23 Şubat 2014 06:00

Zimbabwe’de özgürüz

Ayşen GÜVEN

Kısa filmlerde oyunculuk hayatına başlayan İşler Güçler dizisindeki muhteşem üçlüden biri oyuncu Sadi Celil Cengiz ile şair, esnaf ve gönül adamı Çetin Tankoç Zimbabwe’den sesleniyor! İkili bir radyoda başladığı eleştirisi de esprisi de bol radyo programına artık Netd’de devam ediyor. Görüntülü yayına geçen ikiliyle çekirdek çitleyip, dizi izler gibi aslında tıpkı onların programında olduğu gibi bir söyleşi yaptık. “Zimbabwe’den Sevgilerle” programını, neden kilometrelerce uzaktan seslendiklerini, seçimleri, geçimleri konuştuğumuz söyleşimiz vergiden muaftır. Gönül rahatlıyla çayınızı alıp, aramıza katılabilirsiniz.

Zimbabwe’den yapıyorsunuz?
Sadi Celil Cengiz:
Çünkü...
Çetin Tankoç: Vergiden muaftı.
Sadi C.C.: Valla Zimbabwe’de özgür hissediyoruz kendimizi. Konuşmak istediğimiz konular açısından da daha rahatız. Öte taraftan kurduğumuz dil de kendi içinde bir yabancılaştırma getirdiği için mekan olarak da yabancılaştırmaya ihtiyacımız vardı. O nedenle Zimbabwe’den. Ayrıca Zimbabwe, Afrika’nın batı tarafından en çok haksızlığa uğramış coğrafyalarından biri. İşte vicdan borcu diyelim.
Çetin T.: Sadicim, Zimbabwe başbakanı açıklamalarında seni yalanlıyor. Batıyla hiçbir meselemiz yok, bilakis eşit hukuka tabiyiz, diyor.

Zimbabvve insanın aklına gelecek ilk on ülke arasında bile değildir. Bu kadar fikir sahibi olmadığımız bir coğrafya hakkında siz bir sürü şey öğrenmiş olmalısınız?
Sadi C. C.:
Aşırı çalıştık. En başında Zimbabwe’nin temel sorunları dahil oraya dair birçok şey hakkında konuşuyorduk. Ama dilimiz çok ironik olduğu için o mevzulardan bahsetmek biraz hafif kalmaya başladı. Yoksa hani bir coğrafyanın ismini sırf orijinalliğinden dolayı sömürerek mizah çıkarmaktan ziyade oranın dokusuna değen bir şeyler yapmak istedik. Biraz yaptık ama Zimbabwe’den haber akışı da sınırlı olduğu için şimdilik bir ulusal marş, bir bayrak ve sayın devlet başkanımız, ulu liderimiz, önderimizden bahsedebiliyoruz, o kadar.
Çetin T.: Bizim ülkemizde bilhassa gerçeklik çok katı, oynanamıyor. Zimbabwe’yi seçerek o gerçekliği de yumuşattık. Türkiye’den yeni bir kavramla ortaya çıksak çok sınırlı alanlarda çalışmak zorunda kalacaktık. Zimbabwe olunca istediğini söyleyebiliyor, daha geniş bir alan kullanabiliyorsun.
Sadi C. C.: Tabii bir de şu var; Türkiye’de en büyük tepkiler genelde sembollere gösterildiği için biz o sembollerden kendimizi kurtarıp, sıcak bir kitleye hitap etmek istiyoruz. Atıyorum bayrak sembolünü eleştirmek için bir sürü argüman bulabilirsiniz. Ama mesela bunu bu ülkenin bayrağıyla yaparsanız bir sürü şeyi tetiklemiş olursunuz. Halbuki bayrak denen şeyin aşağı yukarı denk geldiği yer hemen hemen aynı bütün dünyada ve bence bununla alay edilebilmeli. Ama bunu Zimbabwe bayrağıyla yapabiliyoruz.

Peki, biriniz esnaf, biriniz memur... Nasıl keşişti yollar, bir radyo programında buluştunuz?
Sadi C.C. :
Ben bir kısa film çekecektim. Bilal Çaşlı, programın edebiyat danışmanı, her hafta bize telefonla bağlanıyor. İsmi geçerse seviniriz. Bana Freud lazımdı, dedi ki “benim bir tanıdığım var Freud’a çok benziyor, akrabam olur”. Karşılaştık işte, baktım bir şeye benzemiyor.
Çetin T.: Çarpım tablosunu sonradan öğrendiğim için ne kadar zaman oldu hesaplayamadım. İşte o gün bugündür de görüşüyoruz.

Artık radyodan internet televizyonuna geçtiniz. Görüntülü yayında nasıl geçiyor program?
Çetin T.:
Bence görüntülü daha iyi ve rahat aslında.

HER ŞEYE ANLAM YÜKLERSEN...

Kamerayı sevmişsin anlaşılan.
Çetin T.
: Evet sevdim doğrusu. Ses olarak kaldığımızda daha çok anlam yükleniyordu. Ben anlamsızlığa inanan biriyim. Her şeye anlam yüklersen o zaman hayat çekilmez olur.
Sadi C.C.: Bir de radyoda yalnızca sesimizi duydukları için yaptığımız şeyin ironik olduğu da dinleyicilere tam geçemeyebiliyordu.
Çetin T.: Benim sesimin mesela makine marifetiyle bu hale getirildiği sanılıyordu.
Sadi C.C.: Hem şimdi görselliği de kullanıyoruz. Sadece ses ve mimikler açısından söylemiyorum; masa, sembol, bayrak. Şimdi bütün o atmosfer bizim ironik bir şey yaptığımızı anlatıyor.
 
Zorlukları ya da dezavantajları oldu mu?
Sadi C.C.:
Şöyle zorlukları var tabii; canlı yayın yapıyoruz; daha dikkatliyiz, bir tık yumuşuyor dilin otomatik olarak.
Çetin T.: Oradan şikayetçiyim. Mesela amatörlüğün getirdiği rahatlık, dilini gevşek kullanma falan kalktı şimdi. Daha disiplinli olmak zorunda kalıyorsun, kimseye hakaret etmemeye çalışıyorsun.
Sadi C.C.:  Zaten hakaret etmeyelim de, hukuki sonuçlar doğuracak şeyler söylememeye dikkat ediyoruz..
Çetin T: Düşünsenize dilin en büyük zenginliği argodur ama kullanamıyoruz. Toplumumuz bu konuda çok sert, hemen kişiliğe hakaret oluveriyor. Ben de amma şikayet ettim toplumdan.
Sadi C.C.: Yine başın belaya girecek.

EN ZORBA İKTİDAR EBEVEYN SİSTEMİ

Sizin derdiniz toplumla mı?
Sadi C.:
Benim değil.
Çetin T.: Kimseyle derdim yok benim.

O zaman derdiniz iktidarla mı?
Çetin T.:
Bir açıklama getireyim, gene başım belaya girecek.
Sadi C.C.: Tüm iktidarlar yıkılır de.
Çetin T.: İktidar aslında önce ikili ilişkiden başlıyor. Ben siyaseten tepedeki iktidarı umursayan biri değilim, ideolojik tutumum öyle. Çünkü suya atılan taş gibi iktidar genişler, önce birebir ilişkiden sonra ebeveynlerle olan ilişkiden sonra mahalleyle toplumla en son da tependeki devletle. Mesela Türkiye’nin ebeveyn sistemine bak, bence en zorba iktidarlardan biridir.
Sadi C.C.: Bence bizde meseleler ilk elden devlete havale ediliyor. Belki de bu çok merkeziyetçi bir devlet anlayışı olmasından kaynaklanıyor. Ben bunun biraz kolaycılık da olduğunu düşünüyorum. Hayatımıza temas eden iktidar mücadelelerini erteleyip işte pop olanın arkasına eklemlenmek çok kolay geliyor.
Çetin T.: Mesela askerlik kurumu sence devlet mi bunu çok yüceltiyor, yoksa bizim ebeveynlerimiz, komşularımız mı? Bunu kim daha çok formüle ediyor? 

