25 Nisan 2014 06:00

Soykırım onarılmaz bir travmaya yol açtı

Dosyamızın ikinci gününde, Agos gazetesinin yazarlarından Pakrat Estukyan ile görüştük. Estukyan, Ermenilerin soykırımdan sonra yaşadıklarını anlattı. Ermenilerin yurtsuz kalmalarından dolayı yaşadıkları asimilasyona dikkat çeken Estukyan, “Soykırım Ermenilerde onarılmaz bir travmaya yol açtı” dedi. Türkiye’deki Ermenilerin kendi dil ve kültürlerini kamusal alanda yaşamamanın zorluğuna değinen Estukyan, Türkiye halklarının insanlığa sahip çıkmasını istedi.

Soykırım onarılmaz  bir travmaya yol açtı
Paylaş

Dosyamızın ikinci gününde, Agos gazetesinin yazarlarından Pakrat Estukyan ile görüştük. Estukyan, Ermenilerin soykırımdan sonra yaşadıklarını anlattı. Ermenilerin yurtsuz kalmalarından dolayı yaşadıkları asimilasyona dikkat çeken Estukyan, “Soykırım Ermenilerde onarılmaz bir travmaya yol açtı” dedi. Türkiye’deki Ermenilerin kendi dil ve kültürlerini kamusal alanda yaşamamanın zorluğuna değinen Estukyan, Türkiye halklarının insanlığa sahip çıkmasını istedi.

Soykırımda kurtulanların akıbeti ne oldu?
Soykırım denince standart bir tarih konuşuyoruz. ‘24 Nisan 1915’ diye. Gerçekte 24 Nisan 1915 çok simgesel bir tarihtir. O gün İstanbul’da 250 aydın tutuklandı, sürgün edildi. Katledildiler, bir daha geri dönmediler. İçlerinden 20-25’i kurtuldu, geri kalanı katledildi. 24 Nisan 1915’te başlayan o süreç nerdeyse 1920’ye kadar farklı şekilde devam etti. Aşağı yukarı 6-7 ay içerisinde Anadolu coğrafyasında bütün Ermeniler Türkiye’nin dışına çıkarıldılar. Suriye’ye götürüldüler. Onların bir kısmı geri kaçtı. Bir kısmı, Marsilya’ya (Fransa), Latin Amerika’ya, Kuzey Afrika’ya, Kuzey Amerika’ya bir kısmı da  - doğrudan o kervanlardan kurtulanlar ya da kaçanlar - Ermenistan’a kaçtı. Kılıçtan kurtulanlar da açlıktan ve yoksulluktan, tifodan ya da tifüsten hayatlarını kaybettiler. Geriye kalanlar, yaşam mücadelesi verdiler. Bir yerde kalma, bir yerde barınabilme, kafasını bir çatının altına koyma, karnı doyurabilme ve çocuklarını büyütebilme mücadelesi verdiler. Ancak ikinci nesilden sonra toparlandılar. Orada doğanlar ya da çok küçükken oraya gidenler, oranın diline, oranın yaşam tarzına entegre oldular. Ve onlar bellerini biraz daha doğrultabildiler. Şu an 30’lu yaşlarda olanlar soykırımın dördüncü nesli, bizler ise üçüncü nesiliz. Benim annem babam da soykırımdan sonra doğanlardandır. Anneannem, babaannem veya her iki dedem birebir soykırımın mağdurlarıdırlar. Bunlara varıncaya kadar soykırımın en büyük travması yurtsuzluktur. Çünkü bu insanlar ulus olarak, halk olarak belli bir coğrafyada yaşıyorlardı. Bugünkü Türkiye’nin ilkelci zihniyeti her şeyi devlet gözüyle gördüğü için devlet yoksa ülkenin olmayacağı gibi ilkel saptamadan yola çıkıyor. Onun için Kürdistan lafını duyunca tüyleri diken diken oluyor. Halbuki orası Kürdistan, istesen de istemezsen de bu böyle. Sen istesen de istemesen de orası Ermenistan’dır. Orada Ermeni’nin devleti, bayrağı, ordusu bunlar ikinci planda olan şeyler. Asıl olan şey, o insanlar orada kendi vatanlarında 4 bin yıldan uzun bir süre kendi varlıklarını sürdürmüşlerdir. İşte 1915 onu kırdığı için Ermenilerde onarılmaz bir travmaya yol açtı.

EVDE ERMENİCE SERBEST, SOKAKTA DEĞİL

Peki Türkiye’de kalan Ermenilerin durumu için neler diyeceksiniz?
Türkiye’de kalan Ermeniler bu bağlamda nispeten şanslılar. Vatanlarından kopmuş saymıyorlar kendilerini… Biraz evvel saydım, ninelerimi ve dedelerimi, bunların hiç biri İstanbullu değildi, genelde Sivaslıydılar, Erzincanlıydılar ve onlarla hâlâ aynı ülkede yaşıyorum. Bu bir avantaj. Benim kimliğimdeki kırılma demin örnek verdiğim ülkelere gidenlerin yaşadıkları kırılmadan daha az... 

Ermeniler artık görülmemeye çaba sarf eden bir topluluk olmaya başladılar. Kalabalık içinde Ermeni kimliklerinin fark edilmemesine gayret sarf ettiler. Örneğin ana dillerini kamusal alanda kullanmamaya çaba sarf ettiler. Çocuklarını tembih ettiler; ‘evde biz Ermenice konuşuruz, ama sokağa çıktığınızda Türkçe konuşun’. Sen bana anne niyetine evde ‘mama’ diyorsun ama sokakta bana mama deme ‘anne’ de. Çocuk yaşta bu telkinlerle bu toplum baskıyı absorbe etmeye çalıştı. Bir yere kadar etti. Benim neslime kadar etti. Örneğin ben ilkokuldayken bütün sınıf arkadaşlarımın ismi Ermenice idi. Bugün de Ermeni ilkokulunda bir sınıfa gidin ya bir ya da iki Ermenice isim buluyorsunuz 30-40 çocuk içerisinde. Bunların çoğunun ismi Türkçe ya da yabancı isimdir, Ermenice değildir. Bunlar da işte Türkiye’de yaşamanın Ermeniler nezrindeki bedeli. Tabii biz burada Ermeniler derken genelleme yapıyoruz.

Kimi Ermeniler de bu duruma karşı tam tersi tepkili olabilirler. Böyle bir görüntüye de tanık oluyoruz. Eskiden benim gençliğimde kimse boynuna haç takıp gezmezdi. Şimdi özellikle genç kızlar kocaman kocaman haçlar asıyorlar. Çok dindar olduklarından değil, gözüne sokmak için yapıyorlar. Bunu hissediyorum. Biz buradayız demek istiyorlar...

‘ERMENİLERİN İHANET ETTİĞİ YALANDIR’

Halkları birbirleriyle karşı karşıya  getiren ve katlettiren neydi peki?
Şunun için yaşandı: İttihak ve Terakki kadroları, Jön Türk kadroları Almanlardan ders aldılar. Bir de imparatorluğun yok olacağını gördüler. Ermeniler ise Fransızlardan ders aldılar ve imparatorluğu kurtarabileceklerini zannettiler. Aslında Ermenileri hep ihanetle suçlarlar ya, ‘Yok Ruslarla iş birliği yaptınız’ diye. Aslında yalandır. İhanet edenler Jön Türklerdir. Osmanlı’ya ihanet etmişlerdir. Onlar Osmanlı’nın akıbetinin kalmadığını fark etmişlerdir. Ve Osmanlı’nın ipini çekmeye karar vermişlerdir. ‘O çok uluslu imparatorluk taşınamayacaktır 20. yüzyıla bunu bitirmeliyiz. Ulus devlet inşa etmeliyiz’ aklına gitmişlerdir. Bunu yaparken de geç kalmış yayılmacı emelleri olan bir emperyalizm olarak Alman emperyalizmini, onların bu görüşleri doğrultusunda çok desteklemişlerdir. Oysa Ermeniler daha çok romantik tavır içerisindedirler. Aynı dönemde Ermeni aydınları içerisinde bağımsız bir Ermenistan’a kavuşma isteği de vardır. İmparatorluktan kopmanın zamanıdır. Biz kendimiz devletimizi inşa etmeliyiz diyen idealist devrimci unsurlar da vardır ama toplumun büyük çoğunluğunda bunlar maceracı olarak kabul edilmektedirler. Büyük çoğunluk düzenin devamından yanadır. Yani Osmanlı ile, hukuku ile barışıktır. Barışık olmadıkları, doğuda Kürt baskılarıdır. Abdülhamit Kürtleri kışkırtıp kışkırtıp Ermenilerin üstüne saldırtmaktadır. Ermeniler silahsızdır, Kürtler silahlıdır. Bu saldırılara direnememektirler. Her seferinde zayiat veriliyor. Kızları kaçırılıyor, hayvanları talan ediliyor, Kürt aşiretleri tarafından. Ermenilerin huzursuzluğu budur, bunun için devletten destek istiyor. Devlet de asla bu desteği vermiyor. Çünkü Kürtleri Müslüman, Ermenileri Hıristiyan olarak görüyor. Müslümanlara karşı silahlı bir güç olarak karşılarına çıkmalarına izin vermiyor. Ermeniler tabii o zaman değerlendirmeyi yapamıyorlar, Kürtleri de zaten Abdülhamit salıyor Ermenilerin üstüne. Yoksa durduk yere bir şey olduğu yok.

