9 Mart 2014 13:33

İlk fonograftan günümüze…

Ayhan AKKAYA*

Seslerin kaydedilemediği dönemlerde yaşamak acaba daha mı iyi olurdu?​” diye sormaktan bazen kendini alamıyor insan. Doğada bir sesi saklamaya çalışmak ne kadar doğru bir yaklaşım? Acaba Thomas Alva Edison 1877’de ilk fonografı tasarlamamış olsaydı, seslerin yolculuğu bugün ne aşamada olurdu?.. Şüphesiz bu tür soruların cevabını vermek kolay değil; ama kayıt teknolojileri, artık bu alana bizi yabancılaştırmayacak kadar hayatımıza girmiş durumda. Konuyu fazla dallandırıp budaklandırmadan, sadece müzik açısından bakacaksak olursak, kesin olan bir şey var ki seslerin kaydedilmesine, başka bir deyişle saklanabilmesine olanak tanıyan girişimler, 19. yüzyılın sonlarından itibaren müziğin üretimini, dağıtımını ve hatta denetimini belirleyebilen farklı sektörler oluştura oluştura günümüze kadar gelmiş durumda. Yapılan her buluş, kendi döneminde kuşkusuz büyük bir heyecana yol açmış. Her bir buluş, bir yandan müziğin dinleyiciyle buluşması sürecinde önemli değişiklikleri beraberinde getirirken bir yandan da yeni ihtiyaçların, soruların ve arayışların doğmasına vesile olmuş.
laklardan başlayacak olursak… 1880’li yıllarda ilk plakların ortaya çıkması; 1890’larda, plak üretiminde yeni bir plastik maddenin kullanılmaya başlanması; ardından 1900’lerin başında plak boylarının standardize edilerek genel olarak 78 devirlik plakların –taş plak- yaygınlaşmaya başlaması; taş plak masraflıydı, kırılganlığı yüksekti… derken, imalatında özel bir reçine kullanılan 33 devirli plakların –uzun çalar ya da LP- ortaya çıkması; 1940’lı yılların sonunda, 33 devirli plakların hemen ardından çıkan ve üretim/dağıtım aşamasını görece hızlandıran 45 devirli -45’lik- plakların yaygınlaşması gibi gelişmeler, bu alandaki yaklaşık 70-80 yıllık bi zaman diliminin önemli köşe taşlarını oluşturur.
Kayıtların, manyetik ortamda küçük kutulara –kaset- sığdırılabilmeye başlanması ise1960’lara denk düşer ve plak devrinin ticari anlamda sona ermesine işaret eder. Müzik dinleme olanaklarını artırması; taşınabilir teyplerin yaygınlaşması üzerinden müziklere ulaşmayı biraz daha kolaylaştırması ya da anında kayıt yapabilme fırsatı sunması gibi nedenlerle kasetler, yaklaşık 1990ların sonuna kadar müzik dinleme kültürü içinde önemli bir yer edinir.
Birer optik veri saklama ortamı olan yoğun disklerin –compact disk ya da CD- 1980’li yılların başlarında bilgisayarlarla birlikte hayatımıza girmesi, yine önemli bir değişikliğin habercisi olacaktır. Bilgisayarlarla birlikte kullanılabilmeleri; kayıt süresini uzatabilmeleri ya da kolay çoğaltılabilmeleri ve seri üretimi hızlandırmaları gibi özellikleri müzik CD’lerinin hızla kasetlerin yerini almalarına yol açmıştır.
‘90’lı yıllarda yine önemli bir buluş olarak karşımıza çıkan ve kulağın duyamayacağı farzedilen titreşimleri azaltan/silen ‘sıkıştırılmış’ kayıtlar –MP3- ise, birer müzik dosyası olarak cd’lere gore daha az kaliteli olsalar da, bilgisayar hardisk’lerinde daha az yer kaplamaları; kolay kopyalanabilmeleri; internet ortamında kolay paylaşılabilmeleri; kullanıcılara ev ya da işyerinde kolaylık tanımaları gibi özelliklerle hızla yaygınlaşmış ve özellikle ticari anlamda, müzik sektöründe önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir.
Bu değişikliklerin ilk sonuçları, tüketimin hızlandığı günümüz koşullarında, öncelikle satış ağlarında görülmüştür. İnsanların kendi olanaklarıyla internet ortamında kayıtlara ulaşabilmelerinin albüm satışlarına olan negatif etkisi, dünyanın her yerinde müzik sektörünü de farklı satış kanalları aramaya itmiştir.
İnternet üzerinden satış bunlardan biridir. 2003 yılında iTunes Store’un açılmasıyla yaygınlaşmaya başlayan internet ortamındaki satışlar –dijital satış- korsan MP3’ler için ticari anlamda birer alternatif oluştursa da yeni gelişen sosyal medyanın (youtube, facebook, twitter…) ya da Spotify, Deezer, Rdio gibi müzik akışını daha da kolaylaştıran ve kullanıcılarına düşük sayılabilecek bir ücret karşılığında aylık sınırsız kullanım hizmeti sunan girişimlerin devreye girmesiyle, içinde bulunduğumuz günlerde iyiden iyiye şekil değiştirmeye başlamış durumda…
Kısaca özetlenmeye çalışılan bütün bu gelişmeleri, biraz gecikmeli de olsa, ülkemizde de yaşıyoruz. Bugün, yaşanan birçok iflas sonrasında İstanbul merkezli müzik sektörünün nereye gittiği hakkında tahminde bulunmak kolay değil. Ancak gelişmelerin genel olarak hem müzisyenler hem de dinleyiciler açısından sektöre olan bağımlılığı azalttığı da bir gerçek. Artık sadece internet dinleyicilerinin değil, çalışmalarını kendi olanaklarıyla internet ortamında paylaşıma açan müzisyenlerin sayısında da günden güne önemli bir artış göze çarpıyor. Bu noktada, umutsuzca “Sektör elden gidiyor” cümlesinin peşine takılmak yerine, farklı arayışlara girmek daha sağlıklı. Bu konuyla ilgili yürütülen çeşitli tartışmalarda, bu gelişmelerin müzik üretimi üzerindeki özgürleştirici etkisi vurgulanıyor. Bu tartışmalara önem vermek gerek. Kim bilir belki de bu durum, sektörde haklarını koruma noktasında epey zorlanan müzik emekçilerinin, ticari olmayan alternatif platformlarda biraraya gelmesine yol açar ve buradan da yeni açılımlar elde edilir…

* Müzisyen (Kardeş Türküler)

Evrensel'i Takip Et