20 Nisan 2014 07:00

Erdem AKSAKAL

"Ya sev ya terket”in Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1990’lara kadarki dışavurum cümlesi “Komünistler Moskova’ya” idi. Bu ülkeyi komünistleştiremezsiniz, burası sizin vatanınız değil, Sovyetler’in güdümündesiniz gibi birçok dışlama içeren kaba, faşizan bir cümle. Hani Polyanna’cılık oynamak istersek; bu cahil sözü duymamak SSCB’nin dağılmasının hoş bir sonucu sayılabilir. Hala dünyada sosyalist iktidarların olduğu Küba gibi örnekler ise, ülkemiz anti-komünistlerine yeterince çekici gelmedi sanırım. Komünistler Havana’ya, Küba’nın ajanısınız gibi sözleri hiç duymadım. Herhalde gözden ırak olduğundan.
Moskova’ya komünist sistemde gitmiş olmayı isterdim. Bir şekilde 2014’te yolum düştü. Çeyrek asırlık bir rötarla. Giderek güç kazanan Putin yönetimiyle dişli bir dış politika sergileyen, Gürcistan’a, Ukrayna’ya, Suriye’ye müdahil olma ruh halindeki Rusya’yı, bir bahar havasındaki Moskova’dan gözlemleme şansım oldu.
Moskova, ne kapitalizmin çiğ gösteriş merakıyla bağıran Amerikan şehirlerine, ne de tarihten izler taşıyan Avrupa şehirlerine benzemiyor. 100 sene içinde Çarlık, komünizm ve kapitalizmle yönetilmiş; her üç sistemden izlerin üst üste tabakalandığı melez bir yapı. İnsanlığın, iyisiyle kötüsüyle yeni bir tarihi ancak eskisinin üzerine inşa edebildiğinin göstergesi. Sokaklarda gezinen insanlarda en çok şu üçüne şahit oldum:
Giyimden teknoloji kullanımına kadar modern yaşam ögeleri, çalışkanlık ve telaşlı bir hal ile dini simgeler.
Tabii iki günlük bir Moskova gözlemiyle koskoca Rusya’nın bir portresini çıkarma ukalalığına girecek değilim. Zaten sıkça duyduğum “Moskova Rusya’yı yansıtmaz” sözünü de kendime bir kaçış noktası olarak kullanabilirim.
Şehrin ruh halinde ise kiliseler, inşaatlar ve trafik belirleyici idi. Sokaklarda komünist dönemin tasarımı Lada ve Volga markalı eski otomobiller görmeyi bekleyen ben, bayağı şaşırdım. Her yer Avrupa ve Japon arabalarıyla doluydu. Komünizmin şehir planlaması inanılmaz bir metro ağı yaratmış. Hem mimarisi ve mühendisliği hem de metro duraklarını bir sanat eseri gibi süslemeleriyle. Dünyanın en iyi metrolarından birisi olarak gösterilen, yaygın metro ağına; geniş cadde ve otobanlara  rağmen ciddi bir trafik sorunu oluşmuştu. Şehri nasıl planlarsanız planlayın, tüketim patladığı sürece her şehir ölüyormuş, bunu bir kere de Moskova doğruladı. Tabii benzinin litresinin 2 TL olmasında bunun da etkisi olsa gerek. Bahaneyle Cem Uzan’ı da buradan selamlamış olduk(!).
Moskova’ya kadar gidip de Kızıl Meydan’ı, Lenin’in mozolesini görmemek olmazdı. Şehrin tam göbeğindeki meydanın yanında Türkiye’deki şehitlikleri andıran bir bahçe içinde mütevazı bir anıttı Lenin’in mezarı. Mozolenin önünde upuzun kuyruklar yoktu. Karanlık koridorlardan geçerek inilen Lenin’in mumyası başında sessiz bir kalabalık vardı ama. Resimlerinde gördüğümüz Lenin’den hiçbir farkı olmayan, yaşlanmamış mumyası huzurlu bir uykuda gibiydi. Dünya ezilen sınıflarına bir ilki yaşatan Lenin hala genç-yaşlı komünistleri ve bizim gibi turistleri etkilemeyi başarıyordu. Varsın Bülent Arınç Moskova ziyaretinde “Lenin’i ölü olarak görmek çok güzel” demiş olsun; ben komünist bir lider olan Lenin’in hala bu denli saygı ve bağlılıkla anılması çok güzel diyorum. Ertesi gün Novodeviçi mezarlığında gördüğüm Boris Yeltsin’in mezarının yalnızlığı bile hangi tarz politikacıların tarihte daha çok iz bıraktığının göstergesiydi.
Akşam yemeğinde Rus Salatası, Gürcü Haçapuri’si, Özbek çiböreği gibi yemekler sunan “Olmayan Ülke” isimli bir restoranda bulduk kendimizi. Olmayan ülke Sovyetler Birliği’ni işaret ediyordu. Restoranda her bir Sovyet Cumhuriyeti’nin mutfağından örnekler vardı. Eh, o kadar da unutulmamıştı Sovyet dönemi diyerek bastırdık açlığımızı.
Ev sahibi dostumuz bize Moskova’yı gezdirirken (ki pek de komünist eğilimi olan birisi değildi); Moskova Devlet Üniversitesi’nin ihtişamlı binalarını, metroyu, şehir planını övgüyle anlattı. Komünizmin izleri şehirde hala tüketim toplumunun çılgınca her köşeye yayılmamasını sağlamıştı sanırım. İnsanlar alışveriş merkezi değil üniversite kampüsü geziyordu boş zamanlarında. Çarlık dönemini anlatan heykeller, orak çekiç desenli binalar veya komünizm sonrası açılmış yabancı mağazalar çarpık bir ahenkle yanyana yaşamını sürdürüyordu.
Sonraki durağımız ise Nazım Hikmet’in de mezarının bulunduğu Novodeviçi Mezarlığı idi. SSCB’nin general ve devlet adamlarından, her dönemin Rus sanatçılarına, önde gelen bilim insanlarına kadar ülke hafızasında yer tutan binlerce mezar bir aradaydı. Hepsi olağanüstü mezar taşı ve anıt tasarımlarıyla özgünlüklerini anlatıyordu. Nazım Hikmet’in mezarı, bir ağaç dibinde sayılabilirdi vasiyetindeki gibi. Ve mezarlıktaki en çok ziyaret edilen mezardı. Başucundaki tazecik çiçekler, her sosyal statüdeki insanın (milletvekilinden, şirket sahibine, öğrencisine kadar) ben buradaydım, Nazım’a sevgimi bildirdim dercesine bıraktığı üzerine şiirler yazılmış kartvizitlerle hiç yalnız bırakılmamıştı. Büyük aşkı Vera’nın mezarı da başucundaydı. Nesiller için hürriyet ve mücadele demek olan Nazım Hikmet’in sözleri hala ziyaret edenlerin kalbinde iz bırakıyordu. Komünistler Moskova’ya faşizminin baskısıyla gittiği Moskova’da memleket hasretiyle ölmüş Nazım’ın hasreti dokunaklı gelse dahi, mezarını o kadar saygın biçimde görmek biraz rahatlattı beni.
İki günlük kısa Moskova izlenimimi şöyle özetleyebilirim: Komünist olmayanlar Moskova’ya gidip, üzerinden 25 yıl geçmiş dahi olsa komünizmin şehirlerde, sanatta, mimaride, bilimde ve kalplerde bıraktığı izleri görmeli. Korkmayın canım, bir günde yıkılmaz anti-komünistliğiniz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et