21 Mayıs 2014 16:31

Hawar, okulsuz bir halkın okulu, gözü, kulağı oldu

1900’lü yılların başında ağırlık olarak İstanbul merkezli faaliyet yürüten Kürt yayıncılığı cumhuriyetin ilanıyla beraber yeniden yurt dışına taşınmak zorunda kaldı. Cumhuriyetin ilk on beş yılında ve devamında, Kürtler çok ağır bir inkar, asimilasyon ve imha politikasına maruz kaldılar.

Hawar, okulsuz bir halkın okulu, gözü, kulağı oldu
Paylaş

Musa ATAÇ

1900’lü yılların başında ağırlık olarak İstanbul merkezli faaliyet yürüten Kürt yayıncılığı cumhuriyetin ilanıyla beraber yeniden yurt dışına taşınmak zorunda kaldı. Cumhuriyetin ilk on beş yılında ve devamında, Kürtler çok ağır bir inkar, asimilasyon ve imha politikasına maruz kaldılar. Asimilasyon, yok sayma ve Türkleştirme politikaları birbirini izledi. On binlerce Kürt sadece Kürt oldukları için katledildi, binlerce aile zorla batıya göç ettirildi, Kürtçenin kullanılması, okunması, yazılması, öğretilmesi yasaklandı. Özellikle 1925 Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Suriye’ye ve oradan da Lübnan’ın Beyrut şehrine yerleşen Kürtler, yayıncılık  çalışmalarını da bu merkezde sürdürmeye başladı. Şam ve Beyrut Kürt yayıncılığının yeni merkezi olmaya başladılar.
Böyle bir durumda 15 Mayıs 1932 tarihinde Suriye’nin başkenti Şam’da Celadet Ali Bedirxan ve arkadaşları 15 Kürtçe edebiyat, sanat ve felsefe dergisi Hawar’ı  (Çığlık) yayımlamaya başladılar. Hawar, toplam 57 sayı ile 1943 yılına kadar yayın hayatına devam etti.  Hawar’ın yayınlandığı ilk gün 15 Mayıs 2006 yılından beri Kürt Dil Bayramı olarak kutlanıyor.
1980 darbesinden sonra Kürt yazarlar için yeniden sürgün yolu aynı zamanda Kürt edebiyatı için sürgün yolu ve yılları başlamıştı.  1980 darbesinden sonra “Nasıl ki yürekten seven bir aşık, aşkı uğruna her şeyi göze alıyorsa, ben de o zamanlar yasak olan dilimle edebiyat yazabilmek için sürgünü seçmek zorunda kaldım” diyen, İsveç’e yerleşen, 1998 yılında Hawar’ın yayımlanmış tüm sayılarını bulup yeniden basan, Hawar’ın yeniden dirilişi olarak görülen Nûdem dergisinin uzun yıllar editörlüğünü yapmış, modern Kürt edebiyatının önemli temsilcilerinden Fırat Cewerî ile Hawar dergisini, Hawar’ın Kürt dili ve kültürüne katkısını,  sürgün bir yazar olmanın zorluklarını, Kürt yayıncılığını, Kürt sorununun edebiyatla ilişkisini, Kürtlerin uluslaşma yolunda Kürtçeyi yaşatma performanslarını ve  Kürtlerin ana dilde eğitim hakkı talebini konuştuk.

Kürt edebiyatı denince akla ilk gelen kelime sürgün oluyor. Kürt edebiyatına göz attığımızda sürgün edebiyatı olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.  İlk Kürt gazetesi bile 1898’de Kahire’de çıkmıştır. 1930’lu yıllarda Şam’da Kürt entelektüelleri Kürt edebiyat tarihinde çok önemli bir yeri olan Hawar dergisini çıkarmışlardır. Hawar’ın ilk sayısının çıktığı gün olan 15 Mayıs günü Kürt Dil Bayramı olarak kabul ediliyor ve 2006 yılından beri  çeşitli  etkinliklerle kutlanıyor. Hawar nasıl bir ortamda doğdu? Kürt dili ve kültürüne katkısı ne oldu?
Hawar, Kürt edebiyatı tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Kürt emirlerinden, İstanbul aristokratlarından ve seçkin aydınlardan Emin Ali Bedirxan’ın oğlu Celadet Ali Bedirxan tarafından 1932 yılında Şam’da yayın hayatına başladı. Cumhuriyet kurulmuş, Celadet Bey’in ailesi de dahil olmak üzere Yüzellilikler sürgün edilmiş, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmiş, Arap alfabesiyle yazılmış olan bütün Kürt klasikleri tarihin çöplüğüne atılmış, Kürtçe yasaklanmış, bu zulme karşı yapılan bütün Kürt ayaklanmaları yerle bir edilmiş, umutların tümüyle sönmüş olduğu bir dönemde, Hawar (Çığlık) yeni bir umut olarak doğmuştur. Kendisi gibi sürgün olmak zorunda kalan bütün Kürt aydınlarını Hawar çatısı altında toplayan Celadet Bedirxan, önce bir Kürt yazı imla kılavuzunu hazırlamış, ardından Latin alfabesine geçmiş, unutulmakla yüz yüze kalan klasik Kürt edebiyatını yeni nesillere taşımak için adeta bir köprü rolünü oynamış, modern edebiyatın bütün dallarına dergide yer vermiş, denemiş, bugün adlarını saygıyla andığımız bir nesil Kürt yazarlarının yetişmesine önayak olmuştur. Kısacası, Hawar dergisi dili prangalara vurulmuş, okulsuz bir halkın, okulu, gözü, kulağı olmuştur ve modern Kürt edebiyatının temel taşı olmayı başarmıştır.

HAWAR’IN YAYIMLANIŞI BAYRAM OLARAK KUTLANIYOR AMA…

Hawar’ın yayımlanmış tüm sayılarını bulup 1998’de iki cilt halinde yeniden yayımladınız. Kürtlerin, Kürt yazarların, belediyelerin ya da Kürt kurumlarının Hawar’a yeteri kadar sahip çıktığını düşünüyor musunuz?
Maalesef sahip çıktıklarını düşünmüyorum. Ben ta 1987 yılında Hawar dergisinin bütün sayılarını edinme avına çıkmıştım. Şam’a gittim, Banyas’a gittim, Kamışlı’ya gittim; Hawar’ın hayatta kalan yazarlarıyla görüştüm, Hawar’ın sahibinin eşi Rewşen Bedirhan’ı ziyaret ettim ve nihayet derginin bütün sayılarını bulabildim. Arap alfabesiyle olan sayıların Latin alfabesine transkribasyonunu yaptık ve iki cilt halinde bastık. Çok politize olmuş Kürt toplumunun, siyaset üstü bu esere kutsal bir kitap gözüyle bakacağını, birinci baskısının hemen biteceğini düşlüyordum. Fakat öyle olmadı. Hawar’ın iki cildi on altı yıldır Stockholm’un bir lokalinde adeta esir. Şimdiye kadar ne bir dernek, ne bir kuruluş, ne bir belediye, ne bir bakanlık, ne bir hükümet bizden Hawar’ı istemiş değiller. Hawar’ın çıkış tarihi bayram olarak ilan ediliyor ama Hawar’a beş paralık değer biçilmiyor. Bu beni çok üzüyor.

Hep sürgün olarak karşımıza çıkan Kürt edebiyatının kendi topraklarındaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdilerde genel olarak gönüllü bir sürgünlüğü yaşıyorsak da, geçmişteki sürgünler hep zorunlu sürgünlerdi. Irak Kürdistanı’nın elde etmiş olduğu statü ile Türkiye’de yasaklı olan Kürt dili ve edebiyatının önündeki yasakların kalkmış olması, artık sürgünde yeşermekte olan Kürt edebiyatının kendi topraklarına dönmesini sağlamıştır. Birinci nesil sürgün Kürt edebiyatçılarının bir kısmı umutsuzluklar içerisinde boğuşurken, ikinci nesil Kürtler için Kürtçe abstract kalır, edebiyatı başka bildikleri dilde yapmayı yeğliyorlar. Umudumuz ülkede yetişecek olan yeni kuşaklara bağlıdır.

KÜRTÇE BİR ESERİN BİN SATMAMASI BENİ HÜZNE BOĞUYOR…

Hem sürgün hem Kürt hem de yazar olmanın zorlukları nelerdir? Sürgünde olan bir Kürt yazar olarak neler söyleyebilirsiniz?
Edebiyat hastalığına çocuk denecek yaşlarımda yakalandım, bu benim için adeta bir kara sevdaydı. Nasıl ki yürekten seven bir aşık, aşkı uğruna her şeyi göze alıyorsa, ben de o zamanlar yasak olan dilimle edebiyat yazabilmek için sürgünü seçmek zorunda kaldım, bütün sevdiklerimi ardımda bırakarak, uzaklara kaçtım. Tek amacım ana dilimle edebiyat yazmaktı. Yazdım da, otuz dört yıldır aralıksız yaptım bu işi. Ancak ilk başlarda Kürtler de fraksiyonculuk yoğunluktaydı ve her zaman biri kendine doğru çekmek istedi, onlara kaymayınca bu defa şu veya bu örgütün adamıdır denildi. O dönemi aştık, ama maalesef mantalite hâlâ eski mantalite. Bir gazetede, bir dergide veya bir televizyonda görüldüğümde hemen aidiyete bağlıyorlar. Bu kuşkusuz rahatsız edici. Sürgünde bütün yaşamını Kürt dili ve edebiyatı uğruna adamış olan bir yazarı incitiyor bu tür davranışlar. Tabii sürgünde önüme çok zorluklar ve engeller geçti, şimdi, bütün zorluk ve engelleri aşmış, zorunlu sürgünlükten gönüllü sürgünlüğe geçmiş bir yazarım. Ama sürgün yaşamım boyunca, sürgün güçlüklerini edebiyatla yenmeye gayret etmişimdir.

Bir röportajınızda “Amed’de Kürtçe bir romanın bin dahi satmaması gücüme gidiyor” demiştiniz. Kürt yazarlarının üretimi ve Kürt yayıncılığı için neler söyleyebilirsiniz?

Maalesef bu çok acı bir gerçeğimiz. Nüfusu bir buçuk milyonu geçen, bir milyon insanın kimlik sloganı altında toplanabildiği bir şehirde, bin bir güçlükle meydana getirilen Kürtçe bir eserin bin satmaması beni hüzne boğuyor. Bunu, Kürt yayınevlerinin amatörlüğüne ve yazarların kalitesizliğine bağlamak çok yanlış olur. Kürt yayınevlerinin çıkardığı kitaplarda hem estetik hem de içerik açısından büyük bir ilerleme olduğunu kolaylıkla görebiliyoruz. Eserleri yabancı dillere çevrilen ve o dillerin eleştirmenlerince övgüyle anılan yazarlarımızın yanı sıra, yazarlığı kendine meslek edinmiş yazarlarımız da var artık. Tabii, bütün dillerde olduğu gibi, bizde de çok amatör yayınevlerinin olduğu gibi edebi açıdan zayıf yazarlarımız da var.

Bir defasında “Kürt edebiyatçılara hep siyaset soruluyor demiştiniz” Kürt edebiyatı biraz da Kürt sorununun gelişimine bağlı, Kürtlerin hakkını elde etmesine bağlı bir serüven değil mi?
Tabii ki Kürt dili ve edebiyatının gelişimi Kürt sorununun çözümüne bağlıdır. Kürt sorunu çözülmedikçe, Kürt dili ve edebiyatının önündeki bütün engellerin ortadan kalkması da olanaksız. Ama bir Kürt edebiyatçısına bir yazar olarak değil de bir politikacı gibi bakmak, görmek, yanlış olur diye düşünüyorum. Bir Kürt yazarıyla, yazarın edebi eserleri ile ilgili değil de sadece politikayı konuşmak, onu edebi dünyasından uzaklaştırıp politik çelişkileri içine çekmek gibi bir amaç güdülüyor. Bunun her zaman bilinçli yapıldığını söylemek yanlış olur, ama genel anlamda bu düşünce hakim.

KÜRT BELEDİYE BAŞKANLARI KIZMASIN AMA RESMİ DİLLERİ TÜRKÇEDİR.

Kürtlerin uluslaşma yolunda “Kürtçe okuma, Kürtçeyi geliştirme ya da her türlü baskı ve asimilasyona rağmen direnerek Kürtçe öğrenme” performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtçe öğrenme ve diretme isteği kişiler nezdindedir. Kürt belediyeleri ve belediye başkanları kızmasınlar lütfen ama bu konuda çok pasifler, önemsemiyorlar, resmi dilleri Türkçedir.

Bugün hâlâ Kürtler ana dilleriyle eğitim göremiyor, Kürt dili, kültürü ve kimliği prangalarından kurtulmuş değil. Devlet yetkililerinin açıklamalarına/konuşmalarına baktığınızda Kürtçenin önünde hiçbir engel yokmuş gibi yansıtıyorlar. Sizce gerçekten durum böyle mi?

Son yıllarda, biraz yumuşama olduğu, bazı ürkek adımların atıldığı bir gerçek ama genel anlamda, Kürt dili ve edebiyatının önündeki bütün engeller ortadan kalkmış değildir. Kürtçeye resmi bir statü tanınmayıncaya kadar bu böyle devam edecektir. Benim bildiğim resmi statü de Türkiye’de Kürtçe ana dilde eğitimin yasalar çerçevesinde kabul edilmesi ve bunun bir an önce hayata geçirilmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözülmesini de ben şahsen Türkiye’nin iki dilli bir ülke olmasından geçtiğini düşünüyorum.

KÜRTÇENİN ÖNÜNDEKİ BÜYÜK ENGEL RESMİ STATÜSÜNÜN OLMAMASIDIR

Sizce Kürtçenin en büyük sorunu ya da aşamamış olduğu sorun nedir?
Kürtçenin artık Kürtler arasında bir standarta ulaştığını söyleyebilirim, ama önündeki en büyük engel resmi bir statüyü elde etmemiş olmasıdır.

Kürtlerin çoğu kendi dilinde konuşup yazmıyor, bunun sebepleri ne olabilir?
Bunun sebepleri Kürtçenin günümüze kadar hep yasak olması ve eğitim dili olmamasıdır.  Ama Kürt parti ve kurumlarının da dili önemsememesi ve işin kolayına kaçmasındandır.
 

ÖNCEKİ HABER

HDP: Halklar Erdoğan ve Gül\'e mecbur değil

SONRAKİ HABER

Polis otobüsündeki iki boş koltuğu yolda doldurdular!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa