Yaklaşan Haziran, Gezi Parkı ve Soma
Ortak alanları terk etmeye zorlandıkça, ortak alanların birer kâr merkezi haline getirilmesine karşı sustukça, ortak zenginliklerimiz sermayenin değerlenme mekanizmasının içine girdi. Bu mekanizmanın çarkları doğayı, emeği, insan onurunu öğüten bir dişli gibiydi.
Utku ZIRIĞ
‘Soma’daki faciaya, aşırı üretim isteği davetiye çıkardı’*
Soma faciası ardından yapılmış en kıymetli haberlerden birinin manşeti buydu. Habervesaire’den Harun Şahnacı ve Güventürk Görgülü’nün haberi Soma Kömür İşletmeleri’nde çalışan bir mühendisin tanıklıklarına dayanıyordu ve madendeki kâr hedefinin insan hayatına nasıl kastettiğini gözler önüne seriyordu. Soma’da konuştuğum pek çok mühendis ve işçi bu haberi neredeyse kelimesi kelimesine doğruladı. Ama kameraya konuşmadılar. Zaten fazla seçenekleri olmadığından yerin altına giren madenciler için işsizliğin ördüğü ‘korku duvarı’ yerli yerinde duruyordu.
Soma, neresinden tutsan sapır sapır dökülen bir mesele olarak hala karşımızda duruyor. Araştırılmaya, haber yapılmaya muhtaç o kadar çok konu var ki; kokuşmuş bir ilişkiler ağının temsili, küçük bir Türkiye portresi var ortada. Bir devlet politikası olarak yok edilmiş tarım, işçileşmeye mecbur bırakılmış Ege’nin yoksul çiftçileri, ‘taşeron’ olarak da anılan dayıbaşları, dudak uçuklatan iddiaların tüm ilçeyi sardığı sözde müfettiş denetimleri, devletin ‘rödovans’ olarak adlandırdığı madenden çıkan tüm kömürü sabit fiyattan alma garantisi üzerine kurulu model ve daha nicesi. Hepsi 301 madencinin cinayetine ortak.
‘KORKU DUVARI’ EN SON NE ZAMAN AŞILMIŞTI?
Bu soruya çoğu kişinin cevabı “Gezi eylemlerinde” olacaktır. Toplumsal tepkinin, devletin tüm aygıtlarını çaresiz bırakacak kadar yükseldiği o Haziran’da, sokaktaki muhalefet ülke tarihinde ciddi bir kırılmanın da işaretlerini verdi. Peki, ‘3-5 ağaç meselesi’ ile sembolize olan bu tepki nasıl ortaya çıktı? 80’li yıllarla birlikte birçok geç kapitalistleşen ülke gibi Türkiye’nin de uyguladığı sermaye birikim stratejisinin mantıki sonucu olan; taşeronlaşma, güvencesizleşme, mülksüzleştirme ve toplumsal baskıya dayalı siyasi/ekonomik model, ülkenin batısının tarihinde yaşadığı en büyük isyana yol açtı. Geleceğe dair umudu her geçen gün azalan, mevcut iktidar vasıtasıyla üzerinde kurulan toplumsal baskısıysa giderek artan ‘beyaz yakalı’ için ‘Topçu Kışlası’ adıyla kurulacak ticari alana karşı, ortak alanı savunmak tüm diğer ortak alanları savunmanın bir aracı oldu.
NE ÇOK ÜRETTİK, NE ÇOK ÖLDÜK
Tütün-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem’den öğrendim ki Soma, önemli bir tütün üretim merkeziymiş. Sadece tütün değil, pamuk, domates, biber… Pek çok tarım ürünü ve hayvancılık o toprakların geçim kaynağıymış yakın zamana kadar. Aynı durum belki de Anadolu’nun neredeyse tümü için geçerli. Yok edilen tarım ve çiftçilik işçileşmeyi de beraberinde getirdi. Britanya’nın ve diğer ülkelerin kapitalistleşme süreçlerinden tanıdık bir hikâye ‘çitleme’.
Köylülüğün yok edilmesi insanları, madenlerin, sanayi havzalarının, servis sektörünün, kentlerdeki dev inşaat projelerinin kucağına ucuz, güvencesiz ve çaresiz iş gücü olarak bırakıverdi. Sonra ne çok ölmeye başladık; madenden kurtulan, 3. köprü inşaatında, orada değilse kot taşlama atölyelerinde silikozisten, Tuzla tersanelerinde kum torbası yerine kullanılırken veya bir baraj inşaatında çöken iskele altında kalarak…
‘DE TE FABULA NARRATUR!’
Ortak alanları terk etmeye zorlandıkça, ortak alanların birer kâr merkezi haline getirilmesine karşı sustukça, ortak zenginliklerimiz sermayenin değerlenme mekanizmasının içine girdi. Bu mekanizmanın çarkları doğayı, emeği, insan onurunu öğüten bir dişli gibiydi. Nasıl ki Soma’da cinayet daha fazla üretmek isterken yaşandı, daha fazla üretmek için daha fazla ormanlık alanın ve tarım alanının yok olması, daha fazla derenin kuruması, daha fazla insanın ölmesi gerekti hep.
Tüm dünyada kapitalist sanayileşme, köylerin yoksullaşmasını ve büyük bir kentsel güvencesizliği beraberinde getirdi. Bu yüzden Soma’nın acısı sadece Soma’nın değil, aynı zamanda Okmeydanı’nın, Diyarbakır’ın, Kuzey Ormanları’nın, Karadeniz’in derelerinin Almanya’nın ve Britanya’nın...
Hala “İşçi sınıfı nerede?” diye arayan var mı veya soran var mı “Gezi’de işçi sınıfı neredeydi?” diye? Açıkça ortada; ‘hikâye’ hala bizi anlatıyor.
* http://www.habervesaire.com/news/somadaki-faciaya-asiri-uretim-istegi-davetiye-cikardi-2709.html
@utkuzirig