Her yere kent denmez!
Yazısında Gezi direnişini de hatırlatan gazetemiz yazarı Mimar Cengiz Bektaş, “Doğrudan demokrasinin çağı çoktan geldi geçiyor. Bunu da şu son “17 Aralık Olayları” göstermiyor mu?” diye soruyor. Bu sorunun hemen ardından ise sözü Doç. Dr. Besime Şen’e bırakıyoruz: “Kentsel dönüşüm, yolsuzluk ve yerel yönetimler bağı.”
DOSYA: Beton ormanına dönüşen kentler
Hazırlayan: Sinem UĞURLU
SUNU: Dört gün süren kentsel dönüşüm dosyamızın son gününe geldik. “Beton ormanına dönüşen kentler” dosyasında üç gün boyunca kentsel dönüşümle ne amaçlandığını, geçmişte yaşanmış örnekleri, devam eden kentsel dönüşüm projelerini ve belediyelerin bu dönüşüm projelerindeki payını tartışmaya açtık. Dosyamızı, yerel yönetim seçimlerine de yaklaşmışken “Doğrudan demokrasi” sözcüğünü anarak bitiyoruz. Yazısında Gezi direnişini de hatırlatan gazetemiz yazarı Mimar Cengiz Bektaş, “Doğrudan demokrasinin çağı çoktan geldi geçiyor. Bunu da şu son “17 Aralık Olayları” göstermiyor mu?” diye soruyor. Bu sorunun hemen ardından ise sözü Doç. Dr. Besime Şen’e bırakıyoruz: “Kentsel dönüşüm, yolsuzluk ve yerel yönetimler bağı.”
Cengiz BEKTAŞ
Yaklaşık on beş yıldır Evrensel güncemizde yeri geldikçe yazıyorum. Üniversitede, “Ekinimizin Oylumları” dersimde öğrencilerime gineliyorum…Çağrılı olarak gittiğim sayısız kentte, Mimar Odalarının örgütlediği konuşmalarımda yalın bir gerçeği anlatıyorum: Her yere kent denmez.
En az 2500 yıl önceden beri nereye kent denilebileceği Anadolu’da örneklenmiştir.
O çağdan beri de kentin tanımı durmadan gelişmiştir.
İnsanların toplu olarak yaşadıkları her yerleşmeye kent denemez.
Örneğin, günümüzden 9500 yıl öncesinde var olan, Konya’daki Çatalhöyük’te, 5-10 bin kişinin bir arada yaşadığını söylüyorlar kazı bilimciler. Ama oraya kent diyemiyorlar. Çünkü, insanın gelişmesini sağlayacak kamu kuruluşları, ortak gereksinimleri için kimi donanımları yok. Ne okul, ne çarşı, ne spor alanları, ne hamam, ne tapınak, ne tiyatro, ne dinleti yeri (odeon), ne yönetim yapısı var. Daha doğrusu bu güne dek, saydıklarımdan herhangi biri saptanamadı orada.
Söylediklerimin burasında durup bir düşünelim: Okulu olmayan bir yere yerleşir miydik? İyi bir eğitim, sağlık, kültürel- sosyal donanımı olmayan bir yere yerleşmek istemezdik kuşkusuz.
Gecekonduları kuranlar, kente, işin aşın olduğunca, yolun, suyun, elektriğin, okulun ardına düşüp gelmediler mi?
( Ben bu yüzden de insanımızın niteliklerine, birikimine inandım o günlerde.)
Peki, sözünü ettiğim donanımlar kente nasıl kazandırıldı ?
Elbette insanların gereksinimlerini tek tek dile getirmeleri, bu isteklerin belli bir çoğunluk kazanmaları sonucunda, gene insanlarca var edildiler bu donanımlar.
İnsan, kentte, bütün bu donanımların onu daha iyiye biçimlendirmesiyle insan adına yakışır oldu.
Daha eskil (antik) çağda inanılmıştır buna: İNSANI KENT YARATIR.
Dağ başındaki insan, okulsuz, şusuz busuz bugünün insanı olabilir mi?
Bu söylediklerimin gerçekleşmesi için ilk koşul, insanın gereksinimini dile getirebilmesidir. Düşünce özgürlüğüdür, demokrasidir.
Ama nasıl bir demokrasi?
Demokrasinin tanımı da, tıpkı kentin tanımı gibi gelişip gelmiştir. Kolay ulaşılır bir düzen değildir.
Örneğin eskil çağda, demokrasi, yalnız “vatandaş” sayılanların oylarıyla katılabildikleri, yararlanabildikleri bir düzendi. Oysa tutsaklar, uşaklar, yabancılar vb. vatandaş sayılmazdı. Örneğin Atina’da yalnızca halkın yüzde kırkının oylamaya katılabildiği söylenir. Bugün böyle bir şey düşünülebilir mi?
Bugün yurdumuzda demokrasinin varlığı söylenebilir mi?
Varlığı söylenen demokrasi gerçek mi?
Bugün birçok ülkede olduğu gibi bizde de “temsili demokrasi” geçerlidir.
Kısacası, siz birilerini sözüm ona seçersiniz. Onlar sizin adınıza kararlar verirler.
Böyle bir demokrasinin gerçek olmadığını en iyi biz söyleyebiliriz.
Varlı varsız demeden, ayrımlara düşmeden demok-ratik haklarımızı kullanabiliyor muyuz?
Hayır!
İnsanlık işte bu yüzden uzunca bir süredir “Doğrudan Demokrasi” yi arıyor.
Gençlerimiz bunun ardında değiller mi?
“Gezi” gençliği bu değil mi?
Kısa bir süre önce, Evrensel’deki güncemizde de söz ettim doğrudan demokrasiden.
Oturduğunuz ‘apartmanın’ bir yönetim kurulu yok mu? Siz onun içinde değil misiniz? İşte onun gibi bir ‘sokak yönetim kurulu’nuz olması gerekmiyor mu? Bir cadde, bir mahalle yönetim kurulunuz… Doğrudan düşüncelerinizi söyleyebildiğiniz…
Söyleyemeyemiyorsanız hemen düşünmeye başlayın bunun üzerinde…
Doğrudan demokrasinin çağı çoktan geldi geçiyor. Bunu da şu son “17 Aralık olayları” göstermiyor mu?
Fatih Belediye Başkanı yolsuzluk operasyonu kapsamında gözaltına alınmıştı.
Kentsel dönüşüm, yolsuzluk ve yerel yönetimler bağı
Besime ŞEN*
Son on yıllık bir süre içinde Türkiye’nin bütün kent mekanları üzerinde akıl almaz biçimde bir müdahale gerçekleşti. Bu süreç 17 Aralık ile sembolize olan yolsuzluk operasyonlarına rağmen hızını kaybetmedi. Bu yaşanan yolsuzluk operasyonları, kent toprağı ve inşaat faaliyetlerinin, içine mali sermayeyi de alarak muazzam bir rant yaratma potansiyeli taşıdığı görüldü. Yaratılan rantın ise Hükümet çevresinin de içinde olduğu bir bürokrasinin bilgisi ve denetimiyle oluştuğu bilgisi yayıldı.
2004 yılından bu yana AKP hükümetinin genel bir kent politikası olarak şekillenen “kentsel dönüşüm” girişimleri, bütün kentleri tehdit eden bir politika haline geldi. Bu politika, zamanla kapsamını artırarak, kurumsal temellerini de yaratmaya çalıştı ki, bunun için öncelikle 2004 yılında “Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu” çıkarılmıştır. Ankara ile başlayan süreç İstanbul ile devam etmiştir. Bu tarihe kadar, hükümet çevreleri ve yerel yönetim yetkilileri, kentsel dönüşümün gerekliliği üzerine farklı yönetimsel ve kurumsal düzeylerde kendi söylemlerini oluşturmaya girişmişlerdir. Bu söylemin içeriği, yönetimin politik yaklaşımını da açıkça ortaya koymaktaydı.
Geliştirilen söylem, öncelikle “kaçak yapılar” sınıflandırmasında ele alınan gecekonduların yıkımını meşrulaştırmaya çalışıyordu. Gecekonduların yıkımı, “kaçak yapılar” olmaları ve bunun yanı sıra suçun, terörün ve her türlü tehlikenin yuvası olarak gören bir yaklaşımla gerekçelendirilmekteydi. Belediyelerin İstanbul başta olmak üzere kentlerin bazı yerleşimlerini dönüşüm alanı ilan etmeleri bir bakıma nabız yoklama süreci başlamıştır. Bu vurgu aynı zamanda meşruiyet zemini oluşturmanın dayanağı olarak sıkça tekrarlanmıştır.
Gecekonduların yıkımı yeni yapılaşma hareketleri yaratacak önemli potansiyeller iken yanı sıra yolsuzluk dosyalarında da ortaya çıkan büyük kentsel projeler ile bu projelerin etki alanındaki arazilerin dağılımı meselesi, ciddi rant miktarlarının merkezi denetimin dışında gerçekleşmediğini göstermektedir. Yani yerel yönetimlerin aracı olarak kaldığı, merkezin belirleyici olduğu bir sistemin yerleştiğine şahit olmaktayız. Dolayısıyla yerel yönetim ve politikaların, önemi üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.
Yerel seçimler yaklaşırken, bütün yaşamın yerelde örüldüğü yanılsamasına kapılmadan, yaşama dair temel politikaları öne çıkarmak gerekiyor. Bunun temel yaşam ilişkisinin doğal çevre ve insan arasında gerçekleştiğini görmek gerekiyor. Her ne kadar toplumsal ve ekonomik yeniden yapılandırma ile kentlerin yeniden yapılandırılmasının sonucunda kentlerin, bölgelere ve ulus devletlere göre daha ayrıcalıklı bir konum kazanmış olduğunu görsek de burada doğal çevrenin önemini kavramak gerekiyor.
Ekonomik yaşamın yönlendirici ihtiyacıyla da büyük metropollerin gücü her geçen gün daha eşitsiz bir mekansal uzama yaklaşıyoruz. Dev nüfusları ile kendi temel ihtiyaçları ve emeğin yeniden üretimini sağlayan hizmetler önemini yitirmeden öne çıkacaktır. Bu konuda devletin sorumluluklarının tamamen gözden çıkarılması, toplumsal yeniden üretim üzerine olan mücadeleleri önemli yapacaktır. Devletin bu alandan çekilmesi, toplumsal kontrol yönünden artan devlet etkinliği ile örtüşmektedir ki bu durum daha otoriter devlet biçimleri ve pratikleri ortaya çıkmaktadır. Çünkü mekan ile emek arasındaki yerleşik ilişki, tarihsel olarak oluşan üretim ile toplumsal yeniden üretim arasındaki bağın parçalanmasıyla yeniden kurulamamaktadır. Bu tür parçalanmalar, sosyal hayatın deneyimlerini, kültürel çeşitliliğini, yerel ilişki ve dayanışma pratiklerini de yok etmektedir. Yerel siyasetin bu alanlara dair politikalar üretmesi kaçınılmazdır.
*Doç. Dr, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Bir örnek: Belediyenin yerinde iyileştirme direnişi
Türkiye’de kentsel dönüşüm projelerine karşı, diğer belediyelerden farklı tutum sergileyen bir belediye var. O da Mersin’deki BDP’li Akdeniz Belediyesi. İlk kez bir yerel yönetim, bütün varlığıyla kentsel dönüşüme karşı mücadele eden halkının yanında oldu ve Akdeniz’deki dönüşüm projesinin yanında yer almayacağını duyurdu.
TOKİ’YE ALTERNATİF
Mersin’deki dönüşüm projesi 2008 yılında Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve dönemin CHP’li Akdeniz Belediye Başkanlığı arasında bir ön protokol imzalanmasıyla başladı. Bu protokole göre, Çay, Çilek ve Özgürlük Mahalleleri dönüştürülecekti. Proje tam 500 bin kişiyi etkiliyordu. 2008, 2011 yılları arasında TOKİ tarafından Çay, Çilek ve Özgürlük mahallelerine yönelik çalışmalar yapıldı ve bu doğrultuda taslak projeler hazırlandı. Bakanlar Kurulu Kararı ile de mahalledeki taşınmazla hakkında acele kamulaştırılma kararı verildi. Vatandaşlar, mahalle muhtarları ve Akdeniz Belediyesi tarafından bu kararlara karşı iptal davaları açıldı. Hukuki süreç hâlâ devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde ise belediye TOKİ’ye karşı alternatif bir model geliştirdi. “Yerinde İyileştirme ve Sağlıklaştırma Projesi.” Pilot bölge olarak da merkezi konumda bulunan Çay Mahallesi 6419. Sokak seçildi. Alternatif modele göre, vatandaşların da talepleri doğrultusunda, insan odaklı ve bölgede yaşayanların yaşam tarzlarına uygun bir şekilde mahalle yeniden şekillendirilecek.
Elverişli konut hakkı nedir?
“Herkes için elverişli konut hakkı”nın devletler tarafından garantiye alınması zorunluluğu bazı bağlayıcı uluslararası insan hakları belgelerinde de belirtilmiştir. Örneğin, Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, 1991 tarihli 4 No’lu genel yorumunda el verişli konut hakkını tanımladı ve konutun el verişli olması için en azından şu 7 temel unsura sahip olması gerektiğini ifade etti:
* Kullanım hakkının yasal güvenliği
* Hizmetlerin kullanılabilirliği
* Ödenebilirlik
* Erişebilirlik
* Oturulabilirlik
* Konum
* Kültürel elverişlilik (BİTTİ)