Kaba saba olmak istemeyene mektup
Sennur SEZER
Sevgili Arkadaşım, sanırım gençsin. Benden örnek alacağın bir yazar/şair önermemi istemişsin. Hem günceli yazacaksın, hem kaba saba olmayacaksın (Hem de korkarım edebiyat eleştirmenleri senden hoşnutlukla söz edecekler). Biraz zor ama olanaksız değil. Edebiyat tarihimizi bilen bir yazarın böyle bir işin üstesinden gelmesi hiç olanaksız değil.
Divan edebiyatından örnek vereyim mi? Ölümü de bir şaka yüzünden gerçekleşmiş bir şair. Nedim’in çağdaşı bir şair: Osmanzade Taib. Dönemi onun kaleminden okuyunca Nedim’in bugün bile tanınıp onun adının anılmayışını anlıyorsunuz.
Önce tanıyalım:
Osmanzade Taib’in asıl adı Ahmet’tir. İstanbul’da doğdu. Divan katiplerinden Osman efendinin oğludur. Doğum tarihi bilinmiyor. Medrese öğrenimi gördü. Tezkirelerde “Dilini tutmadığı, önüne geleni hicvettiği ve huysuz olduğu için çok düşman kazanmış, birkaç defa müderrislikten atılmış, rütbesi indirilmiştir” notu var. Bu nedenle önceleri Hamdi olan mahlasını ‘Tövbe eden’ manasında Taib olarak değiştirmiştir. Halep kadılığında (1718) bulundu. III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnet düğünü için (1720) yazdığı kasidelerle bir yıl sonra şehzade İbrahim’in doğumuna yazdığı şiir yüzünden bir fermanla Melikü’ş-Şuârâ (şairler sultanı) ya da Reis-i Şairan (şairler başkanı) tayin edildi. Görevi şiirin ayağa düşmesini önlemekti. Bu görevi hak etmediği söylenir.
Mısır/Kahire (1723) kadılığına atandı. Mısır Valisi (ya da Beylerbeyi) ile ilgili bir nüktesi nedeniyle zehirlettirilerek öldürüldüğü (25 Mayıs 1724) rivayet edilir.
Behçet Necatigil onu ‘Şiirleri içinde pahalılık gibi, yangın gibi devrinin toplumsal olaylarına değinen, halk hayatını yansıtan nükteli kasideleri’ yüzünden anar. Günlük konular üzerine padişah ve sadrazama sunduğu manzum mektuplar da yazmış. En ünlü şiiri sadrazama seslenir:
“Etme ahvâl-i halkı istifsâr/Nakl idersem keder verir zirâ” yani “Halkın durumunu sorma, anlatırsam üzücü olur” diye başlar. Bugünün Türkçesiyle devam edelim: “ Odun ateş bahasına çıktı, tütsülük öd ağacı gibi dirhemle satılıyor. Kömürün tozunu bulsak, sürme diye gözümüze çekeceğiz. Gözde arpacık çıksa, insan bir torba arpa bulmuş gibi sevinecek. Sıkıntıdan yüreğinin yağı eriyen fukara, mum yerine kendisi yanıyor. Şimdi bir yağlı kapı da yok ki, bulalım açlık derdimize deva! Bal özlemi şeker fiyatından fazla. Sünnet çocuklarına bile bir parmak bal bulamıyoruz Allah Allah! Kahveyi de kendine uydurdu, nohut kavurup içiyor kibarlar. Garipler, dervişlerin başında bir külah görse, balkabağı sanarak kapıyorlar. Sabun deseler ağzımız köpürüyor. Her şey pahalandı. Sirkeden ucuz şey yok. Vebaya tutulan yoksul, koltuğunun altındaki şişliği görünce, ekmek somunu varmış gibi seviniyor... Bu yokluğun, pahalılığın sebebini anlayamadık; her taraftan zahire geliyor, liman gemilerle dolu, mahzenlerde eşya ve yiyeceklerden ayak basacak yer yok! Bu hal vurguncular belasıdır, zira ortada halkı koruyacak, durumunu izleyecek kimse yok.”
Osman Taib şiirini sadrazama ya da görevli bir vezire seslenerek bitirir. (Ama “sultanım” dediği belki de padişahtır) Seslendiği kişiyi vazifeye çağırmakla, halkı korumak için ‘vezirlik töresini” yerine getirmesini, her mala “narh’, belli, sabit bir fiyat konulması, muhtekirlerin yakalanması, halkın bu pahalılıktan kurtarılmasını ister.
Görüyorsun arkadaşım, Nedim’in anlattığı seçkin azınlığın Osmanzâde Tâib’in anlattığı ise fukara çoğunluğun dünyasıdır. Yerini, anlatımını seçersen isteğini yapmak zor değil.
Evrensel'i Takip Et