Yoksul düşmüş bir asilzade
Sennur SEZER
Haliç çevresi, tarihsel bakımdan yoksul düşmüş bir asil-zadeye benzer. Bizans döneminde yazlık semtlerden sayılan, denizin nimetleri yüzünden bereketi bereket boynuzuyla ölçülüp Altın Boynuz diye anılan semt, kıyılarında yalıların, tepelerinde av köşklerinin bulunduğu bir bölgedir. Doğal bir liman oluşu ise Osmanlıların fethinin hemen ertesinde kıyıya tersanelerin kurulmasına yol açmıştır.
Tersane çevresinde özel kızaklar, kayık-tekne yapımevleri, demir fabrikaları, dökümhaneler kurulmuş, Haliç yöresi bir işçi semtine dönüşmüştür. Bunda Osmanlının fes ve çuha yapım yeri olarak kurduğu Feshane fabrikası yanına açılan battaniye vb. fabrikalarının da payı vardır.
Başlangıçta tek bir tersane olan ve tarihi 550 yıl önceye tarihlenebilen tesisin yanı başında (özellikle Kasımpaşa’ya) deniz subayı yetiştirecek kurumlar ve denizcilerin kışlaları yapılmış. Bu binalardan askeri okullar ve komutanlıklar başka işlevler edinmiş: 3. İlkokul (Kadı Mehmet İlkokulu), Deniz Hastanesi, sonradan Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olan Divanhane, komutanlıktan birkaç değişimle ilköğretim okulu olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa İlkokulu ve Cezayirli Kışlası. Kasımpaşa Tersanesi diye de anılan tersane işçi sınıfı tarihinin ilk grevlerden birini, uzun sürede (aralarla 3.5 yıl) yaşarken, grev sonlarında sınıf içindeki ilk bölünmeyi de görmüştür.
Kasımpaşa tersaneleri cumhuriyetten sonra iki sivil, iki resmi tersaneye bölünmüştür: Haliç Tersaneleri, Camialtı, Taşkızak ve Jandarma bot. Bunların yanı sıra askeri fırın, askeri dikimevi, Gölcük Tersanesinin ikmal merkezi ve yedek subay yatakhanesi belediyeye devredilen ve kamu yararına kullanılmak üzere devredilmeyi bekleyen yapılardandır. Denizcilik Bankasına bağlı olan Haliç Tersanesindeki çırak ve meslek okulu kapatılalı yıllar olmuştur. Er hastanesi adını alan Deniz Hastanesi bir zamanların modern kurulumunu yitirmiş GATA’nın kuruluşundan sonra her bakımdan ıssızlaşmıştır.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığıyla 2005 yılında imzalanan Kasımpaşa Takas Protokolü’yle ise, Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri’nin bulunduğu 1045. Ada, 1 numaralı parsele kayıtlı bölge, aynı parselde devredilmeyen Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Divanhane binasının restorasyonu, Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nin yenilenmesi ve Deniz Kuvvetlerinin çeşitli inşaat işlerinin yaptırılması karşılığında belediyeye devredildi. Protokolün devir şartlarından en önemlisi, takas yoluyla devredilen bölgenin “Mülkiyeti üçüncü taraflara devredilmemek, tarihsel dokunun bozulmaması ve sosyal amaçlı, toplumsal kullanıma yönelik tesislerin yapımı amacı ile kullanılması”ydı. Proje 70’er yat bağlama kapasiteli iki yat limanı, 400’er oda kapasiteli iki adet 5 yıldızlı otel, 1000 kişilik cami, AVM, sinema, eğlence tesisleri ve otoparkın inşa edilmesi ve bu yapıların dört yılı yapım süresi olmak üzere 49 yıllığına işletilmesini kapsıyor.
Ulaştırma Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdür Vekili Metin Tahan, oluşan endişelerin önüne geçmek için yaptığı açıklamada “projenin 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve gözbebekleri olarak baktıkları tarihi Haliç Tersanesi ile hiçbir ilgisinin olmadığını” belirtiyor. Tahan, “Projenin 916 adada bulunan Haliç Tersanesine kesinlikle dokunmadığını, 1045 adada yer alan Camialtı ve Taşkızak Tersaneleriyle benzeri bir kaç askeri yapının bulunduğu bölgede olduğunu” söylüyor. Burada bir yanıltma var, sözü edilen tersaneler de tarihi...
‘Haliç Dayanışması Bileşenleri’nin Kasımpaşa Camialtı Tersanesi önünde ‘Haliçport Projesi’ni’ protesto ettiği eylemde konuşan Camialtı Tersanesi eski çalışanı ve Gemi İnşaatı ve Makina Mühendisi Tansel Timur, “Haliçport adıyla bilinen ‘Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’ Haliç peyzajını ve 558 yıllık geçmişi olan Tersane-i Amire’yi parçalayacak, kimliğini yok edecek büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Kamuya ait ve özgün değerlerini koruyan bir sit alanının imara açılması anlamına gelen bu proje bitişiğindeki Okmeydanı, Kasımpaşa ve Galata üzerinde yapacağı etkilerle çok büyük çaplı rantsal dönüşümün de önünü açacaktı. Bu kurumun dağıtılması, üzerinde yüzyıllar boyu geliştiği alana sahip olduğu tarihi arkeoloji, kültürel, peyzaj ve estetik değerlerinin yıkılarak, turistlik ve ticari faaliyetlerin yapılacağı bir arsa olarak nitelendirilmesi İstanbul’a kültür değerlerine, sanayi mirasına büyük bir haksızlıktır” demişti.
Tersanelerin dünya mirasının bir parçası olduğuna inanan aralarında eski tersane çalışanlarının da bulunduğu Haliç Dayanışması, basın toplantısında şunları da sıralamıştı: “Tersanede kurulduktan sonra hiç kullanılmadan kalan makineler vardır, mesela vinç. Çatısının çökmesi dışında tersanede bir yıpranma yoktur. İstenildiğinde tersanemiz bir iki günde toparlanıp üretime geçecek durumdadır. (Son ziyaretimde ben kaynak makinesini açtım, çalışıyordu.) Tersanede ayrıca iki kızak, iki havuz ve marangozhanenin yanındaki çeşme tarihidir.”
Yalnızca Taşkızak’ta iki bini aşkın işçinin çalıştığını ve tarihinde ölümle sonuçlanan hiç iş kazası olmadığını eski bir Taşkızak tersanesi çalışanı olarak eklemeliyim. Azapkapı’dan başlayıp Hasköy’e kadar uzanan Tersane-i Amire yapılarından bir bölümü olan“lengerhane”(Gemilerin demir atma diye adlandırdıkları işlemde kullanılan “zincir ve ucundaki çıpanın üretildiği yer”/dökümhane) ile Şirket-i Hayriye’nin vapur bakım ve onarım tersanesi bugün “Rahmi M. Koç Müzesi”dir. “Lengerhane” 12. yüzyıldan kalma bir Bizans binasının temelleri üzerine, III. Ahmet döneminde, kurulmuştu. 1792 yılında III.Selim’in tersane sarayının tüm kıyı kesimlerini Tersane-i Amire’nin büyütülmesi için bağışlamasından sonra lengerhane binası bugünkü görünümüne kavuşmuştur. Bina cumhuriyetin ilanından sonra Cibali Tütün Fabrikası’na verilmişti. Lengerhane binasının çatısı 1984 yılında çıkan yangınla hasar görmüş, 1991’de “Rahmi M. Koç Müzesi ve Kültür Vakfı” tarafından satın alınana kadar terk edilmiş durumda kalmıştır. Şirket-i Hayriye’nin tersanesi 1861 yılında yapıldı. Müze için alındığı zaman 14 adet bina, marangozhane ve kızaklardan oluşmaktaydı.
ÇORLULU ALİ PAŞA CAMİİ
1706 yılında Sadrazam Çorlulu Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sultan II. Mahmut zamanında esaslı surette tamir görmüş ve hünkar mahfeli ilave edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid zamanında Hicri 1314’te yeniden inşa olunmuştur.
794 metrekare toplam arsa üzerine inşa edilen cami taş yapıdır. Tek şerefeli, tek kubbeli olan cami, bahçe ve avlu dahil 568 metrekare alan üzerine kuruludur.
Kasımpaşa Camialtı Tersanesi içinde yer almakta olan camii 2 bin 500 kişilik kapasiteye sahip olup ibadete açıktır. Camialtı Tersanesindeki Çorlulu Ali Paşa Camii Şadırvanı ise apayrı bir öneme sahip. Ancak bu önemi “yapı”dan değil, “çatı”dan kaynaklanıyor.
Çatısındaki kaplama kurşunları, Japonların Pearl Harbour baskınında üzerinde Kızılhaç işareti bulunduğu için bombalamadıkları hastane gemisi Solace’den geliyor.
YANIT BEKLEYEN SORULAR
Haritada gösterilen tarihi sit alanı içerisinde kalan 1045. ada, en güneyde kalan ve Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası olarak hizmet etmeye devam edecek Divanhane binası hariç tutularak Kasımpaşa Takas Protokolü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredilen alandır. Haliçport’un yapılacağı alan da tam olarak burası.
Tersane-i Amire’nin 49 yıllık kullanım hakkını Rixos otel zinciri, AVM ve inşaat yatırımlarıyla tanınan İş Adamı Fettah Tamince (Sembol İnşaat) kazandı. Tersaneye iki otel, iki yat limanı, AVM, kongre merkezi inşa edilmesi bekleniyor. Tamince ise satın alma gerekçesini, “Yıllardır boş ve atıl kalmış bir alanı deniz ve tarihle buluşturmak” diye açıklıyor. 550 yıllık bir tersaneyi tarih ve denizle buluşturmak ne demek?
Yat limanında 1000 kişilik bir cami yapılması da öngörülüyor. Oysa Camialtı Tersanesinde şu anda 2 bin 500 kişilik tarihi Çorlulu Ali Paşa Camii (inşası 1706) var. Buna rağmen hangi planla yeni -ve daha dar kapasiteli- bir camiye ihtiyaç duyuluyor?
Tapu kayıtlarında tersanelerle aynı adada bulunan ancak TBMM Milli Saraylara bağlı Aynalıkavak Kasrı da satışa dahil miydi?
Tersane duvarlarının hemen dışında, 1045 ada içerisinde yer alan ve Fatih Sultan Mehmet’in hizmetinde bulunmuş Handan Ağa tarafından yaptırılan Handan Ağa Camii’nin alt katında, kıyı şeridine yakın geçmişimizde askeriye tarafından dolgu yapılmasıyla kullanılmaz hale gelmiş kayıkhaneler mevcuttur. Başlı başına bu yapı bile, dini bir yapının denizcilikle bütünleşen bölgeye bir katkısı, göz kırpmasıdır. Tersaneler bölgesinin dönüşümü sırasında, diğer yapılar gibi Handan Ağa Camii de ilk kullanımına döndürülebilir ve kaldırılacak dolguyla kayıkhane yaşatılabilir.
İstanbul 1. No'lu K. ve T.V.K.K. 24.4.1996 gün ve 7680 sayılı karar ile tescil edilmiş korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları
1)Yapı Kalıntısı 2) Aynalıkavak Kasrı ve Kapısı 3) Atölye 4) Atölye 5) Atölye 6) Atölye 7) Atölye 8) Atölye 9) Atölye 10) Hamam 11) Tarihi duvar kule 12) Kagir yapılar 13) Kagir yapılar 14) Atölye 15) Valide Kızağı 16) Taşkızağı 17) Yapı Kalıntısı 18) Kızak 19) Kızak 20) Atölye 21) Atölye 22) Atölye 23) Cami ve Şadırvanı 24) Kuzey Deniz Saha K.lığı Divanhane Binası 25) Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Ek Binası
Tescile Önerilen Eski Eserler
a) Cezayirli Gazi Hasan Paşa Çeşmesi b) Kagir Yapı c) Kızak d) Çorlulu Ali Paşa Hamamı e) Mehmet Dede Türbesi f) Depo g) Oktaşı h) Çeşme i) Duvar j) Kapı k) Duvar l) Aynalıkavak Kasrı İdare Binası m) Handan Ağa Cami n) Oktaşı o) Çınar Ağacı p) Çınar Ağacı r) Çınar Ağacı s) Sakız Ağacı
Derenin sonundaki kır kahvesi artık hayal
Adnan ÖZYALÇINER
İstanbul bir zamanlar mesireleriyle ünlüydü. Başlıcaları arasında Avrupa yakasında Florya’yla Kağıthane, Anadolu yakasındaysa Çamlıca, Küçüksu’yla Göksu’yu anmak gerekir. Bugün, İstanbul’un bütün o mesireleri, çayır olarak anılan yerler yapılaşarak ta-rihe karıştı.
İstanbul’un mesire yerlerinin başında Küçüksu Çayırı gelirdi. Küçüksu Çayırı Anadolu Hisarı’nda, Osmanlı Padişahlarından Abdülmecit’in 1856 tarihinde yaptırdığı Küçüksu Kasrı ile 3. Selimin 1806’da annesinin anısına yaptırdığı Küçüksu Valide Sultan meydan çeşmesinin yanı sıra uzanır.
Küçüksu çayırı, ağaçlıklı geniş bir alanı kaplar. Küçüksu Kasrı’nın arkasındaki koyda bulunan Küçüksu Plajı ile ayrı bir güzellik taşır. Küçüksu’nun en büyük özelliği halkın boğaz havası alarak serinleyebileceği yerlerden oluşuydu.
Boğaz vapurları gün boyu, uğradıkları Küçüksu iskelesine insanları akın akın bırakırdı. Küçüksu’ya vapurla, benzinle egsoz kokusundan uzak deniz havası yosun kokusu alarak gidip gelinirdi. O zamanlar Eminönü’den ta Sarıyer’e, Kavaklara gidip gelen vapurlara sırf deniz havası almak için binenler olurdu. Boğaz vapurları gidişlerinde Anadolu yakası iskelelerini, dönüşlerinde de Rumeli yakasındakileri izlerdi.
Küçüksu çayırında büyükler dinlenirken çocuklarla gençler, çayırın bir kenarına kurulu salıncaklarda sallanır, kolan vururdu.
Ayrıca kazan kazan kaynatılan çevredeki bahçe-lerde yetiştirilen sütlü mısırlar bir yandan ikindi üstü açlığını bastırırken, öte yandan inanılmaz bir tat verirdi.
İsteyenler, Küçüksu İskelesi’nin kordonundaki kahvede denize karşı çayını, kahvesini içer, dondurmasını yerdi.
Çayırda dolaşan baloncular, kağıt helvacılar, koz helvacılar, simitçiler çocuklara ayrı bir zevk verirdi. Kimi zaman macuncular, pamuk helvacılar ayrı bir renk katardı.
Göksu ayrı bir alemdi, hem deresi hem de çayırı ile ünlüydü. Derede kayık sefası yapılır derenin sonundaki kır kahvesinde dinlenilirdi. Dere kıyısındaki çayırlıkta sofralar kurulur, çalgılar çalınarak, şarkılar türküler söylenerek eğlenilirdi. Bu kıyıda yol boyunca topraktan testi, vazo, fincan, su bardağı gibi kap kacak üreten dükkanlar bulunurdu. Buradaki ustaların yaptığı eşyalar Göksu çamurunun özelliği dolayısıyla pek beğenilir ve sevilirdi.
Bugün artık İstanbul’da mesire yerlerinden geçtim, rahat soluk alınabilecek hemen hemen bir yer kalmadı. Gün boyu, iskelelere uğrayarak gidip gelen Boğaz vapurları da yok. Yerini motorlarla özel seferler yapan vapurlar aldı.
Küçüksu derseniz, ortada çayır mayır kalmamış. Ağaçlığı kelleşmiş çamurlu bir arsalıkta gezinip duran sokak köpeklerinden başka bir şey yok. Yalnız Küçüksu Kasrı’yla Küçüksu Valde Çeşmesi parmaklıkların arkasından yola bakıyor. Küçüksu İskelesi de küçük bir kulübe olarak duruyor. Deniz, şimdilik yerli yerinde tabi.
Göksu Deresi, önünden ardından, yanından yöresinden geçen asfalt yolların arasında kayıp. Göksu çamurundan çanak çömlek yapan dükkanlar da kalmamış. Seramik ustaları da çekip gitmiş olmalı. Kala kala bir atölye kalmış topraktan çanak çömlek işiyle uğraşan. O da, büyük otelleri süsleyen çakma ağaçlar ya da palmiyeler için koca koca saksılar üretmekten başka bir şey yapmıyor.
Göksu Deresi’nin sonunu görmek olanaksız. Yanı yöresi binalarla kaplanmış.
Derenin sonundaki kır kahvesiyse artık hayal.
BİTTİ
Evrensel'i Takip Et