İstanbul’un yaralı yüzü
Adnan ÖZYALÇINER
İstanbul birbirini uyumla izleyen tepeler üzerine kurulu bir kenttir. Sur içinin Yeditepe üstüne kurulmuş olması dışında, Boğaz’ın iki yakasını kaplayan tepeleriyle Haliç’in Beyoğlu yakasındaki tepeler buna örnektir.
Sarayburnu tepesini süsleyen Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Yeşilköy yönünden gelen tatlı eğimle İstanbul’un görünümünün başlangıcıdır. Bu görüntü, Boğaz’ı, Rumeli Yakası kıyılarını renklendiren Dolmabahçe Sarayı, Beşiktaş, Ortaköy kıyıları ile camisi, yalılar eşliğinde Bebek, Rumeli Hisarı ve daha ötelere uzanır. Üstleri irili ufaklı yapıların yer aldığı ağaçlıklı ya da yeşil birbirini izleyen tepelerdir.
Anadolu Yakası, Selimiye Kışlası’nın kuleli dev yapısıyla yer aldığı tepenin altından Harem, Salacak, Üsküdar kıyısı boyunca Sinan’ın kuş kafesini andıran Şemsi Paşa Camisi’ni içine alarak Kuzguncuk, Beylerbeyi kıyıları, Beylerbeyi Sarayı’yla birlikte Kandilli’nin birbirinden güzel ahşap yalılarını kapsayarak Küçüksu Kasrı, Anadolu Hisarı ve Boğaz’ın ötelerine kadar uzanır. İrili ufaklı yapılarla bezeli yeşil ya da ağaçlıklı tepeler uyumlu bir biçimde birbirlerini izler.
Bugün Rumeli yakasına bakıldığında Dolmabahçe Sarayı’nı cüceleştiren en azından üç dört otel tepelere uyumla yerleşmiş yapıların arasından fışkırmaktadır. Boğaz’ın Rumeli yakasının yuvarlak tepelerini Beşiktaş sırtlarından başlayarak Ortaköy, Bebek, Hisarüstü’den neredeyse Yeniköy’e kadar uzanan çok katlı kuleler, gökdelenler tepe olmaktan çıkarmıştır. Beton kazıklı tepeler haline getirmiştir. Artık ne ağaçları, ne güzelim yeşilliği görebilir ne de algılayabilirsiniz. Tepeler yara almış, Boğaz hastalanmıştır.
Anadolu yakasında Çamlıca’dan başlayarak ağaçlıkların yerini betondan ormanlar almıştır. Tepelerin yeşili betondan yamalarla kaplıdır. Öncelikle Çamlıca tepesi betonlaştırılmış, ardından Süleymaniye çakması bir caminin dikilmek istenmesiyle de İstanbul’un en güzel mesire yerlerinden biri olan bu tepe de yok olup gidecektir. Ne çam, ne de Çamlıca (çamlık) kalmıştır artık. Tarihsel geçmişiyle bir kültürel miras da yok olup gitmektedir.
İstanbul’un yaralı yüzü Haliç’ten bakıldığında da yansıyor. Kasımpaşa kıyıları, Azapkapı’dan başlayarak bir dizi tersane yapısıyla Hasköy’e kadar uzanır. Kasımpaşa İskelesi’nin yanındaki buruna Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, bembeyaz yapısıyla, ak bir martı konmuş gibidir.
Hemen üstünde ak bir kartal görünümündeki Deniz Hastanesi yapısı yer alır. Bu yapıyı Okmeydanı tepesiyle Levent yükseltisi izler. Şimdi bu yükseltiyi neredeyse gökyüzüyle birleştirmeye kalkan, Boğaz yönünde de kendini belli eden devasa beton direkleri andıran kulelerle gökdelenler doğal güzelliği ortadan kaldırmayı sürdürüyor. Kıyıda bir süredir boşaltılarak Büyükşehir Belediyesine devredilen Kuzey Deniz Saha Komutanlığının ak yapısını demirden kara bir çatı örtüp karartmış durumda gözü tırmalıyor.
Harcanan dünya mirasları
Sennur SEZER
Eski Yeşilçam filmlerinden birinde bir “fabrika kızı” belki de Hülya Koçyiğit, kendisine onca kötülük etmiş delikanlının işsiz güçsüz çaresiz kalmasına “Hak yerini buldu” gibi gülümser, “Seni işsiz bırakacak değiliz ya” derdi. “Yarın bizim fabrikaya uğra.” O zamanlar Beykoz’da, Paşabahçe’de, Zeytinburnu’da, Haliç kıyılarında fabrikalar diziliydi. Birinde olmazsa ötekinde iş bulmak işten değildi. Hem de kadrolu, sigortalı, çünkü çoğu kamu malıydı.
Sonra çoğu endüstri müzesi ya da dünya mirası niteliğini taşıyan bu fabrikaların topraklarının üstündeki tarih değerinden fazla ettiği hesaplanıverdi. Adı özelleştirme olan bir işlem başladı. Sümerbank’ın kilometre karelerle hesaplanan arazileri halk yararına kullanılmak üzere şimdilik boş bırakıldı. TEKEL fabrikaları devroldu, Şişecam Trakya’ya taşındı. Bu uygulamalar işçi terbiyesi/eğitimi almış bir kitleyi taşınan fabrikanın çevresinden uzaklaştırdı. Fabrikaların yeni işçileri endüstri, sendika, örgüt terbiyesi vb. kavramlarıyla yeni tanıştılar. Eski işçi mekanları ve semtler de otel ve benzerlerine mekan olmak üzere boşaltıldı.
Haliç kıyısından başlayabiliriz. Haliç kıyısında göze çarpan ilk iş yeri Sütlüce’deki et kesim tesisidir. Temeli 29 Ekim 1919’da atılıp 20 Temmuz 1925’te işletmeye açılan bu tesis buz fabrikası ve soğuk hava deposu da içermektedir. 1928’de “Karaağaç Müessesatı Meclisi İdaresi” adı ile bağımsızlaştırılır, 1932’de “Karaağaç Müesseseleri Müdürlüğü” ismiyle ve belirgin bir bütçe ile Belediye İdaresine bağlanır. Bu modern kesim yeri 1955’te İstanbul Belediyesine bağlıysa da ayrı bir bütçe ile yönetilmektedir. 1000 personeli vardır ve 52 bin metrekarelik bir alanda faaliyet göstermektedir.
Mezbaha 1985’te yalnızca et dağıtım merkezi olarak çalışır. Bedrettin Dalan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde (1984-1989) Haliç projeleri kapsamında kültür merkezine dönüştürülmesi kararlaştırılır. Kağıthane ve Halıcıoğlu istikametine bir araç altgeçidi inşa edilir. Sonrasında yapılandırma birkaç yıl gecikme ile tamamlanıp Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığına verilir. Ne var ki yapısal düzenlemeler sanatsal etkinliklerin uygulanmasına yeterli düzeyde cevap veremez. İhaleler yapılır. Katılımcı firmalar, tesisin “kültür merkezi” olarak işletilemeyeceğini ifade ederler. Çünkü dev salonlar sadece toplantı ve sınırlı bazı etkinliklerin yapılabilmesine olanak vermektedir. Yönetim, tesisin adını değiştirerek kongre turizmine yönelir. Günümüzde Sütlüce Mezbahası, Haliç Kongre Merkezi adıyla ve sadece kalabalık toplantılar için kullanılabilen bir tesistir.
Yarın: Tarihi fabrika Feshane’yi yıktılar
Yarın: Zedelenen gövde
Evrensel'i Takip Et