür üzerine, adeta bir tekerleme hali alıyor. Karakterlerin İspanik olmasından kaynaklı bir dili var. Bu aslında küfrü azaltılmış bir versiyonu. Ama bu eleştiriyi duydum birkaç kez. Acaba oyunun konusuna yabancılaştırıyor mu bu durum gibi. Ama bu insanlar böyle… Özel bir tercih değil. Küfür edilmeyen oyunlarda da oynuyoruz. (gülünüyor)
Geçen sene DT’de Martin McDonagh’ın, Inishmore’lu Yüzbaşı’sı oynanıyordu. İrlandalı yazarın, erkek erkek, çok sert ve küfürlü bir dili vardır. Küfrü tercih etmemiş Devlet Tiyatrosu tabii. Bu yazara çok büyük bir ayıp olmuş oluyor. Adam bir şey anlatmaya çalışıyor, küfürle rahatsız etmeye çalışıyor.

KENDİ HAYATINI BAŞKASININ DENEYİMLERİYLE ÇÖZEMEZSİN

Oyunda Jackie kişisel gelişim kitapları ve rehberlik müessesesi ile “topluma kazandırılmaya” çalışılıyor. Kişisel gelişim kitapları çağımızın kutsal kitapları mı oldu, ya da rehberlik bir tür Mesihlik falan.
Bedir:
Aslında oyunun ana cümlesi o. Ralph ve Jackie’nin artık maskelerini bir tarafa bırakıp hayat felsefelerinden bahsettikleri bir bölüm var. “Karımla neden yattın?​” Diye soruyor Jackie, “Çünkü yapabiliyordum” diye yanıtlıyor rehberi Ralph. “Karımla yatmak istersen yat ama haberim olmasın” diyor. O gün bırakıyor rehberi Jackie. Çünkü o yapamıyor. Çünkü o başka biri. Ralph felsefesini bir kitaptan almış ve rehberlik yaparak başkalarına iletiyor, o da ne kadar o felsefenin insanı ayrı konu. Bu hizmeti verdiği insan, “Ben kendi başıma altından kalkamıyorum hayatın” diyor. Çağımızda herkes bu yalnızlığı; telefon, İnternet, tango kurslarıyla falan gidermeye çalışıyor. Bütün bunlarla sosyalleştiğini sanıyor. Son yıllarda daha çok okunmuyor mu; Aşkın Ömrü Üç Yıldır, Hayatı Siktiret, Kendini İyi Hissetmenin 100 Yolu gibi kitaplar… Oyunda, “449. sayfayı oku, yaşa, öğren, mutlu ol” diyor. Yapmaya da çalışıyor Jackie ama patlıyor tabii sonra, “Ben bu olduğum için böyleyim” deyip çıkıyor işin içinden. Kendi hayatını başkasının deneyimleri üzerinden çözemezsin ki zaten, tabii patlar. Belki hiç sorgulamaz ve kendini acayip kandırabilirsen o kitaplar işe yarar, ama Jackie’de yaramıyor.
Murat: Kişisel gelişim bana daha çok sistemle barışık yaşamayı öğütleyen, özgürlüğün sadece bireysel bir yerden olabileceğini söyleyen abuk subuk bir şeymiş gibi geliyor. Adam Ferrari’sini satmış dağa gitmiş.. Eee tamam da bu bir kişinin hikayesi. Bundan kimse faydalanamaz, bu bir hikaye, bir yol değil.
Evrim: İçindeki Sanatçıyı Bul’lar var mesela. Bayağı oturup ödev yapıyorsun evde. Çağımızın çözemediği bir tatminsizlik var ya, özgürlük sandığı şey aslında başkasına benzemek.

Amerikalı Yazar Stephen Adly Guirgis’in geçtiğimiz sezon Broadway’de kapalı gişe oynayan oyunu, şimdi Ezgi Erdoğan’ın çevirisi ve Bedir Bedir’in yönetiminde İkincikat-Karaköy’de. Oyunda Evrim Doğan, Ünal Yeter, Hakan Atalay, Esra Dermancıoğlu ve Murat Mahmutyazıcıoğlu oynuyor. Şapkalı O* Çocuğu ayda iki Pazar ve her hafta Salı izlenebilir.

ÖNCEKİ HABER

‘Taslak yeni bir saldırının parçası’

SONRAKİ HABER

Venezuela çatışıyor; Ya ne olacaktı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa