4 Mayıs 2014 12:21

Toparlanın gidiyoruz tadındaki halkın müziği ve dansı

Gözde TÜZER

Çingeneye sormuşlar “Ne biçim yürüyorsun?​” diye. Cevap vermiş: Yürümüyorum, dans ediyorum. Müziksiz bile dans edebilen, müziği içlerinde yaşayan Romanların tarihleri yüzyıllar öncesine dayanıyor. Göçebe yaşamdan kaynaklı 16. yüz yıla kadar kayıtlara geçmeseler de insanlığın varoluşundan beri kendi kültürlerini taşıdıkları öngörülüyor. Bilinen ve kabul gören düşünceye göre avcılık ve toplayıcılıktan, yerleşik hayata geçiş döneminde başka şekillerde hayatlarını idame ettirmeye zorlanan kabileler yeni meslekleri yaratmışlardı. Bunlardan biri de Göçebe Zanaatçılardı. Yani çingenelerin ataları... Günümüzde dahi, kalaycılık, leğimcilik gibi işler yapan çingeneler, sürekli göçlerle zenginleştirdiler kendi kültürlerini.

DANSLARINI VE MÜZİKLERİNİ GİTTİKLERİ YERE TAŞIMIŞLAR

Göçlerin tarihi aslında onların geçmişi.  Sürgünlerde, katliamlarda, göçlerde kendi özünü koruyan ama sürekli gelişen, sürekli öğrenen bir halkın kültürü bu. Kökleri Hindistan’a dayanan Çingenelerin, izledikleri tüm yollardan aldıkları dans ve müzik kültürünü gittikleri yerlere taşımışlardı. Hindistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlar’a, Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya, Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Amerika’ya... Barışçı, sanatsever hatta yaşam filozofu insanların 9-8’lik ritimlerle oynadıkları bir dans Roman Dansı.
Onların isimlerine ilk kez 1505’te İrlanda, 1514’te de İngiltere kayıtlarında rastlanır. Asıl olarak Hindistan’dan göçen bu halkın nasıl göç ettiklerine ilişkin halen bilgiler bulunmasa da onlar “Göçebe zanaatçıların” torunları olarak dünyaya yayılmışlardı. 19. yüz yıl sonlarında Avrupa’da 10-100 aile kendi aralarında şefler seçmeye başlamışlardı ve filmlere, dizilere konu olan Çeribaşları da bu şekilde ortaya çıkmıştı. Ancak 1500’lü yıllarda bir kişinin Roman olması onun asılması için yeterli sebeplerden biriydi. 2. Dünya Savaşı’ndaysa  gibi Romanlar da Almanlar tarafından büyük bir kıyıma uğratıldılar. 2 yüz bin- 8 yüz bin arasında Roman çoluk çocuk aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle ,  ve ‘daki Nazi kamplarında yok edilmiş, bu katliam Roman halkı tarafından porajmos “parçalanmak” olarak adlandırılmıştı. Günümüzde dahi kendilerini kabul ettirememişlerdir toplumlara. Ancak onlar için önemli olan özgürlükleridir ve özgürlükleri alınmak istendiğinde yine toplayıp “kabı, kaçağı” göçlerine başlarlar. 

ÇİNGENE OLMAK, BİR HİNDU İLE BİR KAFKASYALI İLE AKRABA OLMAK...

Onlar evrensel ve ırklarüstü bir kültürün çocukları. Çingene olmak demek, bir Hindu ile bir Kafkasyalı ile bir Afrikalı ile bir Turani ile bir Farsi ile akraba olmak, kardeş olmak demektir onlar için. İnsanlığın kendi arasında büyük acılar çekmelerine sebep olan ırk ayrımları Çingenelerin arasında ortadan kalkmıştır. Günümüzde özgün bir çingene müziği ve çingene dansından bahsetmek ne kadar zor olsa da yaşamlarını müzikle anlatmayı seçmişlerdir.
Göçlerle beraber elbette dezanformasyona uğrayan kültürleri yine de özlerini korudu. Gittikleri her yerden bir şeyler verip bir şeyler kattılar kendilerine. 16. yüz yıl Avrupa’sında lüt denilen aletle müzik yapar ayrıca dans ederlerdi. Temelindeyse karamsar, hüzünlü bir şekilde başlayan sonra çılgınca bir ritme ulaşarak insanların kanını kaynatıp tüylerini ürperten bir müzik, bunlarla anlattıkları bir hayat vardır. Hüzünlerini, kavgalarını, aşklarını, hayata boş vermişliklerini müzikleriyle anlattılar hep. Belki de tarihlerindeki göçler yüzünden hüzünlü başlar müzikleri. Ama sonunda yine neşeye, acıyla dalga geçen hale bürünür. Çingene müziğinin en hızlı geliştiği yerlerden Macaristan’da, tıpkı İspanya’da olduğu gibi yerli halkın müziğinin etkisi de küçümsenmeyecek derecede. Ancak çingenelerde var olan, müziğe ve dansa olan doğal yatkınlık, dünyanın neresine giderseniz gidin çingenelerin müzik ve dansta hep önde olduklarını gösterir bize.

ATEŞİN DANSI

Dansın yasaklandığı, kiliselerin müzikle birlikte düzenli salınımlara bile asla izin vermediği dönemlerde bile çingeneler kendi müziklerini ve danslarını sürdürmüşlerdi. Özgürlüklerinden asla ödün vermeyen ve “Toparlanın gidiyoruz” tadında yaşayan Romanları danslarından ayırmak hiçbir dönemde mümkün olmadı.
Ateş sıcaktı, tıpkı kendi ruhları gibi. Ateş bir arada yanardı, tıpkı bir arada yaşadıkları gibi. Ateşle birlikte anıldı onların adları hep. Çünkü ateş de onlar kadar özgürce dalgalanmakta, çalınan müziğe aynı güzellikte ve kıvraklıkta cevap verebilmekteydi. Çingene adı müzik ve dansla elbette bir de ateşle özdeşleşirken, yanında “mey” olmazsa olmazlardan. En çok bilinen “Mastika” isimli şarkının aslında bir sakız rakısı olduğunu çok azımız biliriz. Onlar sürgünlerde, göçlerde, kalkıp gitmelerinde hiçbir şey almadılar aslında yanlarına. Müzikleri, dansları ve içkilerinden başka. Tıpkı müzikleri gibi dansları da hayatlarını anlattı aslında. Yavaş adımlarla ve sakin bir yüz ifadesiyle başlayan dansları, birden hızlanır ve izleyeni de çeker ateşin içine. Ayak ve kalça hareketleriyle zenginleşen ve bir kor gibi izleyenin ruhuna düşen bu dans sanıldığı kadar kolay yapılmıyor. 
Göçlerle yoğrulan, katliamlarla büyüyen, sürekli gezen, sürekli gören bir halkın dansı. Ateş kadar sıcak, ateş kadar özgür ruhlarını kimseye teslim etmeyen, edemeyen; kimseden de teslim olmasını beklemeyen “Hadi biz gidiyoruz” tadında yaşayan bir halkın kendini anlatma biçimi. Coşkulu müzikleriyle, 9-8’lik ritimleriyle, harika ayak ve kalça hareketleriyle izleyeni içine alan, içinde büyüten bir dans.

Evrensel'i Takip Et