Taşeron uzlaşma
Taşeron çalışma bu kadar yaygınlaştıysa elbette bunun sorumlusu olmalı... Şikayetin ya da öfkenin, eğer itiraz edilecek ve değiştirilecekse de muhatabın bilinmesi şart.
Taşeron çalışma bu kadar yaygınlaştıysa elbette bunun sorumlusu olmalı... Şikayetin ya da öfkenin, eğer itiraz edilecek ve değiştirilecekse de muhatabın bilinmesi şart.
TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD gibi sermaye örgütleri, son 30 yılda taşeronlaşma başta olmak üzere esnek çalışmanın tüm biçimleriyle uygulanmasını talep eden onlarca rapor hazırladı. Hükümetlerle resmi, gayriresmi görüşmeler yaptı. Sermaye gruplarının desteklediği, kurduğu ya da kurulmasını teşvik ettiği tüm partiler; esnek çalışmayı resmi programı ilan etti.
İşte bu programın uygulanmasının sonucu bugünkü tablo ortaya çıktı: 2002 yılından itibaren taşeron işçi sayısı katlanarak arttı ve bugün resmi rakamlara göre 1 milyon 700 bini aştı. Buna rağmen sermaye hep daha fazlasını istedi. Örnek mi? İşte TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın esneklik konusundaki önerilerini ilettikleri rapordan taşeron çalışmayla ilgili küçük bir bölüm:
“Söz konusu düzenlemeler, alt işverenlik müessesesini uygulanamaz kılarak, işletmelerimizin rekabet gücünü büyük ölçüde zayıflatacak niteliktedir. Alt işveren müessesesi, küresel rekabet koşullarında üretimde verimlilik ve kalitenin artırılmasında, uzmanlık gerektiren süreçlerin gerçekleştirilmesinde, işletmelerin esneklik ihtiyacının karşılanmasında ve yeni istihdam imkanlarının yaratılmasında önemli bir işleve sahiptir.”
DÖNÜM NOKTASI
AKP, 2003 yılında yasalaştırdığı 4857 sayılı İş Kanunu ile taşeronlaşmanın yasal bir zemin kazanmasında ve hızlanmasında dönüm noktalarından birisini hazırladı. Ancak, taşeronlaşmanın AKP’yle kazandığı ivme, yasa masa tanımadı. Asıl iş, yardımcı iş, teknolojik uzmanlık gerektirme vb. tüm kıstaslar büyük oranda kağıt üzerinde kaldı. Gerçek hayat ise taşeronlaştı.
Belediyelere gelince... “Marka” kentler, rekabet eden belediyeler; sermaye gruplarını kendi mekanına çekme yarışında kenti yağmaya açarken; sadece asli işlerini taşeronlara devretmekle kalmadı, bir bütün olarak taşeronlaştı. “Bütçe başarısı”, “Giderleri azaltıp gelirleri arttırma” biçimindeki sosyal yararı reddeden tüccar kafası, siyasal rant ilişkileri, hükümetin genel politik çerçevesi taşeronlaşmayı teşvik etti. Ve bugün belediyelerde 200 bini aşan taşeron işçiler, kadrolu işçi sayısını ikiye katladı.
AKP: TAŞERONA DEVAM!
Bunun başlıca sorumlusu açık ki iktidar partisi AKP... Belki de istisnasız tüm AKP’li belediyeler belli başlı işlerini taşeronlara devretmiş durumda. 200 bin taşeron işçinin çok büyük kısmı AKP’li belediyelerde çalışıyor. Kadrolu işçiler zaten norm kadro uygulaması ile iyice azaltıldı ya da başka alanlara sürüldü. AKP’nin 30 Mart yerel yönetim seçimlerine yönelik hazırladığı seçim beyannamesi de zaten bu pratiği doğruluyor. Belediyelerde taşeron işçileri kadroya almak, taşeron işçilerin taleplerini karşılamak, insanlık dışı çalışma koşullarına son vermek, iş güvencesi getirmek, sendikalaşma önündeki engelleri kaldırmak, onları insan yerine koymak bir yana... 101 sayfalık seçim beyannamesinde, sanki taşeron işçiler, taşeron işçi çalıştıran belediyeler yokmuşçasına tek bir ‘taşeron işçi’ ifadesi bile geçmiyor. Doğal olarak hiçbir talep de yer almıyor. Binlerce kelime içerisinde sadece bir kez ‘işçi’ sözcüğü yer alıyor. O da parantez içinde ve kapanan belediyelerle birlikte bazı işçilerin hakkı yenmeden ‘sürüleceği’ bilgisini vermek için... AKP, memleket genelinde ve belediyelerde yaygınlaştırdığı taşeron düzenini, seçim beyannamesine konu bile etmeyerek, “yaygınlaştırmaya devam” mesajı veriyor...
CHP’Lİ BELEDİYELER EYLEM YERİ GİBİ!
CHP’nin 2014 yerel seçim beyannamesinin ne dediği belli değil. Çünkü böyle bir beyanname yok... Ancak tek sayfalık bir ‘taahhütname’ var. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu imzasıyla yayınlanan bu kısa bildirgede taşeron işçinin olmaması da (bildirge kısa olduğu için) olağan karşılanabilir. Bu nedenle 2009 yerel seçimlerindeki beyannameye bakıyoruz. Ama burada da taşeronun adı yok. Buna rağmen CHP’nin belediyelerde taşeron işçiliği bir dönem ciddi bir biçimde gündeme aldığını söylemek abartı olmaz. “Taşeron işçiliği kaldıracağız” sloganını iddialı bir şekilde kullandı. Hatta bazı belediyelerde taşeron işçilerin kadrolarını belediye şirketlerine aldırdı. Peki, sonuç?
Birincisi; tıpkı AKP gibi, CHP’nin yönetimde olduğu belediyelerin çok büyük bir kısmında taşeron işçilik oldukça yaygındır. Birkaç örnek gerekirse; CHP’li Maltepe Belediyesinden atılan taşeron işçiler DİSK’in 2012 yılındaki genel kurulunda kürsüye çıkan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yu konuşturmadı. CHP’li Antalya Büyükşehir Belediyesinde işten atılan taşeron işçiler, 2013 sonunda birçok eylem yaparak işe iadelerini talep etti. Aynı belediyede birkaç ay önce temizlik işçileri, aylardır ücretlerini alamadıkları için isyan etmişlerdi. İzmir’de
CHP’li Karşıyaka Belediyesinin Kent AŞ işçilerine karşı düşmanca tutumu hâlâ akıllarda... Örnekler, bu sütunların yetmeyeceği kadar uzatılabilir...
İkincisi; CHP’li belediyelerde taşeron işçiler belediye şirketlerine alınsa bile, kadrolu işçilerin çalışma koşulları ve iş güvenceleri sağlanmadığından, sorun çözülmüş olmuyor. Mesela İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde, İZELMAN ve İZENERJİ şirketlerinde çalışan Genel-İş üyesi 7 bin 500 işçinin aldığı grev kararı Yüksek Hakem Kurulu marifetiyle yasaklanmıştı. İşçiler, Başkan Aziz Kocaoğlu’yu Yüksek Hakem Kuruluna müdahale etmekle suçlamış, belediye şirketlerinde çalışan işçilerin hiçbir temel talebi sözleşmede yer bulmamıştı.
MHP’nin seçim beyannamesinde de tıpkı AKP ve CHP’ninkiler gibi taşeron işçilere yer yok... Pratik de benzer. Toplam taşeron belediyeciliği açısından fark yok.
HDP: TAŞERON İŞÇİLİĞİNE SON VERİLMELİ
Halkların Demokratik Partisinin (HDP) 2014 Yerel Seçim Bildirgesinde ise taşeron belediyeciliğine açıkça karşı çıkılıyor: “Yerel kamu hizmetlerinin piyasaya devredilmesi ya da piyasa koşullarında ve taşeron işçilerle üretilmesi süreci, çalışma düzenini ve istihdam yapısını değiştiriyor. Belediyelerin verdiği hizmetleri üreten kadrolu ve görece güvenceli çalışanların sayıları azalırken, esnek ve kuralsız, güvencesiz çalışma hakim kılınıyor.” Taşeron işçiliğine son verileceği ve taşeron işçilerin kadroya alınacağı bildirgede net bir şekilde ifade ediliyor: “HDP, yerel yönetimlerde başta taşeron işçiliği olmak üzere, esnek, kuralsız ve dolayısıyla güvencesiz istihdam biçimlerine son verilmesini hedefler. Yerel yönetim hizmetlerinin sunulmasında belediye şirketleri ve taşeron sistemine son verir. Tüm yerel kamusal hizmetlerin, yerel kamu görevlileri aracılığıyla gerçekleştirilmesini temel alır.” BDP’li bazı belediyelerde de temel hizmetler taşeronlara devredilmiş durumda. BDP’li belediyeler üzerinde, hükümetin ekonomik baskısının yanı sıra yoğun bir siyasi baskı olduğu biliniyor. Belediye başkanlarının dahi tutuklanmasından başlayarak birçok haklı ve haksız gerekçe sayılabilir... Ancak sonuç şu ki, BDP’li bazı belediyeler de, taşeron girdabına sürüklenmekte.
YENİ BİR İŞÇİ RECEP DOĞDU
Murat ÖZVERİ*
Kayıt dışı istihdam çalışma yaşamının en önemli sorunlarından birisidir. Üstelik bu saptama iktidarın, muhalefetin, bürokrasinin üzerinde tam olarak uzlaştığı ender konulardan.
Siyasetçiler kayıt dışı istihdamın vergi, SGK primi, gelir kayıplarına neden olduğundan, kayıtlı sektörün üzerinde büyük bir baskı kurarak haksız rekabete yol açtığından yakınırlar. Haklıdırlar.
Sendikalar siyasilerin bu eleştirilerine katılırlar.
İşçiler açısından kayıt dışı istihdam işçilerin güvencesizlik denizinde zorla yüzdürülmesidir deriz, haklısın derler.
TÜİK açıklamalar yapar, kayıt dışına ilişkin çarpıcı rakamlar yayımlar. Şaşar kalır, hatta ürkersiniz.
Hükümet kayıt dışıyla mücadele çalışmaları başlatır umutlanırsınız.
Biliniyor, Yargıtay, belediyelerin asli işleri olduğu için çöp toplamak, sokakları temizlemek, kent içi ulaşım gibi hizmetlerin alt işverenler aracılığı ile yaptırılamayacağına, yaptırılması halinde ise bu işçilerin belediyenin işçisi olarak kabul edileceğine ilişkin bir dizi karar vermişti. Alt işveren belediyeler için ucuz, güvencesiz işçi çalıştırmanın en etkili yolu olduğu için Yargıtayın kararları, yasa değişikliğiyle aşıldı ve alt işveren aracılığı ile ucuz, güvencesiz işçi çalıştırmaya devam edildi.
KAYNAK TRANSFERİ
Üstelik bizim sistemimizde belediyeler, sadece hizmet vermek için oluşturulmuş idari birimler değildir. Belediyeler bu hizmetleri verilirken siyasi yandaşlarına kaynak transferi yapma görevleriyle de karşı karşıyadır. Bu ikinci görevlerinin elbette yasal bir dayanağı yoktur. Hatta onlara sorarsanız herkese açık ihalelerle bu işler yapılır. Ama herkes de bilir ki her devri iktidarda, bu işleri iktidarda olanlara bir biçimde yakın olanlar yapar. Dolayısıyla belediyeleri ‘fiili uygulamalara bakarak hizmet üretirken siyasi yandaşlarına kaynak transfer etmek için oluşturulmuş kamu kuruluşlarıdır’ diye tanımlamak da mümkündür, en azından belediyelerin pratikleriyle uyumlu bir tanımlamadır.
Sözü uzatmayalım, belediyeler alt işveren ya da benzeri kurumlar aracılığı ile hizmet satın almadan var olmazlar desem sanırım abartmış olmam.
Alt işveren ilişkisinin önü Yargıtay kararları ile tıkanınca, belediyeler yasasına hizmetleri hizmet satın alma yoluyla yapabileceklerine ilişkin hüküm konularak alt işveren uygulamasında ısrar etmenin altında önemli ölçüde kaynak aktarmayı sürdürme istemi yatmaktadır.
Belediyeler asli görevlerini, örneğin çöp toplama işini hizmet satın alma yoluyla da yapabilecekler. Bu hükmün belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi anlamına gelmesine sadece değinip, belediyelerin bu hükmü nasıl uyguladıklarına bir bakalım.
İşçi Recep, yıllarca belediyede olarak çalışmış, günü gelmiş emekli olmuş, işten ayrılmış. Recep deneyimli, işi biliyor. Belediyeler ‘gel kardeşim Recep, seninle hizmet alım sözleşmesi yapalım’ diyorlar.
Tipik bir hizmet alım sözleşmesi hazırlanıyor. Bu sözleşmede Recep’in vereceği hizmeti kaç saatte yapacağı, hangi saatlerde çalışacağı, saat başına kaç para alacağı kararlaştırılıyor. Recep eskiden işçi olarak yaptığı aynı işi bu kez hizmet satan adı altında yapıyor.
Recep bu durumda işçi mi, sözleşmeye göre hayır, işveren mi, yine hayır, işçi çalıştırmıyor, Recep’in sözleşmedeki adı hizmet sunan.
Recep işçi olarak çalıştırılmaya devam etse, SGK destek primi yatırılacak, vergi kesilecek, işi yaparken kaza geçirse iş kazası olacak. Hizmet alım sözleşmesiyle çalıştırıldığında bu yükümlüklerin her birinden belediye kurtulduğunu sanıyor. Üstelik sözleşmenin bitim tarihinden sonra belediye yenisini yapmayınca Recep, işten çıkartılmış olmuyor, ondan hizmet alımı durdurulmuş oluyor. İşe iade davası, kıdem ihbar tazminatı, hepsi es geçiliyor. Kısaca Recep iş yasası kapsamının dışına atılıyor.
Bu hizmet alım sözleşmeleri sadece emekli olan işçi Receplerle yapılmıyor. Yeni işe giren onlarca işçiyle de yapılıyor. Örneğin, sokakta turuncu gömleği sırtında temizlik yapan, sizin belediye işçisi sandığınız bir sürü çalışan aslında birer hizmet sunucusu. Sigortaları yok, İş kazası geçirseler kaza sayılmayacak, Emekli olmayacaklar, hastalansalar ceplerinden karşılayacaklar. Kısaca tam olarak kayıtlı kayıt dışı çalışmanın içerisinde güvencesizlik denizinin yeni balıkları olarak yaşamaya çalışacaklar.
KALICI GEÇİCİLER
Bu işin patenti kıta ötesinde ABD de, Microsoft firmasında. Kısaca özetleyeyim, Microsoft on yıl on beş yıl ‘geçici’ adı altında işçi çalıştırıyor. Adlarına ‘kalıcı geçiciler’ denilen bu işçiler dava açıyor. Mahkeme ‘geçici’ işçi olmadıklarına karar veriyor. Bunun üzerine Microsoft tüm işçilerine işyeri açıp, işyeri numarası alarak, onları hizmet aldığı bağımsız işverenler gibi gösteriyor. Bizim belediyeler işyeri numarası alma gibi bir zahmete de katlanmıyorlar.
Şimdi manzaraya bir bakın. Bir yanda kayıt dışını engellemeye çalışan bir devlet, o devletin bir kurumu olan örneğin İŞKUR; öte yanda, yasadaki hükmü, iş sözleşmesinin kendisine getirdiği yükümlülükleri delmek, güvencesiz işçi çalıştırmak için eğip büken bir diğer kamu tüzel kişisi belediyeler.
Alt işveren uygulamasının, yine hizmet alımı adı altında bir başka kamu kuruluşu olan KİT’lerde ortaya çıktığını anımsayınca, insan ister istemez, kamunun işçiye bakışından korkmadan edemiyor.
Hizmet alım sözleşmesiyle kayıtlı kayıt dışı çalışan işçi Recepler, güvencesizlik denizine hoş geldiniz. Hayırlı işler.
* Avukat, Çalışma Ekonomisi Doktoru
‘ÇAKTIRMADAN KONUŞ ABİ’
Bugünkü taşeron hikayemiz sokaktan. Kocamustafapaşa’dan çıktık yola. Bir elinde süpürge bir elinde kürek yağmur çamur demeden sokakları temizleyen taşeron belediye işçileriyle konuşmak için. Dışarıda oldukça yoğun bir yağmur var. Üzerinde Fatih Belediyesi yazılı yağmurluklarla çalışan işçileri bulmak çok zor olmuyor. Ama konuşmak bir hayli zor. Yaklaşıyorum bir işçinin yanına... “Belediyelerdeki taşeron işçiler üzerine bir dosya hazırlıyorum. Senden de dinleyelim”. “Abi beni işten atarlar” diyerek hızla yanımdan ayrılma çabası içerisinde. Ben hafiyelik oynamaya devam ediyorum. “Çaktırmadan konuş” diyorum. “Abi başımızda çavuş var. Sürekli denetleniyoruz. Sen karşıdaki arkadaşla konuş” diyerek benden kurtulmaya çalışıyor. Ben de yolun karşısında çalışan diğer bir temizlik işçisine yöneliyorum. Ona başlıyorum derdimi anlatmaya. Ondan da aynı şeyi duyuyorum; “Abi biz sürekli denetleniyoruz. Şu an seninle konuşuyorum diye işime son verebilirler. Birileriyle konuşmamız yasak.”
‘BENİM OLDUĞUM ANLAŞILMASIN’
Ben ısrarcı oluyorum, yanında yürümeye devam ediyorum çaktırmadan. Onunla konuşmuyor gibi yaparak sorularımı devam ettiriyorum. Fatih Belediyesinde Ak Mercanlar taşeron şirketinde 5 yıldır çalışıyor. Aylık 1180 lira ücret alıyor. Ancak bu kadar öğrenebiliyorum. Hızlı hızlı uzaklaşıyor benden. Ben de röportaj yapacak işçi aramaya devam ediyorum. Çapa Tıp Fakültesine doğru yürümeye devam ediyorum. Karşıdan yine bir temizlik işçisi geliyor, elinde süpürge ve kürek yok. Bir takım kağıtlarla uğraşıyor. Ben dosyadan söz ediyorum. O da biraz korkarak “Konuşuruz tabii. Çok dert var.” diyor. Hastaneden geliyormuş. Göğsünde bir ağrıdan kaynaklı hastaneye gitmiş. O da aynı taşeronda çalışıyor. “Aldığımız para yetmiyor. Kime yetiyor ki zaten.” diyen işçinin 6 çocuğu var. 2 tanesi buraya geldiğinde okuyormuş. Geçim sıkıntısından dolayı onları okuldan almak zorunda kalmış. 700 lira kira ödüyor. Kirayı 2 ay üst üste ödeyemediği çok oluyor. Bu yüzden de sıkıntılar yaşıyor. Çocuklarına hiçbir şey alamadığını söylüyor. Diğer çocukları da tekstil atölyelerinde çalışıyor. Onlar da 700 TL ücret alıyorlar.
ekrar tekrar dönüp, “Düzgün yaz benim olduğum anlaşılmasın” cümlesini yineliyor. “Bu işten başka ne iş yapabilirim. Korkuyoruz” diyor.
HİÇ BİR GÜVENCE YOK!
Az ileride 35-40 yaşlarında bir temizlik işçisi. Aynı diyalogları onunla da yaşadıktan sonra benzer kaygılarını belirterek o da konuşmaya ikna oluyor. 3 yıldır taşeronda çalışıyor. Evli ve 2 çocuk babası. “Aldığım maaş yetmiyor. Gelir gideri karşılamıyor.” diyor. Kirası 500 TL. Aldığı ücret yetmediği için borçlarını ödemek üzere 5 bin lira kredi çekmiş. Her ay 300 TL kredi ödüyor. “Oradan alıp oraya koyuyoruz. Bizden daha kötü olanlar da var üstelik.” diyor. Çocukları seneye okula başlayacak. “Eve giderken çocuğuma bir oyuncak almak istiyorum. Onu bile alamıyorum. Birkaç ay sonra çocuklarım okula başlayacak. Hangi parayla okutacağım bilmiyorum.” Bugüne kadar sinemayı hiç görmemiş. “Bırak sinemaya gitmeyi bazen çocuklarımı alıp Eminönü’ye götürmek istiyorum, onu bile yapamıyorum. Gücüm yetmiyor. Oraya gidince çocukların istekleri oluyor.” diyor.
Evlenmeden önce eşiyle bir kere gezebilmiş. “Ondan sonra hiç eşimle bir şey yapamadık. Baba evindeyken bir şeyler yapabiliyorduk. Bekarken yani. Evlendikten sonra hayat bitti.” diyor.
Sabahın 4’ünde herkes uyurken onlar kalkıp çalışıyor. “Uykunun en güzel yerinde biz de uyumak istiyoruz, biz de 8’de 9’da iş başı yapmak istiyoruz. Ama mecburuz işte.” diyerek sabah uykusuna özlemini dile getiriyor. “Her şeyi geçtim, aldığım ücret ihtiyaçlarımı karşılasa şükür edeceğim.” diyor.