01 Haziran 2014 09:25

Okmeydanı üzerine notlar (1)

Uğur Kurt’a sıkılan kurşun, aynı zamanda, iktidara karşı mücadele edenler arasındaki hali hazırda var olan veya oluşması muhtemel dayanışma ilişkilerini de kırmayı/parçalamayı hedefliyor. Peki, Okmeydanı’nda olmakta olan olayların etkileri nelerdir ve bunun toplumsal muhalefetin öznelerini ayrıştırmaya yönelik nasıl bir etkisi olabilir?

Okmeydanı üzerine notlar (1)
Paylaş

Deniz YONUCU

Bazı mekanlarda, devletin yarattığı ve desteklediği bir çok toplumsal çatışma son derece görünür biçimde yaşanır. Walter Benjamin’in tanımlamasıyla, bu mekanlar olağanüstü hal mekanlarıdır; yani kapitalist devleti olağan hale getiren/olağanlaştıran baskı ve şiddet politikalarının, üste, suyun yüzeyine çıktığı, görünür olduğu mekanlardır. Bu mekanlarda yaşananlara bakmak bize kapitalist devlet formunun nasıl işlediği, hangi mekanizma ve taktiklerle kendisini yeniden üretebildiği konusunda ipuçları verir. Bu bağlamda, uzun yıllardan beri şiddetli devlet politikalarının en görünür olduğu mekanlardan biri olan Okmeydanı’nda yaşananları anlamaya çalışmak, bize hem Türkiye’deki devlet geleneğinin kendisini nasıl, hangi çatışmalar üzerinden devam ettirdiği konusunda ipucu verecektir, hem de hükümetin yeni manevralarını anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu yazı dizisinde, devletin idare tekniklerini anlamamızın en önemli yöntemlerinden birinin, devlet pratiklerinin yarattığı ve/veya yaratmayı hedeflediği etkilere bakmak olduğunu iddia ederek, Okmeydanı’nda yaşananları etkileri üzerinden tartışacağım. Okmeydanı’nda yaşananlar, bir Alevi-Sünni çatışması yaratmak bağlamında bir çok yerde tartışıldı. Benim iddiam ise, Okmeydanı’nda yaşananları sadece bu çerçeveden görmenin, siyasi hareket alanımızı daraltacağıdır. Elbette, siyasi iktidar bu çerçevede bir kutuplaşmanın önünü açmak istiyor. Ancak, buna ek olarak, Okmeydanı’nda bir çatışma ortamı yaratarak, Gezi sürecinde bir ihtimal olarak bize göz kırpan, iktidara karşı oluşması muhtemel birleşik bir harekete karşı önleyici bir savaş başlatmıştır. Uğur Kurt’a sıkılan kurşun, aynı zamanda, iktidara karşı mücadele edenler arasındaki hali hazırda var olan veya oluşması muhtemel dayanışma ilişkilerini de kırmayı/parçalamayı hedefliyor. Peki, Okmeydanı’nda olmakta olan olayların etkileri nelerdir ve bunun toplumsal muhalefetin öznelerini ayrıştırmaya yönelik nasıl bir etkisi olabilir?
Hem başbakanın son dönemlerdeki söylemleri hem de Okmeydanı’nda yaşananlar hepimizde Alevi düşmanlığından gücünü alan Alevilere yönelik şiddet eylemlerinin yeniden canlanacağı korkusu yarattı. Alevi olanlarımız için bu korkunun zaten daha önceden yaşananlardan kaynaklı korkuları yeniden canlandırdığını, ve dolayısıyla Alevilerin bu ülkede kendilerini ne kadar güvensiz hissetmelerine yol açtığını tahmin etmek zor değil. Şiddetin en önemli etkilerinden biri, bütün varlığımızı tehdit ederek bizi yok olma tehlikesiyle yüz yüze bırakması, dünyada kendimizi yapayalnız ve kırılgan hissetmemize neden olmasıdır. Şiddetin yol açtığı acı ve öfke, diğer hislerimizi geçici bir süreliğine askıya alır ya da en azından onların gücünü bastırır. Şiddet kişiliğimize, kimliğimize, öznelliğimize müdahale eder. Yani, egemenliği kuran şiddet sadece dışsal fiziksel bir güç değildir. Şiddet aracılığıyla siyasi iktidarlar duygularımıza nüfuz etmeye, içimizi de işgal etmeye çalışırlar. Varlığımızı tehdit eden şiddet bizi o kadar can derdine düşürebilir ki, zaman zaman kendi acımızın derdiyle başka acıları görmez oluruz, kendimizi mağduriyetlerimizi yarıştırırken buluveririz.
Batılı sömürgeci idare yöntemlerinin takipçisi ve uygulayıcısı Türkiye devlet geleneği, tam da bu tekniklere benzer tarzda, şiddet uyguladıklarını ayrı ayrı kategorize ediyor, tanımlıyor, isimlendiriyor. Ateş sadece düştüğü yeri yaksın diye şiddetini ne kadar seçici uyguladığını bize gösteriyor. Önce öldürüyor, sonra Kürt’tü, Alevi’ydi, teröristti diye tanımlıyor. Siyasetin alanını şiddet üzerinden belirlemeye çalışıyor. Canına kastedilenleri siyasi temsiller üzerinden görmemizi sağlamaya çalışıyor. Böylece, örneğin Uğur Kaymaz ölünce, sadece bir çocuk ölmüş olmuyor. Kürt bir çocuk ölmüş oluyor. Kürtlüğü, Kürt siyasi temsilini akla getiriyor. Kürt hareketinin siyasetine yeterince sempati duymayanlar Uğur Kaymaz’ın ölümüne o kadar da üzülemeyebiliyor. Uğur için sokağa çıkmaya gerek duymayabiliyor. İktidarın bir çok cepheden farklı toplumsal gruplara saldırdığı ve onları tanımlama, tarifleme ve dolayısıyla ayrıştırma telaşına düştüğü bugünlerde, ezilenleri bir birbirleriyle mağduriyet hiyerarşisi üzerinden tartışırken buluveriyoruz. Ya da bizim derdimizi dert edinmediğini düşünerek birbirimize kızıp, küsebiliyoruz. Örneğin, Aleviler geçtiğimiz pazar günü Alevi yürüyüşüne katılımın az olmasına tepki gösterirken, Soma eyleminde olanlar Alevilerin aynı gün yürüyüş yapmasına kızabiliyor. Bugün yapmamız gereken, ayrı da dursak, ayrı yerlerde de olsak, birbirini duyarak, görerek ve tanıyarak ve en önemlisi bunu görünür hale getirerek toplumsal mücadeleyi örmektir. Ölümlerin ve şiddetin canımızı yaktığı şu günlerde, yanan canların acısında birleşmek, kapitalist değerleri besler biçimde kendini merkeze koyarak acıyı ve mücadeleyi karşılaştırma ve rekabet üzerinden yaşamaktan ve anlamlandırmaktan uzak durmak toplumsal bir sorumluluktur. Aksi takdirde, düştüğü yeri yakan ateş hepimizi yakacak.

ÖNCEKİ HABER

Okmeydanı üzerinden memleket yönetmek

SONRAKİ HABER

Aleviler neden tedirgin?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa