Doku(n)mayın yanıyor!
İplik ne demek sizler için? Kumaş deyince ne gelir aklınıza ya da dokuma desek? Dilleri farklı olsa da pamuğun bereketiyle harmanlanan bu ürünler, işçi kadınların ellerinde dünyanın başka başka yerlerinde aynı anlama gelir: Emek ve sömürü...
Seda AKBAŞ
İplik ne demek sizler için? Kumaş deyince ne gelir aklınıza ya da dokuma desek? Dilleri farklı olsa da pamuğun bereketiyle harmanlanan bu ürünler, işçi kadınların ellerinde dünyanın başka başka yerlerinde aynı anlama gelir: Emek ve sömürü. Bir buçuk asır öncesinden Amerika’da New York‘ta iş saatlerini ve koşullarını protesto etmek için greve giden ve patron tarafından fabrikaya kapatılarak hayatını kaybeden 129 kadın işçi gelir aklımıza ilk. Çünkü onlar evrensel bir haykırışa çevirmişlerdir bu emeği 8 Mart’ı yaratarak. Yeri ve zamanı değiştirelim. 1920’li yılların Bursa’sı. Yine bir dokuma fabrikası. Kadınlar iplik fabrikalarında akciğer hastalıkları sebebiyle ölmekte ya da hastalanmaktadır. Dipdiri, bahar gibi tazecik işe başlayan kadınlar, iplik fabrikalarının insanı mahveden tozlu ortamlarında solar giderler gün be gün. Daha çok kazanma hırsıyla çarklar öylesine hızlı döner ki, gençliğinden, güzelliğinden, hayatından liğme liğme kopartılan kadınlar bir rakamdır sadece patronlar için. Gidelim dünyanın başka köşelerine. Geçtiğimiz yıl nisanda Bangladeş’te denetimsiz yapılan kaçak katlar sebebiyle çöken 8 katlı tekstil atölyesinden çıkan 1100 tane işçi cesedinden çoğu kadındı. Köle gibi çalıştırılıyorlardı. Ya da Brezilya’da Zara fabrikasında ölümcül koşullarda çalışan tekstil işçisi kadınlar, defalarca baygınlık geçirdiler iş yerlerinin havasız ve kötü koşullarından dolayı ve ve ve… daha niceleri buraya sığdıramayacağımız kadar uzun ve acı dolu.
ÇALINAN BİR TEK ZAMAN DEĞİLDİR
Tekstilin, dokumanın kadınlarla özel bir ilişkisi de olmalı. İnsan doğasının her türden nüvesini kendi talanına kurban eden bu sistem, kadın elinin özenli emeğini, o kumaşa dokunan gözlerin estetik çabasını da sömürür acımasızca. Kadının kusursuz iş çıkarma arayışı kaçırılmaz bir fırsattır. Çünkü ancak bir kadın eliyle biçim alabilir muntazam bir ürün. Ve bu kadınlar, sistemin onları mecbur bıraktığı bu sakil ve kaba hayat karşısında, gün ben gün törpülenirler. Güneşin hiç doğmadığı atölyelerde, sorgusuz sualsiz gelen mesailer, uzun çalışma saatleri derken, hayata ve kendilerine karşı ne denli özensizleştiklerini fark ederler belki de fark edemez bile birçoğu. Çalınan bir tek zaman değildir, düşünebilme fırsatı da elinden alınmıştır kadının çünkü. Bir tarafta bunlar yaşanırken, bir tarafta da her birini tek tek defalarca bir cehennem mahalinde, parça başı 3 kuruşa elden geçirdikleri bu ürünler, kendileri kıt kanaat geçinmeye çalışırken, hayatları boyunca hiç gidemeyecekleri mağazaların raflarında fahiş fiyatlara satılır. Şehir meydanlarında duvar duvar, büyük medyanın dizi arası reklamlarında boy boy, gazetelerde çarşaf çarşaf tanıtılır. Mutlu mesut kadınlar iki dirhem bir çekirdek ellerinde alışveriş çantaları ile boy gösterir bu ürünlerin reklamı yapılırken. Kimse düşünmez o elbiseye dokunan ellerin ne büyük çileler çektiğini. Bir avuç zengin dolaşırken mağazaları gözleri daha çok çeşit görsün diye milyonlarca insan çalışır durur gece gündüz, uyku yüzü görmeden.
Lakin korksun patronlar! Göreceklerdir, yaşamı var eden bu emeğin gücüyle bir araya geldiklerinde yapabileceklerini. Mesele bir kor, bir kıvılcım meselesidir. Ve tekstilin kadınla tek ilişkisi kadının itinalı elleri değildir. Bir kıvılcım düşmeye görsün o atölyelere. Pamuğa tutuştur gibi alev alır kadının yüreği yayılarak, büyüyerek…