DIŞA KAPALILIK ÇÜRÜMEYİ GETİRİYOR

Burda soruları ben sorarım. Anlaşamadığınız konular var mı? Siyaseten ya da hayata dair basit meselelerde?
Çetin T.:
Tabii, kesinlikle var.
Sadi C.C.: Var, yüzde 100 var. Sadece programda değil hayattaki ilişkimizde de öyle. Bu kesinlikle bir avantaj. Çünkü özellikle kutuplaşmanın çok yoğun olduğu yerlerde gettolaşmalar kolay oluyor. Sürekli kendine benzer insanları dinleyerek, onlarla iletişim halinde kendini dışa kapatıyorsun. Bu kapalılık yozlaşmayı ve çürümeyi de getiriyor. Bunun en kolay ve en popüler tarafı işte bir halk küçümsemesi şeklinde gelişiyor. Ayrıca biz siyasi parti üyesi de değiliz. Ben meselelere kendimce ideolojim ve vicdanım çerçevesinde bakıyorum. Onun haricinde temel insan hakları, hürriyetleri konusunda aramızda hiçbir ihtilaf zaten yok. Öyle bir ihtilaf olsa kesinlikle anlaşamayız.
Çetin T.: Bir söylem tarzı farklı.
Sadi C.C.: Söylem tarzları, gündelik siyaset, emeğe bakış. O patron ben işçiyim gibi..


KADIN CİNAYETLERİ, İŞÇİ ÖLÜMLERİ.. HİÇ DEĞİŞMİYOR

Özellikle Gezi’yle ayyuka çıkan, “gündelik yaşama müdahale” edildiği, “modern hayatın yerini giderek muhafazakarlığın aldığı” söylemleri açısından doğu-batı ilişkisine dair yorumunuz ne oluyor?
Sadi C.C.:
Bütün bu tartışmalar 30 yaşında biri olarak benim hep bildiğim şeyler. Her iktidar döneminde vardı. Özellikle yaşam alanı meselesinde iktidardan çok toplumun kendi içinde bir türlü hallolmayan ve Tanzimat’tan beri ertelenmiş olan gerilimin çözülmesi gerekiyor. Çünkü bu değişen iktidarlar aracılığıyla diğer kesime baskı yapılarak çözülmeye çalışılıyor. Bence temel sorun burada. Yoksa iktidar değişse de değişmese de hiç değişmeyen şeyler var; kadın cinayetleri, işçi ölümleri yeni başlamadı. Bu çıldırtan betonlaşma süreci ve özellikle inşaat sektöründe niteliksiz ve kolay istihdam belki en çok bu dönem arttı. Sonuçta işçinin hayatına ve emeğe bakışın hiçbir dönem değişmediğini biliyoruz.


DOĞRUYOL’CULARIN, ANAP’ÇILARIN KAHVE MUHABBETİ GİBİ

Programın gündemini nasıl belirliyorsunuz? Öncelikleriniz neler oluyor?
Sadi C.C.:
Temel olarak o dönemin siyasi konjonktüründe ne varsa pop olan, bununla ilgili dil olarak eleştirebileceğimiz, eğlenebileceğimiz mevzuları seçiyoruz. İşte kadın cinayeti, işçi ölümleri gibi meseleler çok riskli alanlar olduğu için onlarla ilgili ironik bir dil anlaşılmayabilir. Ben hiçbir şeyin mizahta münezzeh olmadığını düşünüyorum dünyada. Daha çok insanların kendi aralarında atışırken eğlendiği, birbirine laf soktuğu muhabbetler... Hani eskiden kahvede Doğruyol’cular, ANAP’çılar birbirine laf atarlardı ya. Demirel şöyle demiş, bilmem kim bunu demiş. Oralardan bir eleştiri yakalamaya çalışıyoruz. Sonra da spordan, magazin haberinden, yine hepsinin k32endi içinde eleştirisi olan konular buluyoruz ve öyle gündem belirliyoruz. Gündem üzerine konuşan Çetin abi olduğu için genelde gündemi o tercih ediyor. 
Çetin T.: Zaten temel eksenimiz doğu-batı çatışması. Yani batılılaşma arzusunun bu kadar şehvete erdiği bir toplumda niye hâlâ bu karikatür görüntüler ortaya çıkıyor? Onun ironik yanlarını, dram yanlarını işlemeye çalışıyoruz.

Batılılaşma karşıtı mısınız?
Çetin T.:
Ben doğu-batı ayrımı olduğuna inanmayan biriyim zaten, ama eğer varsa ki dünyada, oluyor; biz çok makus bir yerdeyiz. Hem doğu bir parçamız hem de bir parçamız batıda. Ki siyasetin bütün yelpazesi dahil buna; sosyalistlerinden İslamcılarına, gelenekçilerinden modernistlerine kadar. Herkes bir yanıyla acayip şarklı bir yanıyla acayip batıya karşı iştahlı. Bence bugün şu anda İslamcılar arasında da o tecrübe ediliyor. Aslında Batı’dan sadece enstrümanlarını, tekniğini alarak bu işin olamayacağını, o enstrümanlarla o tekniklerle ahlakını, davranış biçimlerini, duygularını da transfer ettiğini yeni öğreniyorlar. Bak nasıl politikleşti program?
Sadi C.C.: Bir örnek vereyim, şehirde sokak hayvanlarıyla ilgili yasa  hazırlanması sırasında birtakım insanlar dediler ki; efendim “köpekler insanlara saldırıyor”, “nüfusları arttı”, “Batıda böyle bir şey yok”, “Londra’nın sokaklarında köpek göremezsiniz”. Biz de dedik ki; batının ahlaksızlığını almayalım. Bence bu örnek, programda hem güncele, hem iktidara, hem batıya hem doğuya nasıl yaklaştığımızın bir çeşit özeti.


SEÇİMDEN ANCA EĞLENCE ÇIKAR

Sizin program açısından da seçim süreciyle cafcaflı bir dönem başlayacak sanırım. Malzemeniz bol olsun da siz kent ve yerel yönetimler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sadi C.C.:
Açıkçası temel mekanizmalar açısından, seçimlerle bir şeylerin değiştiğine ya da değişeceğine inanan biri değilim. Seçimlere ben hep bir eğlence gözüyle bakmışımdır. Eskiden daha eğlenceliydi, çünkü çeşitlilik fazlaydı. Doğru Yol, ANAP vardı, DSP vardı, CHP vardı, bayraklar, logolar, seçim şarkıları... Şimdi çocukluğumun seçimlerini hatırlıyorum, o bayrakları alabilmek için koştururduk, ANAP bayrağı çok değerliydi falan. Çünkü birinci oydu, biz de -ideolojiden bağımsız olarak- onun peşinde koşardık.Mesela Refah bayrağı vardı o önemsizdi, barajı geçemiyordu falan filan. İstanbul özelinde ben seçimlerin bu kentin hızla betonlaştırılması, yoksulların kent merkezinden uzaklaştırılması ya da tarihsel, kültürel dokusunun değiştirilmesi, sanat alanlarının daraltılması konusunda pek bir faydası olacağını sanmıyorum. Bence bir seçeneksizlik var. O yüzden bize seçimden ne çıkar? Anca eğlence çıkar. Biz mesela “Sarıgül’e karşı Kırmızıgül” kampanyasıyla Mahsun Kırmızıgül’ü İstanbul Belediye Başkanlığı’na davet ettik. Bu kampanya cümlemiz yeter.
Çetin T.: Bu yerel seçimlerde mesela hâlâ ferdi ya da kendi kişisel yetenekleri olan birini görmedik. Hadi ben üst siyasettekileri anlarım, ikna olacağım belki, ama bu bir kenti, bir mahalleyi yönetmeyi bile bu kadar partiselleştirmek Türkiye’nin en büyük sorunu. Terzi Fikri gibi bir örnek hiç çıkmayacak, değil mi? Niye ya AKP ya CHP diyelim ki? Mecbur muyuz?
Sadi C.C.: Kadir Topbaş’ı ya da Mustafa Sarıgül’ü seçemiyoruz ki ya Başbakanı ya da Kılıçdaroğlu’nu seçeceksin oldu. Bu kadar merkeziyetçilik mevzu bahis.


ÇALGI ÇENGİ 2 ÇEKİLİRSE YİNE BİR ARADA OLURUZ

Sadi merak ediliyor; Ahmet Kural, Murat Cemcirle birlikteliğiniz niye dağıldı?
Sadi C.C.: Bir üçlü algısı oluştu. İşler Güçler’de kendi isimlerimizle oynadığımız için bizi çok eskiden beri arkadaş sanmalarından kaynaklı. Başlarken bundan sonra biz hep beraber iş yapacağız diye yola çıkmadık zaten, o bir projeydi o sona erdi. Yine birlikte çalışabiliriz yani, Çalgı Çengi 2 çekilirse yine bir arada olacağız. Öyle keskin ayrılık olmadı ki birleşme gibi bir durum da yoktu.

Üretkensin vesselam. Şov programı, sinema geliyor? Keza tiyatroda ne var ne yok?
Şimdi Star TV’de “Kim O?​” diye talk show parodisi yapacağız. Büşra Pekin, Şahin Irmak ve ben 24 Şubat’ta çekimlerine başlayacağız. Heyecanlıyız, senaryolarımız hazır, provalara başladık. Cumartesileri yayınlanacak, muhtemelen mart ayında başlayacak. 28 Şubat’ ta “Sürgün İnek” diye bir filmimiz vizyona girecek. Çok geniş kadrolu bir komedi filmi. Gayet eğlenceli bir film oldu, tavsiye ederiz insanlar izlesin. Bir dönemi hatırlatmak için de önemli bir belge, belki de ilk herhalde tam bilemiyorum. Bulut Tiyatro’ yla geçen sene çalışmıştık. “Nerde Kalmıştık” oyununu çıkarmıştık. Bu sene festivale yetiştirmek üzere bir oyuna başladık. “Sürprizli Pamuklu Şeyler” adı. Ebru Nihan Celkan yazdı, geçen seneki kadrodan arkadaşlar var.

Kısa filmin olmazsa olmaz herhalde?
Sadi C.C.:
Valla hayatın içinden gerilim filmleri diye bir kısa film projem var. Yazdım, çekeceğim, çekemedik. Niye çekemedik Çetin abi?
Çetin T.: Uzun olanların yanında kısa film neye yarar ki zaten?
Sadi C.C.: Eskiden paramız yok diye çekemiyorduk ama şimdi programımız var neticede. Ordan kazandığımızı kısa filme yatıralım?

Şair ve gönül adamı olarak senin var mı başka işler Çetin Abi?
Çetin T.:
Şiiri bıraktım ben, çünkü stopajını, vergilerini ödeyemiyordum, yük oluyordu. Hazır cebimiz biraz para da gördü. Şair dükkanı kapalı şu anda. Biliyorsun devletin vergileri çok ağır.
Sadi C.C.: Gönül adamlığı vergiden muaf olduğu için devam.
Çetin T.: Her Perşembe 22:00’de, Netd’ de “Zimbabwe’den Sevgilerle’ye” bekliyoruz.

Evrensel'i Takip Et