Koçani Orkestar
Ayhan AKKAYA
Bakır üflemeli çalgıların dünyadaki yaygın adı brass. Klasik müzikten jazza birçok alanda kullanılmakta olan bu enstrüman ailesinin Balkan geleneksel müzik dünyasında da çok özel bir yeri var. Bugün, brass müzikal üslûbuyla, Balkanlardaki hayatın her alanında karşılaşmak mümkün. Vaftiz törenlerinde, kilise etkinliklerinde, doğum günü kutlamalarında, hasat törenlerinde, düğünlerde, cenazelerde, festivallerde… Ve Balkanlarda brass geleneği deyince, ilk akla gelen isimler de genelde Çingene ya da Sırp müzisyenler arasından çıkıyor. Koçani Orkestar olsun, Boban Markoviç ya da Agusev Orkestar olsun, Fanfara Tirana ya da Fanfara Ciocorlia olsun, her biri, kendi bölgesinde bu geleneğin ana taşıyıcısı konumunda. Ve hepsi de öncelikle birer “aile”. Aileleler usta-çırak usulüyle adeta bir okul gibi faaliyet gösteriyor. “Alaylı” olarak tarif edilebilecek bir eğitim düzeneği içinde, küçük yaşta başlayan bir orkestra geleneğini yaşatıyorlar.
Bu orkestralardan Koçani Orkestar, bizim de çok yakından tanıma fırsatını yakaladığımız orkestralardan biri. Türkiye’de yaptığımız ortak konser ve stüdyo çalışmalarının yanısıra, Makedonya’nın Koçani şehrine kadar gidip, orkestranın kurucusu Naat Veliov’un evinde kendilerini ziyaret etmişliğimiz bile var. Naat Veliov’un doğup büyüdüğü şehri, ailesini ve yaşadığı yerleri yakından görüp tanımak, büyük bir şans oldu bizim için…
KRALIN HAKKI KRALA
Koçani ya da Koçana, Doğu Makedonya’da dağların ortasında kalmış küçük ve şirin bir kasaba görüntüsünde. Yer yer toprak zemine dönüşen mahalle aralarında çıplak ayak koşuşturan çocuklarıyla yoksul bir şehir olduğu daha ilk bakışta belli oluyor Koçani’nin. Her şeyde ve her yerde bir eskimişlik havası var; yollar eski, arabalar eski, evler eski… Şehir, Yugoslavya’dan sonra kendini bir daha yenileyememiş gibi.
Naat Veliov’un evini bulmamız çok zor olmuyor. Hani derler ya, “kime sorsanız gösterir”, işte aynen öyle. Kurduğu orkestrayla Koçani şehrinin tanınmasına büyük katkıları olmuş bu usta müzisyeni, şehirde bilmeyen yok gibi. Bu arada, siz “Naat Veliov” diye sorunca, hemen soruyorlar “King Naat Veliov mu?” diye… Haklılar, çünkü kralın hakkı krala…
Yol boyunca aldığımız tarifler uyarınca dar ve kıvrımlı bir yolu takip ederek şehrin tepelerinden birine çıkıyoruz. Takvimler 2012 yılının Temmuz ayını gösterirken güneş Koçani’nin yokuş yollarında tüm haşmetiyle kendini gösteriyor. Usta şair Can Yücel’in dizelerinde olduğu gibi “tek dur!” diyoruz güneşe ama o hiç oralı değil, Koçani’nin tozlu yokuş yollarında sırtımıza çıkıp ter ter tepiniyor! Nihayet “cümle kapı”nın önüne vardık ve kapının üstünde heybetli bir yazı: KİNG NAAT VELİOV… Tüm şehre yukarıdan bakan, havadar ve şehrin yoksulluğuyla tezat oluşturacak kadar bakımlı bir evde buluyoruz ustayı. Büyükbabadan babaya, çocuklardan torunlara, maaile bizi beklemekteler.
Bölgenin çok kültürlü yapısı ve iç içe geçen kültürleri neticesinde Makedonca, Sırpça, Boşnakça, Bulgarca, Türkçe ve tabii ki Çingenece bilen virtüöz müzisyenlerle karşı karşıyayız. Anlaşmamız hiç zor olmuyor. Biz ne diyeceğimizi düşünürken, onlar doğrudan, tatlı bir Balkan Türkçesiyle “hoj gelmişinız, nicesınız?” deyiveriyorlar ve başlıyoruz sohbete…
Naat Abi, orkestrayı ve çalgıları da tek tek tanıtıyor bize, tabii önce büyükbabadan başlayarak. Büyükbaba İsmet Veliov, tuba çalıyor. Tuba büyük gövdeli, konik borulu ve pistonlu bir çalgı ve bakır üflemeli çalgılar arasında sesi en kalın olanı. Bas sesiyle, armoninin ana taşıyıcılarından biri. Yaylı çalgılar için bas sesi sağlayan kontrbas neyse, bakır üflemeli çalgılar için de tuba o. Ailenin en büyüğü İsmet Veliov artık yaşlanmış. Yakında orkestrada çalmayı tamamen bırakabilir. Kendisi de gençken oğlu Naat gibi trompet çalarmış; ama oğlunun deyişiyle yaşlandıkça yorulan ciğerleri daha az nota üfleyebileceği bir enstrüman istiyor. Dolayısıyla bugün daha az yorulacağı tubaya geçmiş.
Orkestra dizilişinde tubanın hemen yanında kornoları görüyoruz. Şekli salyangoz gibi kıvrımlı bir boynuza benzediği için İtalyancada “boynuz” anlamına gelen “corno”dan dilimize geçmiş ve Eski Mısır’da ya da Eski Roma ve hatta Mezopotamya’da avlarda kullanıldığı zamanlardan bu yana gelişerek günümüze kadar gelen bir enstrüman. Tabii uzaktan ilk bakışta korno olarak adlandırabilirsiniz bu enstrümanı belki; ama orkestra üyeleri bu enstrümana “bariton” diyorlar. Aslında tubaya da “büyük bariton” dediklerini duyduk; ama neyse, karıştırmayalım! Orkestrada bir tuba varsa, bariton sayısı da iki oluyor ve tuba ve baritonlar, armonilerin bas-tenor (hatta zaman zaman alto) seslerini aralarında paylaşıyorlar. Melodik üstyapılara çok nadiren katılıp, genelde altyapı işlevi görüyorlar. Orkestrada baritonları Elvedin ve Faik Abdulov kardeşler çalıyor. Bir Balkan brass orkestrasında bariton çalmak, büyük bir enerji istiyor. Bas ve tiz seslerin, icracının dudak pozisyonundaki milimetrik oynamalara göre değiştiği ve armonik yürüyüşlerin epey ritmik ve hızlı bir şekilde tasarlandığı bu kesintisiz müzikte, en zor işlerden biri gerçekten bariton çalmak!
Zaman zaman armonik yapılara tiz hatlar üzerinden destek sunsalar da, aslen melodik yapıların taşıyıcılığını üstlenen grupta üç trompet, bir saksafon var: Birinci trompette “King” Naat Veliov, ikinci trompette oğlu Orhan Veliov, üçüncü trompette torunu Neat Veliov, saksafonda ise yeğen Elsan İsmailov. Volümlü, parlak ve çınlayan ses renkleriyle hep birlikte çalındıklarında inanılmaz bir uyum oluşturuyor bu enstrümanlar.
Koçani Orkestar’la tanışma faslının en sonunda ritim seksiyonuna geliyor sıra. E tabii Balkan müzikleri ve geleneksel formlar devreye girince, bu formların temel ve ayırt edici özelliklerini sunan ritimler de ayrı bir önem kazanıyor. Asma davulda (tapan) Recail Juseinov, darbukada ise Ali Memedov bu işin hakkından fazlasıyla geliyor.
İsimler tanıdık, diller tanıdık, yemekler tanıdık, müzikler tanıdık… Balkanlardaki geleneksel brass orkestralarının icrasında belli bir üslûbun öne çıkmasında Çingene müzisyenlerin katkısı çok çok önemli. Bu üslûp ve orkestrasyonda, Çingene müzisyenler hep bir adım önde olmuş ve kendi tavır, süsleme ve hız anlayışlarını da işin içine katarak, bu müzikleri bambaşka bir noktaya taşımışlar.
Bir kez daha ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüp ayrılıyoruz yanlarından. Bizi müziklerle uğurluyorlar…
*Müzisyen/Kardeş Türküler
Evrensel'i Takip Et