Rejim ak mı kara mı?
Kansu YILDIRIM
Lenin’in belirttiği üzere, burjuvazi, devlet iktidarında sadece burjuvaların olmasını ister. Ama bununla da yetinmez; kendisini var eden toplumsal üretim ilişkilerinin devamı için sayısız operasyon gerçekleştirir. Geniş çaplı bu operasyonlarının çoğu dışarıya dönüktür; alternatif ve muhalif bir dünya görüşü taşıyanların düşüncelerini yaymaması için sansür, hapis, suikast, linç gibi “tedbirler” alır. İçeriye dönük olanlar ise dar ölçekli operasyonlardır ancak bunların toplam maliyeti de az değildir. Çünkü burada burjuvazi fraksiyonlar-arası hesaplaşma içindedir. Siyasi kadrolar tasfiye edilir, yenileri devşirilir; sermaye gruplarının bir kısmının desteği alınırken bir kısmı rakip görülür. Burjuvazinin iktidarda bulunduğu ve kendi arasında giriştiği mücadele bir sınıf mücadelesi türüdür ama belki de en kirli olanıdır!
Aynı genetik kodlara sahip olmalarından ötürü burjuva fraksiyonlar birbirlerinin tüm hareket ve davranışları çok iyi bilirler. Ancak iktidarı sürdürmek ve farklı iktidar bileşenleri arasındaki ittifakı devam ettirebilmek amacıyla birbirlerine ya göz yumarlar ya da uygun zamanın gelmesini bekleyerek “kayıt” altına alırlar. Çünkü yolsuzluk ve yoksulluk, hırsızlık ve hainlik, burjuva hükümetlerin ve onları destekleyen sınıfların temel karakteristik özelliklerindendir. İktidara bu yolla gelirler ve genelde seçime endeksli burjuva parlamenter sistemlerde kitle desteğini kaybetmelerinden dolayı bu yolla giderler. Tabi her zaman değil. Buna engel olan etken, siyasi iktidarın aldığı biçimdir. Eğer tek partinin hükmettiği bir siyasi yapı varsa, kirli ilişkilerin ortaya çıkmaması için rıza üretmeye veya baskı kurmaya yönelik teknikler geliştirilir.
BİRLEŞİK BİR TEK PARTİ
Liberal teorisyenlerden Juan J. Linz otoriter rejimlerde iki tür tek parti olduğunu ileri sürmüştür: Disiplinli bir topluluğun oluşturduğu, belirleyici bir ilke ve hiyerarşi etrafında örgütlenen “tek parti” (parti unique) ve (Afrika’daki rejimler için kullanılan) değişik toplumsal kesimlerin ittifakından oluşan “birleşik parti” (parti unifié). Linz gibi bu ayrımı benimseyenler, ceberut devlet ve sivil toplum ikiliğini referans alır ve sınıfsal ilişkileri denklem dışında tutar. Biz ise bu ayrıma siyasi sınıf mücadelelerine göre tekrar şekil verdiğimizde AKP’nin siyasi düzeydeki “değişimini” daha rahat anlamlandırabiliriz.
2002 yılında iktidar olduğundan bu yana AKP, tek partidir ama bildiğimiz türden tek parti değildir. Önce birleşik bir tek partidir. Batı sermayesi, Körfez sermayesi, ulusal burjuvazinin farklı kesimleri, Cemaat, liberal ve sol-liberal entelektüeller, siyasal İslamcı kesimlerin sözcüleri gibi geniş bir birlikteliğe ev sahipliği yapmış; her birinin çıkarlarının farklı ölçülerde temsilcisi olmuştur. AKP’nin Türkiye siyasi yaşamındaki diğer sağ iktidarlara göre farkı ve başarısı, çıkar odaklarını uzun bir süre tek bir bünyede birleştirebilmesidir. Üst üste alınan seçim galibiyetlerinin yarattığı güç algısı, baskı aygıtlarının sağladığı güven ortamında yapılan hukuki düzenlemeler ve özelleştirmeler, kaynağı belirsiz para ve altın akışı, başarı algısını perçinlemiştir. Ne var ki, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da siyasal İslam projelerinin iflasları basınç uygularken, içeride de Gezi ile başlayan meşruiyet krizi AKP’yi yol ayrımına itmiştir. AKP, ya dağılma ihtimalini saklı tutarak, neoliberal “değerlere” bağlı kalarak birleşik parti olacaktır ya da günü gözeterek, uygun refleksler vererek, tek parti formunda devam edebildiği kadar yoluna devam edecektir.
ÖKÜZ ÇOKTAN ÖLMÜŞ
Gerek ekonomik gerekse siyasi kaynakların kısıtlı oluşu, toplumsal mutabakat zemininin zoraki bir aradalığının sürdürülebilir olmadığını göstermiştir. Bunun üzerine AKP’nin dört elle sarıldığı baskı aygıtları olmuştur. “Zorla zırhlandırılmış hegemonya”nın zırhlı kısmı öne çıkmıştır. Parti içerisindeki “tekliği” kuvvetlendirmeye hizmet edecek, dışarıya da güç ispatı yapmaya yarayacak bir dizi yeni söylem ve eylem siyasete dâhil edilmiştir. AKP’nin otoriterleşme eğilimlerinin ve iktidarın çözülüşünün emarelerini gösteren “değişim”e yol açan başka bir faktör de, tesis etmeye çalıştığı yeni rejimin iflasıdır. Bu iflasın ulusal ve uluslararası boyutları ayrı bir tartışma konusudur lakin bizi ilgilendiren kısım iflas süreciyle birlikte ortaya çıkan pisliklerin topaklanma halidir. Çünkü 10 yılı aşkın bir süredir, tek parti komutasında, çok fazla sermaye grubunu bünyesinde toparlayan, ekonomik ve siyasi rantı ikbal beklentilerine göre paylaştıran bir iktidarın tüm kılcal damarlarına değin bedenini kirli ilişkiler kaplamıştır.
Ses kayıtlarıyla ortaya çıkan milyar dolarlık vurgunlar, ihaleler hakkında ve sermaye grupları üzerinde baskı kurmak için yürütmenin yargıya müdahaleleri, farklı mezheplerin ve etnik kimliklerin ayrımcılığa maruz kalması, pisliklerin tortulaşması anlaşılabilirdir. Çünkü AKP tek parti iktidarının yarattığı aşırı özgüven ve her şeyi kontrol edebilme ruh haliyle, “kleptokratik” özelliklere de bürünmüştür. Kleptokrasi kavramı, kamunun yarattığı değerleri veya kamu mülkiyetindeki doğal varlıkları usulsüz ve gayriresmi yollardan el koyan ve zimmete geçiren hırsızlık rejimlerini tanımlamak için kullanılır. Bu rejimlerde yönetilen ülke, siyasi iktidar ve egemen sınıflar arasında bölüşülmüş olup, iktidardaki parti toplumun çok az bir kesimini gözetir, diğerlerini harcanabilir görmektedir. Emekçi halk kitleleri harcanabilirdir çünkü yolsuzluklara konu olan paraların büyük bir kısmı sömürü sonucunda elde edilir ve sömürü çarklarıyla birilerinin avantaları sağlanmaya devam eder. Bir kısım gözbebeği konumundadır: Başbakanın yolsuzluğa karışan bakan çocukları ve Sarraf tahliye olduktan sonra yaptığı “adalet yerini bulmuştur” açıklaması bu minvalde anlamlıdır. Hukuki imtiyazlarla gözetilen bu kişiler, hem siyasi iktidarın kirli defterlerini satır satır ezberlediklerinden hem de yeniden avanta aktarım kayışlarını çalıştıracakları için mühimdirler. Ne var ki, öküz çoktan ölmüş ve ortaklıklar çoktan bitmiştir…
Evrensel'i Takip Et