Öğrenilmiş çaresizlik
Bu sabah polikliniğe gelen, henüz 30 yaşına gelmemiş kadın hastam halsizlikten şikayet ediyordu. Tahlil sonuçları çok iyiydi, yüzündeki mutsuz ifadeyi fark edip, evde, işte, eşi, çocukları, kayınvalidesi ile bir sorunu olup olmadığını sordum...
Dr. Müberra YENİŞAR
Aile Hekimi
Bu sabah polikliniğe gelen, henüz 30 yaşına gelmemiş kadın hastam halsizlikten şikayet ediyordu. Tahlil sonuçları çok iyiydi, yüzündeki mutsuz ifadeyi fark edip, evde, işte, eşi, çocukları, kayınvalidesi ile bir sorunu olup olmadığını sordum. Evet vardı. Halsizliği on yıl önce evlenmesi ile başlamış, hastane hatane dolaşmış, hiçbir sonuç alamamıştı. Evlendiğinde kayınvalidesi üzerine baskı kurmuş, kocası ona yeterince değer vermemiş. Arka arkaya iki çocuk ve bir de üzerine ekonomik zorluklar binince kendini mutsuz hissediyor, kimse onu anlamıyor, kendini ifade edemiyordu. Ona artık yetişkin bir kadın olduğunu, evde eşine, çocuklarına, eşinin ailesine onun baktığını, onun evin belkemiği olduğunu, gücün onda olduğunu, hakkını savunabileceğini, en azından kendine söylenenlere aldırmamayı seçebileceğini söylediğimde ‘bunları fark ediyorum, ama elim kolum bağlı hissediyorum’ dedi. Sonra da ailesinin özellikle de annesinin ona söylediklerinin içinden hiç çıkmadığını ekledi. Bu anlattığım, size de tanıdık geldi mi?
YAŞAMA KARŞI ELİNİ KOLUNU BAĞLI HİSSETMEK
Hikayeyi hepimiz duymuşuzdur. İnsanların isteklerini yapmaları amacı ile eğitilen bebek filler bir direğe bağlanır, hayvan önce kurtulmak için uğraşır, uğraşır, uğraşır… Boynunda onu oraya bağlayan ipten kurtulamadığını fark ettiğinde artık denemekten vazgeçer. Büyüyüp kocaman, güçlü bir fil olduğu zaman da, tek bir hareketle kurtulabileceği boyunduruktan kurtulmak için hiçbir hareket yapmaz. Çaresiz olmayı öğrenmiştir bir kere. Öğrenilmiş çaresizlik; insanın kontrol edemediği çevre ve olaylara maruz kaldığında bu durumu değiştiremeyeceğine inanmasıdır. İnsanın çaresizliğini kabullenmesi demek, başına gelenlere razı olması demektir. Bu da özgüvenini kaybetmesi anlamına gelir. Özgüven kaybı ve çaresizliğine olan inancı kişinin değiştirebileceği olaylar karşısında bile pasif tutum takınmasına, içine kapanmasına, sosyal ortamlardan uzaklaşmasına neden olur. Yaşamının kontrolü elinden alınan, çaresizlik ve özgüven kaybı duyguları ile boğuşan insan depresyona adaydır.
Yaşamda çaresiz olduğumuz zamanlar, olaylar vardır; tedavisi olmayan bir hastalık, yakınlarımızın kaybı gibi... Bu da doğamız gereğidir. Ama öğrenilmiş çaresizlik bundan farklıdır, bizim çaresiz olduğumuza inanmamız, değiştirebileceğimiz, savaşabileceğimiz olaylar karşısında bile pasif olmamız demektir. Yaşama karşı elimizi, kolumuzu bağlı hissettmektir.
Birey olarak sorumluluğumuz, gücümüzün, zayıflıklarımızın, sorumluluk ve özgürlüklerimizin kısaca sınırlarımızın farkına varmak, kendi yaşamımızla ilgili her türlü konuda her şeyi sorgulamak. Bize dikte ettirilen inanç kalıplarına mahkum olmak yerine, yaşama önyargısız bakabilmek.
YILANIN BAŞINI KÜÇÜKKEN EZECEKSİN” EĞİTİMİ
Yaşamımızın her döneminde öğrenilmiş çaresizlik bizlere dikte ettiriliyor, gücün, kuralların karşısında sorgulamadan istenen davranışı sergilememiz isteniyor. Öğrenilmiş çaresizlik bir eğitim şekli olarak aileler tarafından tüm çocuklara, özellikle de kız çocuklarına öğretiliyor. Toplumun tüm katmanlarına sinmiş durumda. ‘Kızını dövmeyen, dizini döver’, ‘yılanın başını küçükken ezeceksin’ diyerek, özellikle kız çocukları ailenin kurallarına uymaları için fiziksel şiddet, sözel şiddet ya da çok sevilerek ve kurallara uymazlar ise ebeveyn sevgisinden mahrum olacakları tehdidi ile zorlanıyor. Bu şiddet biçimlerinden belki de en zorlayıcısı ebeveynlerin sevgisini, kaybetme korkusu. Aileler bu şekilde davranırken amaçları kötü değil, çocuklarını olumsuzluklardan, kötülüklerden korumak istiyor. Bildikleri tek yöntem ile çocuklarını eğitiyorlar. Çocuğa en ufak hatasında kız, onu sürekli suçla, toplumsal kuralları, sınırları tehdit ile öğret. Evet uyumlu, sakin, kendilerine söyleneni yapan ama bunun bedelini yaşam boyu mutsuzluk, depresyon, anksiyete tanıları ile ve bir dolu ilaçla yaşamak zorunda kalan yetişkinler olarak ödüyor çocuklar. En kötüsü de bu ailelerinde öğrendiklerini, çocuklarına aktarma olasılığı. Bu eğitim ve yönetim biçimini öğrenen çocuk büyüyünce gücün karşısında sorgulamadan çaresizliği seçerken, eğer toplumsal olarak güçlü konuma gelmiş ise bu sefer de avantajlı konumundan faydalanarak, diğerlerinin kendi isteklerini yapmasını, öğrenilmiş çaresizlik davranışı sergilemelerini istiyor. Anne ise gücü eline geçirince çocuklarının onun her istediğini yapmalarını istiyor, yönetici ise astlarının.
BOYUNDURUK ALTINDA...
Öğrenilmiş Çaresizlik kavramı Martin Seligman’ın 1965 yılında yaptığı deneye dayanıyor. Seligman 24 köpeği üç gruba ayırır ve beyaz bir kabine yerleştirir. Bu üç gruba verdiği adlar; Kaçış grubu, Boyunduruk grubu ve Kontrol grubu. Kaçış grubundakilerin bulundukları zemine elektrik şoku verir. Kaçış grubundaki köpeklerin kabinde bulunan butona başları ile basarak elektriği kesmeleri mümkün. Köpek butona basmaz ise 30 sn içinde şok kendiliğinden sona eriyor. Bu gruptakiler kısa sürede butona basmayı öğreniyor. Boyunduruk grubundaki köpekler de benzer bir kabine konuyor, aynı şiddette elektrik, aynı süre veriliyor, ama boyunduruk grubundakilerin elektriği kesen butonu çalışmıyor. Köpekler butona basmayı deniyor, ama bir süre sonra artık butona basmaktan vazgeçiyor. Kontrol grubundaki köpekler de benzer odada duruyor, fakat onlara elektrik şoku verilmiyor.
Bu öğrenme sürecinden sonra köpeklerin hepsi kısa bir çitle bölünmüş bir alana konuyor, elektrik şoku veriliyor ve çitten atlayıp, karşıya geçmeleri bekleniyor. Yapılan 10 deneme sonunda kaçış ve kontrol grubundakiler kısa çitten karşıya atlayıp, şoktan kurtulurken, boyunduruk grubundaki 8 köpeğjn sadece 2 tanesi kurtuluyor, 6 köpek çaresizce bekliyor, eylemsizliği seçiyor. Bir hafta sonra köpekler yine kısa çitli alana getirilip, deney tekrarlanıyor, sonuçta kaçış ve kontrol grubundaki köpeklerin tümü, boyunduruk grubundakilerin sadece 3 tanesi çitten atlıyor.
Ne fena değil mi?