26 Şubat 2014 21:33

İrem  KARABATAK
Ege Üniversitesi


Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır
Acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan
Karabasanlar gibi çizer kadınların yüzünü.
Nazım Hikmet Ran

Şair olmak kolay olmasa gerek ya da sözcüklerin titrek ellerine kocaman yaşamları sığdırabilen bir yazar olmak... Ama roman kahramanı olmak daha zordur. Hele ki bir romanda kadın olmak; belki de en zorudur.

Romanın ilk sayfalarında sesini çıkaramıyordu Cumagül. Toprak sahibi, varsıl bir adam olan babasının (Bay) anasına attığı tekmeler bilincinde patlıyordu bir bir. Anası artık alışmıştı her şeye. Kocasının taşlaşmış kalbini iyice kabullenmiş olmalıydı ki; Bay’ın söylediği nefret dolu her cümlenin altında bir böcek gibi eziliyor, saatlerce üzerinde dayak yediği soğuk betonda incecik akan kanının seyrini büyük bir dinginlikle izliyordu. Düşüncelerini dile getirmek için büyük bedeller ödeyeceğini biliyordu elbet. Kendini bu dünyaya ait hissedemeyen değersiz bir mahluk olup çıkıvermişti Cumagül’ün anası. Buna ‘yazgı’ dedi kimileri; katlanılası.

SOĞUK BETONDA İNCECİK AKAN KAN

Bir gün yine soğuk betonlardan incecik kanlar aktı. Aldığı darbelerden açabilseydi gözlerini Cumagül de izleyecekti elbet betonda aynı seyirde akan kanını. Saatler sonra kendine geldiğinde o ağır, iri eller yoktu üzerinde. Kocasının zalimliği yerini kaynanasının zehir zemberek, aşağılayıcı diline bırakmıştı. Cumagül susmaya devam ediyordu ve birgün geldi kucağında çocuğuyla kapının önünde buldu kendini. Açlık ve sefalet doluydu günler. Tıpkı anasının yaşadığıydı tüm bunlar. Aşağılanma, kaynanasının baskısı, dövülme ve soğuk betonda incecik akan kan... Sonu vardı elbet bunların. Ta ki, Cumagül’ün odun satmak için gittiği kasabada ilk kez gördüğü bir mitingde şu sözleri duyana kadar:

- Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip olmalıdır. Kölelik değildir bizim istediğimiz; eşit haklar ve insanca yaşam!

Bu cümleler değiştirdi Cumagül’ün ve onun gibi birçok kadının yaşamını.

Sovyetler’de sosyalizmin tohumları atılıyor o dönemde. Tulepbergen Kaipbergenov, kuşaktan kuşağa geçen kadın mücadelesinin iyi bir örneğini sosyalist gerçekçilikle kaleme almış Karakalpak Kızı’nda. O dönem Karakalpak köyündeki bütün kadınların ortak görünümüdür aslında bu; ne yalnızca Cumagül’ün ne de yalnızca anasının.

BENZER BİR ‘YAZGI’ ÖRNEĞİ

Geleneksel değer yargılarının içinde can çekişen benzer bir ‘yazgı’ örneği Yaşar Kemal’in Yılanı Öldürseler romanında da mı var yoksa?

Halil ile zorla evlendirilen Esme’ye deliler gibi aşıktı Abbas. Öyle ki; bu aşk değil miydi Halil’i oracıkta öldürmesine sebep olan? Başta Halil’in ailesi olmak üzere tüm köy için tek bir suçlu vardı: Aslında hiçbir suçu olmayan, sözde ‘aile namusu’nu kirleten güzeller güzeli Esme.

Köyde yaşayanların tarlada, kahvede, kapı önlerinde fısıltılarını duyar Esme’nin oğlu Hasan:

- Anayı öldürmek, namusu temizlemek zor. Öldürsün anasını. Anasının koynunda başkasını... Öldürecek Hasan! Hem daha çocuk, hapiste de yatmaz ya!

Bu cümleleri duydukça Esme değişiverdi Hasan’ın gözünde. Birgün avluda yakılan tandırın başında işlerken Esme, ateş aldı Hasan’ın elindeki tabanca. Hasan’ın midesi bulandı. Ama hayır, tandırın içine düşen Esme’nin alev alan saçlarının keskin kokusu değil, başlı başına toplumsal bir cinayetin iğrençliğiydi Hasan’ın midesini bulandıran. Esme’yi yaşamın gizli öznesi, Hasan’ı ise ana katili yapan koca bir cinnettir: Toplumsal cinnet.

İKİ KADININ YÜKSELİYOR SESİ

İki farklı öykü, iki aynı yanılsama: Yazgı. Biri bugün Özbekistan sınırları içinde yer alan Karakalpak köyünde, ayaz; diğeri Çukurova’nın ortasında, yangın yeri... İki farklı kadın, iki aynı var olma mücadelesi. İki kadının – ve mutlak tüm kadınların- yükseliyor sesi:

- Biz de söz sahibiyiz, biz de varız! Yaşamın her alanında saf dışı bırakılmaya çalışılsak da en ön saflardayız. Burjuva medyada ‘edilgen’ bir durumda gösteriliyoruz, oysa ki yaşamı biz yoğururuz ellerimizle. Çocuğu beşikte sallar, fabrikada tütün sarar, meydanlarda haykırır, aşka ve umuda dair şiirler yazarız biz. Bu romanların bilinmeyen kahramanlarıyız hepimiz ve hep bir ağızdan ‘ekmek ve gül’ deriz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et