Bir baba oğlu için başka ne yapabilir ki?
Aydın ÇUBUKÇU
Babalar ve oğullar… Bu iki kelimenin çağrıştırdığı ilk şey, masallara, romanlara, mitolojiye, psikiyatriye, hukuka ve adliye-polis sicillerine konu olmuş olan kuşaklar arası çatışmadır. En son, Şehzade Mustafa’nın televizyon ekranlarında Padişah babasının emriyle boğulmasına gösterilen hissi tepki, bir toplumsal gerçeğimizin üzerindeki örtüyü aralar gibidir. Bu kadar iç parçalayıcı sonuçlar vermese de, kuşak çatışması diyerek epeyce küçülttüğümüz bu sorunu herhangi bir biçimde yaşamamış pek az kimse vardır.
Büyük Rus romancısı Turgenyev’in kuşaklar arasındaki değişim ve çatışmayı evrensel boyutlarda anlatan romanı, kimilerince “çocukların iyi yetiştirilmesinin önemi” üzerine eğitici bir eser olarak değerlendirilmiştir. Öyle sanıyorum ki, bu daha çok oğullarından yana dertli olan babaların bazı bölümlerde kendilerine dair yansımalar bulmalarının sonucudur. Aslında Turgenyev, basitçe kuşak ayrılığı üzerinden değil, zamanın nesnel, toplumsal özellikleri ve dünya hakkında farklı algı ve ilgileri dolayısıyla ortaya çıkan farklılıklar üzerinden babalarla oğulları karşı karşıya koyar. Çatışmayı hayat hakkındaki değişik tasarımlar ve değerlendirmeler içinde gösterir. Felsefi, bilimsel, duygusal pek çok farklılık bu çatışmada rol oynamaktadır. Bu yalnızca Turgenyev’in anlattığı dönemin Rusya’sı için değil, bütün zamanlar ve bütün insanlar için böyle kabul edilebilir. Çatışan, farklı zamanlardır!
Tabii buna Freud açısından bakılınca manzara epey karışır. Kıskançlık, bastırılmış kişilik, derin ve karanlık iç dehlizlerde bunalan ruhun isyanları falan girer işin içine.
…
17 Aralık “yolsuzluk ve rüşvet” depreminin ardından gözaltına alınan oğullar babaları, acayip bir biçimde hiçbir kuşak çatışması belirtisi göstermediler. Aralarındaki dayanışma göz yaşartıcıydı. Oğullar biraz mahcup, babalar ise üzerlerine düşen akıl verme ve zordan kurtarma görevini yerine getirme telaşındaydılar… O kadar…
Sonra, artık gırgır edebiyatına öyle geçecek olan “Alo Babacım” kayıtları gündeme geldi. Oradaki tipler de, acemi oğul ve usta baba kimliklerinin süzme karşılıklarıydı. Oğul çarşafa dolaşmış bir ses tonuyla, işleri sıraya koymaya, isimleri hatırlamaya, emirleri doğru anlamaya gayret ederken, baba otoriter ve sabırlı bir biçimde onun açıklarını kapatmaya çalışıyordu.
Doğrusu her iki durumda da, baba oğul ilişkisinden çok, iş ortakları arasında görülebilecek türde az çok hiyerarşik ilişkiye benzer bir şeyler vardı. Bir işi eline yüzüne bulaştırmış oğulları karşısındaki öfkeli baba figürünü burada göremedik.
Anlaşılıyor ki, bu çocuklar aile terbiyesi almış, babalarına saygılı ve bağlı, onların sözlerinden çıkmayan iyi çocuklar. Bugüne kadar bir asilikleri olmamış, kuşak çatışması gibi anlamsız hayat sıkıntıları yaşamamışlardı. Babalarıyla konuşurken bir kez olsun göz göze gelmemiş, ellerini önlerinden çözüp arkalarına ya da ceplerine koymamışlardı. Mesela Gezi İsyanı’na da hiç karışmamış, hatta tıpkı babaları gibi orada olup bitenlerden nefret etmiş ve korkmuşlardı. Dünya algıları ve yorumları bakımından babalarına asla ters düşmemiş, onlar ne demişse onu yapmış, babaları ne düşünmüşse onlar da onu düşünmeye çalışmışlardır.
Bütün faniler sorunlar içinde bunalır bocalarken, bu seçkin insanlar babalarını ve Allahlarını üzmemek için şeytanın her türlüsünü akıllarından kovmaya çalışmışlar, kızlı erkekli gülüp eğlenen yaşıtlarına kinle ve dinle bakmışlardır.
…
İşte böyle böyle babalarının en güvendikleri ortakları haline gelmişlerdir. Elin adamlarıyla nereye kadar nasıl iş yapabilirsin ki… Ama kendi oğlun başkadır, candır, bunca yıl emek verilmiş sağlam adam yapılmıştır. Beraber çalabilir, çaldıklarını beraber saklayabilir, kimselere söylemeden, çaktırmadan babalı oğullu yürütebilirsin.
…
İşte bu noktada Turgenyev de, Freud da, ileri geri konuşan başka herkes de çuvallamıştır. Onların hesapları, hayatın ve iç dünyamızın ötesini görmüyordu. İkisinin de milyon dolarlar üzerine kurulmuş bir baba-oğul ilişkisini tahayyül etme kabiliyetleri yoktu! Her türden çatışmanın sona erdiği bir bolluk ve zenginlik ülkesini düşünemediklerinden teori üstüne teori, tahlil üzerine tahlil yapmışlardı. Oysa çözümün çok basit olduğu görülüyor: dibine kadar doyuracaksın evladını, sorumluluktan öyle bunaltacaksın ki, başka bunaltıya yer kalmayacak.
…
“Büyük irade”, her şeyi belirleyen ve yöneten BABA, onun emirlerini harfiyen yerine getirmekle yükümlü OĞUL, teslisin iki unsuru olarak yerli yerindeydi… Sosyal medyanın zeki çocukları üçlüyü KUTSAL PARA ile tamamlamışlardı. Hiçbir kutsal inancın sonuncu ayak olarak düşünemeyeceği tek şey budur. Mitolojinin de, tek tanrılı dinlerin de en yüceleri oğullarına böyle bir iyilik yapmadı… Şimdi, cennetin başka yerde değil, işte burada olduğuna yürekten inanıyorlardır. Cehennem mi? O yalnızca yoksullar için ve yine burada… Hiç mi tersine dönmeyecek bu işler? Ucunu görmüşlerdi, gerisini de görecekler.
Evrensel'i Takip Et