Arınma terapisi
Aslen Macar Yahudi’si olan Fransız uyruklu Amerikalı bir etnolojistin, Fransa’da savaşıp kendi topraklarına somut-soyut yaralarıyla dönmüş bir Karaayak Kızılderilisi’ne psikanaliz uygulaması, bunu yaparken de kimi zaman rollerin değişmesi. Benicio Del Toro ve Mathieu Amalric, Arnaud Desplechin’in yazıp yönettiği Georges Devereux’un Düş ve Gerçek başlıklı kitabından baz alınan aynı adlı filmde buluşuyor:
Kadir AKBULUT
Aslen Macar Yahudi’si olan Fransız uyruklu Amerikalı bir etnolojistin, Fransa’da savaşıp kendi topraklarına somut-soyut yaralarıyla dönmüş bir Karaayak Kızılderilisi’ne psikanaliz uygulaması, bunu yaparken de kimi zaman rollerin değişmesi. Benicio Del Toro ve Mathieu Amalric, Arnaud Desplechin’in yazıp yönettiği Georges Devereux’un Düş ve Gerçek başlıklı kitabından baz alınan aynı adlı filmde buluşuyor: Yönetmen Arnaud Desplechin’e 66. Cannes Film Festivali’nde beşinci kez Altın Palmiye adaylığı getirmiş gerçek bir hikayede.
“Hangi dilde rüya görüyorsunuz?” Kızılderililere istisnai bir ilgisi olan psikanalist Georges Devereux, savaş yorgunu hastasını bu sözlerle analiz etmeye başlıyor. Bu durum onun ve diğer hekim heyetinin Jimmy Picard’ı temelde bir ötekileştirme mekanizmasıyla ele aldığınının göstergesi de olmuş oluyor. Picard’ın insana özgü yalın bir hayat kurgusu var. Başına gelenler de bu arılığından ileri geliyor. Naif yapıları ve derinliklerinde saklı gizli güçleriyle biraz Stephen King’in Yeşil Yol romanından uyarlanan filmdeki John Coffey (Michael Clarke Duncan), biraz da John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanından uyarlanan filmdeki Lennie Small’ı (John Malkovich) anımsatıyor.
Film, Sigmund Freud’un psikoterapi tekniğini kullanan Devereux’nun Picard’ı kontrtransferans açmazında bırakmama yolunda kurguladığı seanslarla alıp başını gidiyor.
Seanslar birçok açıdan aydınlanma yaratıyor; Picard’ın çektiği acıların bir bakıma tüm insanlığın çektiği acılardan başka bir şey olmadığının anlaşılması, vücudunun zamanla kendi kendini iyileştirme özelliği olduğu, başına yerleşip bir türlü dinmeyen o şiddetli ağrıların aslında içinde hissettiği derin acıların tezahürü olduğu gibi.
JIMMY VE GEORGES
Devereux’un, Picard’ı çözümleme macerası, kendi sorunsallarını ortaya sermesine sebep oluyor. İkisinin de yaşamları birbirini tamamlar nitelikte. Farkı gerekçelerle de olsa kadınlarından uzak kalan, hayata tutunamama durumlarıyla birbirine yakın duran biri danışan diğeri analist iki kişi. Devereux’un terapi boyunca ortaya çıkardığı sevgi, cinsellik, kıskançlık gibi duygular dönüp dolaşıp kendisine yük oluyor.
İki insanın özelinden alttan alta toplum vicdanına doğru söylemler geliştiren film için, odaklandığı kişilerden pek sapmadan yoluna devam edişi, Benicio Del Toro’nun ses kullanımındaki hafif inandırıcılık eksikliği, Mathieu Amalric’in görece daha pürüzsüz oyunculuğu, Stéphane Fontaine’in görevini önceki işleri gibi layıkıyla yaptığı sinematografisi gibi tespitler yapılabilir. Howard Shore’un müziklerine gelince ne yalan söyleyeyim filmi yanlış yönlendirircesine fazla gösterişli. Hele ki yönetmenin yalın ve ağdasız bir film yapma isteğine karşılık.
Düş ve Gerçek, haftanın en az kopyayla vizyona giren filmi. Bir zamanlar şöyle bir yorum yaptığım olmuştu. “Kelimenin tam manasıyla nitelikli bir film mi izlemek istiyorsunuz? Salon 1’deki filmleri değil de, Salon 6’daki filmleri kale almalısınız.” diye. Şimdi de bunu artırıyorum: Ne kadar az kopya o kadar çok iş!