‘DEVLET, SOYKIRIMCILIĞI MUHAFAZA EDİYOR’

Soykırım’ın Türkiye ile Ermenistan ilişkilerine yansıması nasıl oldu?

Esas önemli başka mesele şu; Türkiye Cumhuriyeti devletinin benimsemiş olduğu inkar politikası bizim üzerimde soykırımın sürekliliği gibi bir etki yaratıyor. Özellikle de tarihte, resmi tarihte değil, alternatif tarih gözüyle bakarsak bu duyguyu pekiştirecek pek çok bulguyu görürüz. Örneğin Türkiye, Ermenistan’la yürüttüğü siyasetinde soykırımcı arka planını muhafaza ediyor. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, günümüzden  60-65 yıl önce, halen aklında Ermenistan’ı ezip geçme gibi bir planı vardı. Eğer Almanlar Stalingrad’da başarılı olabilseydiler, Stalingrad şehrini işgal edebilselerdi Türkiye, Sovyetler Birliği’ne savaş açacaktı. Almanya ile birlikte savaşa girecekti. Ve Ermenistan üzerinden bir cephe açacaktı. Ermenistan üzerinden bir cephe açarken düşünüyordu ki ben Azerbaycan’a ulaşabildiğim anda Azerbaycan da bana katılacak. Böyle bütün doğuyu Orta Asya’ya kadar kurtaracağız, Enver Paşa’nın o büyük hayalleri aslında devletin hayalleriydi. Ama devletin başındaki adamlar gidişatı doğru takip ettiler, savaşın sonucunun nasıl tecelli edeceğini erken fark ettiler. Ve bu maceraya girmediler. Girselerdi Türkiye’nin 1918’de yarım bıraktığı işi 1943-44’te bitireceklerdi. Türkiye’nin Ermenistan’la diplomatik ilişkilerinin yürümemesinin arka planında halen bu vardır. Bugün Suriye’ye yaklaşımın arka planında bir devlet politikasının olması gibi... Bu politika Ermeni meselesinde bütün canlılığıyla duruyor. Devlet aklı olarak var. Türkiye halkının böyle refleksi var demiyorum. Devletin böyle bir refleksi var.

Ermenilerin soykırımın yıl dönümünde beklentileri, talepleri nedir?
Ermenilerin yüreklerinin soğumasıdır. Bu saatten sonra Ermeniler kayıptadır artık. Ermenilerin taleplerinin yerine getirilecek bir tarafı yoktur. Bu işler öyle taleple olacak işler değil zaten. Sen vatanını kaybettin. E gider savaşır vatanını geri alırsın. Ama o vatanın üzerinde senin halkın kalmadıysa, bu gücün yoktur. Fiilen yok demektir... Ermeniler hep toplu kıyıma uğramışlardır. Sadece savaş da şart değil! Ermenistan coğrafyası zaten deprem kuşağı ve fay hatları üzerinde. Depremlerle de büyük kıyımlar olmuştur. Her şey sen vatanında yaşadıkça kendi içerisinde tolere edilir iki, üç nesil içerisinde toparlarsın, ama vatanı kaybedersen bir daha kök salma gibi bir imkanın yok gittiğin yerde. O zaman da belini doğrultamazsın. Onun için çare vatanı geri almaksa bugün vatanı almanın maddi koşulları yok. Ha çok ırkçı, faşist milliyetçi olacağız hepimiz efendim çok gelişeceğiz, güçlü silahlarımız olacak, bilgisayar oyunları gibi tanklarımızla geleceğiz Türkleri öldüre öldüre, Kürtleri öldüre öldüre vatanımızı temizleyeceğiz; sonra… Askerler mi yaşayacak orada? Halk yok. Çözümü bu. Bu çözüme ‘peki’ diyecek Ermeni bulunmaz. Hayali güzeldir tabii. ‘Türkleri perişan etsek’ diye türkü olarak faşistler bunu söylüyor zaten. Şu an Türkler dese biz yanlış yaptık burası sizin memleketiniz dese altın tepsi içinde sunsa, sınırlarınız şurası dese kim gelecek? Hiç kimse gelmeyecek... Maddi koşulları yok...
 

ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI OLSA DA, OLMASA DA HAYRIMIZA DEĞİL

Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Önceki seçim döneminde gayrimüslimlere yönelik saldırılar yaşanmıştı. Hrant Dink’in katledilmesine kadar giden bir dönem. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Orada ben gayrimüslimlere yönelik bir saldırıdan bahsetmiyorum. Askeri vesayet direngenliğini ortaya koydu. Gül’ün cumhurbaşkanı olmaması içindi. Yargı vesayetini de yanına alarak, Anayasa Mahkemesi başkanlığını da yapan kişi  367 diye bir kural icat etti. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan, bütün sistem onun üzerine yattı. Öyle olduğu halde Gül seçilebildi. Hrant Dink de çok kaygılıydı, çok sıkıntılı bir sene olacak diyordu 2007 başladığında ve ölümüne kadar giden süreçte. Kendisinin tehdit altında olduğunun farkındaydı. Kendisi de bir şey olabileceğini söylüyordu. Ama bunu genel olarak söylüyordu. O zorluğun başlangıcı kendi cinayetiyle oldu. Bugünkü tablo onunla benzerlik göstermiyor. Askeri vesayetin eli ayağı kırıldı. Ama bugün de başka bir huzursuzluk var. Bütün vesayetleri kendi elinde tutmak isteyen bir Erdoğan figürü var karşımızda. Onun cumhurbaşkanı olup olmaması, tamamıyla kendi çevresindekilerin ve kendisinin inisiyatifi ile şekillenecek gibi olacak. Olsa da bizim hayrımıza değil, olmasa da. O bakımdan her gidişat aleyhimize. Bunu bir Ermeni olarak söylemiyorum. Türkiyeli olarak söylüyorum. Ermeniler açısından da durum aynıdır, aynı gemideyiz. Gemi ne kadar sallanırsa bizim de midemiz o kadar kalkacak, ne kadar sakin giderse biz o kadar huzurlu olacağız. Özellikle bize yönelik göreceğimiz bir şey yok.

Son olarak tehcirin yıl dönümü nedeniyle Türkiye halklarına çağrınız nedir?
Çağrım şudur: Berkin Elvan’a sahip çıkın. Bizim için, insan kıymetli. İnsanın milliyetinin bir anlamı yok... İnsanı insan diye yüceltin, insanın incinmemesi için çaba sarf edin ki haklarımıza sahip olalım. Sömürülüyoruz fena halde. Çünkü küresel kapitalizm kâr hesabını insanın sömürüsü üzerine odakladı. İnsanın sömürüsünü doğanın sömürüsüyle pekiştirdi. Yani derelerimizin hepsi kuruyacak. Bugün HES yaptıkları yer yarın kuruyacak. Rüzgarımıza da bir ölçü aleti koyacaklar, şu kadar rüzgar esti diye bizden para alacaklar. Yani kapitalizme karşı savaşmak zorundayız. Halklar bunu becerebilmeli. Bunu becermek ve yapmak için en dibe vurmayı beklemeyelim. En dibe vurmayı beklersek bir daha belimizi doğrultamama riskimiz de var çünkü.

Yarın: Fethiye Çetin ve Aris Nalcı

ÖNCEKİ HABER

Vizyona giren filmler

SONRAKİ HABER

Orada savaş burada sömürü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa