Zaman ayarsız Gezi, zaman ayarlı Soma
Aydın ÇUBUKÇU
Haziran İsyanı, bütün özellikleriyle Türkiye toplumsal hareket tarihi içinde özgün bir yer tutmaktadır. Kimi siyasal ve toplumsal olayları tarihsel analojiler yaparak, kendisinden önceki bazı olaylara benzeterek yorum yapma alışkanlığımız Gezi karşısında tutunamamaktadır. Buna karşın, isyanın tadı damağında kalanlar, toplumsal muhalefet göstergelerinin ibrelerini sıçratacak diye umulan her olayda, tekrarlanır umuduyla sloganlarını yükseltiyor. İlkin “hırsızlık ve yolsuzluk” zelzelesinde bir kez daha meydanların, sokakların dolup taşacağı beklendi, o kadar olmadı. Her skandal “kaset bombası” aynı umudu doğurdu, 1 Mayıs hakeza… Son olarak Soma katliamının ve ona bağlı rezaletlerin yarattığı toplumsal infial Gezi’nin ruhunu bir kez daha çağırdı. Gelmedi!
Açıktır ki, Soma, herkesten çok ve herkesten önce işçi sınıfının meselesiydi. Elbette facianın toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla her kesimden ve her sınıftan insanı ilgilendiren yönleri vardı ve bu yüzden de ulusal çapta kucaklandı. Ama bütün öfke uyandıran özelliklerine karşın bir Gezi yaratmadı.
Birçok kez, Gezi’nin tekrarlanamaz bir deneyim olduğuna dikkat çekildi. Elbette hiçbir toplumsal olayın tekrarı yoktur; burada kastedilen, o bileşimle ve o yaygınlıkta, üstelik gönüllere taht kuran diğer özellikleriyle herhangi bir sebeple o patlamanın tekrarının olamayacağıdır. Çünkü Gezi aynı zamanda, toplumsal hareketlerin sonuca ulaşabilmesi için gerekli temel koşula, temel bir sosyal sınıfın dinamiklerine sahip değildi. Gezi’nin bileşenleri içinde bütün sınıflardan insanlar vardı. Ama katılımcılar, sınıflarının talepleri ve özgüçleriyle değil, bireyler olarak katılmışlardı. Örneğin, işçi bireyler vardı, ama işçi sınıfı yoktu! Küçük burjuvalar, hatta kimi burjuvalar, şu ya da bu holdingin danışmanı-patronu bile vardı, ama burjuvazi de yoktu!
Bunun anlamı, herkesi birleştiren ortak temaların iktidarın güncel uygulamalarından çıkmış olması, ama kapitalizmin temel çelişmelerine ulaşamamış olmasıydı. Birkaç sendikanın, gönülsüz ve beceriksiz katılma girişimi ise, yine o sendikaların kimi yöneticilerinin ya da üyelerinin bireysel katılımının ötesine geçmedi. Örgütsüz bir halk eylemiydi ve bu bakımdan son derece önemli özellikler taşıyordu. Ancak bu özelliği onun süreksiz ve nefessiz bir “ruh” olmasının da nedeniydi.
Şimdi her başımız sıkıştığında “Gezi ruhuyla” sloganlarıyla çağırdığımız bu ruh, çağrıların hiçbirinde kendisine uygun bedeni bulamadığı için arafta beklemeye devam ediyor.
Gezi, havada uçuşup duran bin bir derdin üstüne gidiyordu, Soma yoğunlaşmış haliyle işçi sınıfının en acil, en somut dertlerinin ortaya dökülmesi oldu. İçinde yaşadığımız koşulların özü-özeti, madende yaşayanların hayatında cisimlendi. Özelleştirmelerden başlayıp, taşeronlaştırmaya kadar başta işçi sınıfı olmak üzere bütün topluma yayılmış dertler, temel ve genel özellikleriyle madende patladı. İşçilerin güvencesiz, fiili olarak sendikasız çalışma koşulları ve kredi kartı-borç batağındaki yaşamları, aslında ücretli çalışan herkesin ortak karakteriydi. Öyleyse Soma, 40 yıla yayılmış temel sorunların içeriğini oluşturduğu sınıf mücadelesinin en korkunç biçimiyle beden bulması oldu.
Dünyanın, doğa, ahlak, hayat, özgürlük gibi soyut ve genel kavramlar kılığına girmiş binbir halinin şiiri-şarkısı, öfkesi-özlemi gibi gelip giden Gezi’nin ardında sekiz 8 ölü kaldı. Soma ise, çok keskin ve somut bir biçimde “proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi” ifade eden en dehşetli cümleyi 300 işçiyle dünyaya haykıran bir manifesto oldu.
Gezi’nin gelişi herkesi şaşırttı. Evrensel kötülüğün yoluna çıkmış, hiçbir ayarı olmayan serseri bir mayın gibi patladı. Soma’nın geldiğini ise, orada eli olan herkes önceden görmüş, açık belirtileri tanımlamış, ama üstünü örtmekle, geçiştirmeye çalışmakla yetinmişti. Özelleştirme saldırısının yol açacağı olası sonuçları, işçi sınıfının başına açacağı belaları anlatan herkes, en başta güvensiz çalışma koşullarına dikkat çeken sayısız makaleyle, konuşmayla, mitingle, direnişle Soma’yı çok önceden haber vermişti. Karbonmonoksitten kaçan farelerden daha önce, raporlarla, teknik inceleme ve gözlemlerle görevliler, ısınan kömürü eliyle hisseden işçiler katliamın gelmekte olduğunu görmüşlerdi. Tıpkı, gözler önünde saniyeleri ilerleyen zaman ayarlı bir bomba gibi patladı.
Gezi’yi adlarını ezberlediğimiz 8 genç ölüyle hatırlıyoruz.
Soma’nın 300’den fazla işçisinin adları resmi raporlarda, belki bir yerlere konulacak plaketlerde yazılı kalacak, ailelerinden başka kimse Soma’yı onların adlarıyla anmayacak.
Gezi, sınıfını parka getirmemiş insanların eylemiydi, hayatı çalınan gençler bu yüzden sınıflarıyla anılmayacak. Soma ise açık karakteriyle bir işçi sınıfı faciasıdır ve tek tek insanlarla değil, sınıfın adıyla anılacak. Belli ki hesabı da öyle sorulacak, intikamı da öyle alınacak!
Evrensel'i Takip Et