Aydın ÇUBUKÇU
Büyük toplumsal hareketler ve büyük devrimler, büyük kentlerin çocuğudur. Her ülkenin temel çelişmelerinin, başlıca tarihsel, toplumsal, ekonomik ve kültürel dinamiklerinin toplandığı ve sürekli hareket ahalinde olduğu bir “büyük kent” vardır. Aslında kenti büyük yapan da bu unsurların çelişkili birliği ve bu çelişmelerin çözüleceğini vaat etmesindendir.
Fransız Devrimi’nin başkenti, Fransa’nın da başkentidir ve Fransa’nın devrimci yüzünün ana çizgileri bu kentin yüzünü oluşturur.
Fakat aynı zamanda her devrim başkenti, karşı-devrim için de başkenttir.
Paris Komünü’nün yenilgisi, kuşkusuz proletarya için zengin deneylerin beşiği olmuştur; yalnızca Fransız işçi sınıfı değil, bütün dünyanın devrimci proletaryası bu büyük deneyimden çok yönlü dersler çıkarmış, teorisini zenginleştirmiş, yeni örgütlenme ve mücadele biçimleri tanımıştır. Engels, Komün’de tartışmasız büyük rol oynamış olan Blanqui taraftarlarının yenilgi sonrasındaki hallerinden biraz da istihza ile söz ederken, devrimlerin küçük bir azınlık tarafından ve önceden hazırlanmış bir plan uyarınca yapıldığına, her an “hemen şimdi yeniden başlayabileceği”ne inandıklarını, oysa o sırada “Paris proletaryasının toparlanmak için uzun bir dinlenmeye gerek duyduğu”nu ve zamansız bir yeni ayaklanma girişiminin ancak daha korkunç bir yenilgiyle sonuçlanabileceğini söylüyordu. Demek devrime katılan herkes aynı dersleri çıkarmıyor. Marx, Engels ve onlarla birlikte Enternasyonal içinde bir grup komünist daha ileri ve tarihsel bir perspektifle sonunda Sovyet Devrimi’ne kadar uzanacak bir dizi teorik sonuç çıkarırken, kimileri de, “birbirlerini arabayı çamura saplamış olmakla, ihanetle ve öteki ölümcül günahlarla suçlayıp bölünerek yeni partiler kurmaya” girişmişler, bildiriler ve gazeteler basarak, “yirmi dört saat içerisinde her şeyin yeniden başlayacağına, bu kez zaferin kesin olacağına yemin” ediyorlardı.
DEVRİME KARŞI KENTSEL DÖNÜŞÜM
Burjuvazi ise nesnel-fiziki koşulları da hesaba katan bir program çıkararak olası bir yeni devrimi nasıl önleyebileceğine ilişkin planlar yaptı.
Bunlardan en önemlisi, Paris’in “bir işçi devrimine yataklık etmesini imkânsız kılacak şekilde yeniden planlanması” idi.
Napolyon, Paris’in dar sokaklarında barikat kurmanın kolay, isyancıları bastırmakla görevlendirilmiş askerlerinin hareketinin ise çok zor olduğunu anlamıştı. Bu nedenle barikat kurmayı imkânsız kılacak, askerler içinse hızlı erişim sağlayan yeni bir kent planı istiyordu.
Mimar Baron Haussman, Paris’in “devrimci barikatlar” ile anılmasına son verecek isim olarak seçildi.
Haussman, yalnızca “barikat kurulamayacak kadar geniş caddeler” tasarlamakla kalmadı. Paris’i yeni baştan düşündü ve işçi yerleşimleriyle merkezi yönetim binalarını mümkün olduğu kadar birbirinden uzak tutan bir plan geliştirdi.
Kanalizasyon sistemini genişletti, geniş ve uzun bulvarlarla Paris’i böldü, sokaklar için gazlı aydınlatma sistemi kurdu, kamu binalarını mümkün olduğu kadar halkın erişemeyeceği kadar geniş parklarla çevreledi, “Paris’i genişletmek” ardına, işçi mahallerini “banliyö” sistemiyle uzaklara taşıdı.
Bu, devrim kavramına sıkı sıkıya bağlı ilk “kentsel dönüşüm” projesiydi.
Engels, 1895’te, yani Komün’den 24 yıl sonra, diğer toplumsal ve siyasal koşulları da tartıştığı bir yazısında, “barikatlar üzerinde savaş”ın, “şimdi bir hayli eskimiş, modası geçmiş” bir çatışma biçimi olduğunu düşünürken, “devrimci barikatlarla özdeşleşmiş, ama şimdi eski fiziksel özelliklerini kaybetmiş Paris’e” bakıyordu belki de. Ama çok uzun zaman sonra Paris, hem de birkaç kez yine ezilenlerin, işçilerin, öğrencilerin barikatlarıyla süslenmekten geri kalmadı.
Evet, 1838’den itibaren her ayaklanmanın ve devrim girişiminin başlıca simgesi olan barikat, eski önemini ve belirleyici özelliklerini kaybetmişti ama büyük kentler, bir yandan isyancıların, diğer yandan onları engellemeye çalışanların “ortak alanı” olmaya devam ettiği sürece, barikatın modası geçmeyecekti.
Dünya’daki bütün işçi sınıfı mücadelelerinin en gelişmiş özelliklerinin ilham kaynağı ve sonuçta “proletarya diktatörlüğü” kavramının anası olan Paris Komünü, günümüzde de mücadelelerin alabileceği biçimler hakkında uyarıcıdır.
Hazır, Berkin Elvan’ın kişiliğinde ayağa kalkan “Haziran İsyanı” ruhunu bir kez daha görmüşken, başta merhum Baron Haussmann olmak üzere, kentleri dönüştürerek devrimleri engelleyebileceklerini sananlara buradan bir çift sözümüz olsun. Her şeyin en az iki yüzü vardır. Yaptığınız her işin bir yüzü size yararken, diğeri ezilenlerin silahı haline gelir.
Bu, sizin yaptığınız bütün kanunlardan daha güçlü bir kanundur!
Evrensel'i Takip Et