Bin Yıllık Şarap: Hayyam Şarkıları
Onun dilinde dilinde şarap şaraptır, sevgili sevgilidir, çamur çamurdur... 'Hayyam eğer şarapla sarhoşsan hoş ol / ay yüzlü güzelle oturmuş hoşsan hoş ol / Zira ki cihanın sonu yoktur yokluk, / sanki yoksun şayet eğer ki varsan hoş ol'
Haşim HÜSREVŞAHİ
Temel olan yokluktur. Temel olan yokluğun varlığıdır. Sözünü ettiğim temelin de yokluğu! Yokluk yok olsaydı, varlık asla var olamazdı. Varlık yokluğun “içinde”, “eşiğinde” ve “merkezinde”dir. Yokluk, varlığı çevreliyor. Ancak yokluğun çevresi yoktur. Yokluğun dışı olmadığından içi de yoktur. Dışın dışı da öyle! Bu içlilik-dışlılık ancak varlık için geçerlidir. Yokluğun içi, dışı, dünü, yarını yoktur. Yoklukta zaman ve mekân yoktur. Hareket yoktur. Hiçbir şeyden daha küçük olanın da yokluğudur. Bu bir bakıma bir kara deliğin yokluğudur. O kara delik ki bütün varlık, zaman da dâhil, onun çekiminden kurtulamaz. O kara delik ki, zamanı sıfırlar ve zamansız bir yoklukta mekândan söz etmek de mümkün olmaz. Bütün yıldızlar bir kara delik tarafından emilse, bütün kara delikler başka bir kara delik tarafından emilse ve bu emilmeler düşüncenin el verdiği ölçüde sonsuza kadar devam etse, bir tek “mutlaklık”tan söz etmek mümkün olabilir: Yokluk! O yokluk ki bütün varlık ondan var olmuştur ve bütün varlıklar onda sonlanacak ve yok olacaktır. Biz neredeyiz?
Biz bir geçişin içindeyiz. Milyarlar yıl önce yokluğun yarattığı bir varlıktan gelmiş, yokluğun bağrına akmaktayız. Bu varlığımızdan koptuğumuzda, zamansız bir “varlıkta” binlerce sene bu yolu geçmiş olanlarla aynı kervanın yolcusu oluruz. “Bu fani dünyadan göçüp gittiğimizde, yedi bin seneliklerle baş başayız!” (Ömer Hayyam)
Ömer Hayyam, yaklaşık bin sene önce bu trajik güzelliği düşünsel olarak ele almış ve kendi felsefi görüşüyle düzenlemiş ve bildirmiştir. Ancak O, bu düşüncelerini yaklaşık 100 şarkıyla da dillendirmiştir. O şarkılar ki yudumladığı şarap gibi yıllandıkça güzelleşen ve buruk tadı her düşünen insanın damağına yayılan şarkılar! Bu şarkılar sade, apaçık ve anlaşılır bir dille yazılmış seslendirilmiştir. Onun dilinde ondan çokça etkilenen Farsça edebiyatın zirvelerinde yer alan örneğin Saadi, Hafız, Hakani ve diğerlerinin gazellerinde sıkça gözlenen gizem, örtü, iham ve metafor yoktur. Onun dilinde şarap şaraptır, sevgili sevgilidir, çamur çamurdur…
Hayyam eğer şarapla sarhoşsan hoş ol / ay yüzlü güzelle oturmuş hoşsan hoş ol
Zira ki cihanın sonu yoktur yokluk, / sanki yoksun şayet eğer ki varsan hoş ol
Hayyam, onun ününü bilimsel çalışmalarından daha fazla dünyaya yayan dörtlüklerinde doğanın ve elle tutulur gerçekliğin dilini kullanarak, geçmiş yokla gelecekteki yokluk arasındaki geçiş sırasında gözlemlediklerini, duyumsadıklarını bildirmiştir. Hayyam’ın düşüncelerinde, dolayısıyla dörtlüklerinde, varla yok arasında şaşılası bir bütünlük görmekteyiz. Biz işte bu bütünlük içindeki geçişin öyküsünü duyarız ondan. O, günümüzde materyalizm ve materyalist diyalektik olarak bilinen dünya görüşünün de en ilk ve en güzel örneklerini bu dörtlüklerinde açık etmiştir.
Bir söylenceyle sözü kısa kesmek isterim: Derler ki bir gün Hayyam oturmuş şarap yudumluyormuş. Aniden rüzgâr kopmuş ve onun şarap testisini devirip kırmış. Hayyam biraz kızgın, biraz kırgın bir şekilde Tanrı’ya: “Benim şarap testimi kırdın ya Rab / Bana eğlencenin kapısın kapattın ya Rab // Ben şarap içerim sen sarhoş olursun / Ağzıma taş toprak sen de mi sarhoşsun ya Rab!” demiş. Bunun üzerine Tanrı öfkelenmiş ve Hayyam’ın yüzünü simsiyah yapmış! Yüzü kara Hayyam bu kez demiş ki: “Kim bu cihanda günah işlemedi söyle bana / Günah işlemeyen nasıl yaşadı söyle bana // Ben kötü yaptım kötü cezalandırdın sen / Seninle ben arasında fark nedir söyle bana?” Bunun üzerinde Tanrı onu affetmiş ve şairimizin yüzü ak pak olmuş.
Toprak halıda çok uyuyanlar gördüm Altında yerin ne saklananlar gördüm
Yokluk çölüne baktığımda ben heyhat hiç gelmemiş ile gitmiş olanlar gördüm
Hayyam eğer şarapla sarhoşsan hoş ol Ay yüzlü güzelle oturmuşsan hoş ol
Zira ki cihanın sonu yokluktur yok, yoksun diyelim eğer ki varsan hoş ol
Birliktelik elini bir birine koymalıyız Neşe tekmesini bu hüzne biz vurmalıyız
Kalkıp tan atmadan soluk almalıyız yoksa tan atar bizse soluksuz kalırız
Dün çarşıda bir testici gördüm ben de Bir parça çamura vururdu hep tekme
O parça çamur kendi diliyle söylendi bir gün ben de senin gibiydim etme
Ne zamana değin günlük usun esiri oluruz Dünyada yüz yıllık ya ki bir günlük oluruz
Ver bir kâse şarap geç olmadan Yarın testicilerin işliğinde testi oluruz
Ölünce beni badeyle şarapla yıkayın Kulağımda katıksız şarap fısıltısı adayın
Mahşer günü şayet bulmak ister iseniz Beni meyhanenin toprağında arayın
Eğer tanrı gibi elimde olsaydı felek Yok ederdim onu kalmasında ne gerek
Sonra yeni bir felek ederdim inşa Azadeler onda hep bulsunlardı erek
Ey göz kör değilsen mezarı bir dem gör Bu fitne figan coşku dolu âlem gör
Şahlar da çamur altındadır nice başlar da ay yüzlüyü köstebeğe bir yem gör
İç şarabını ölümsüz ömür işte budur gençlikten elinde kalan işte budur
Çiçekler ve şarap vaktidir dostlar sarhoş hoş ol ki bütün yaşam işte budur
Bir testçinin işliğine gittim dün gördüm binlerce testi konuşkan, suskun
Aniden bir testi haykırdı ki hani nerde testi yapan testi alan testi satan
Karanlık Çağın Güneşi: Ömer Hayyam
Haşim HÜSREVŞAHİ
Hayyam üzerine yazmak bir bakıma Doğu’nun bilim, felsefe, düşün tarihini yazmak demektir. Hayyam üzerine yazmak 11. ve 12. yüzyıl İran ve bölge toprakları üzerinde var olan toplulukların sosyal tarihini yazmak demektir. Hayyam üzerine yazmak, Doğu ile Batı arasındaki bilimsel, düşünsel ve yazınsal etkileşimin tarihini yazmak demektir. Hayyam üzerine yazmak karanlık bir dünyada ışıl ışıl parlayan bir güneşi ve o yakan ve de aydınlatan güneşi görmeyen, bağnazlıkla körleşen, duyumsamayan toplumu ve hükümranları yazmak demektir.
“… Düşüncenin meyvesi imandır ve adımın meyvesi irfan. Felsefeci, dünyacı ve doğacı olan kimse bu iki makamdan yoksundur ve avare ve yolunu kaybetmiştir. Körlerin yanında fazilet, hikmet ve dahi olmakla ünlenen bilginlerden biri de Ömer Hayyam’dır. O, sonsuz şaşkınlık ve dalalet içinde ‘o diare ki gelmemizle gitmemiz dairesidir / O daire ki ne başı ne sonu bellidir // kimse bu cihanda doğru söylemiyor / gelişimiz nereden gidişimiz nereyedir’ der.” Bu sözlerin sahibi dönemin ünlü sofilerinden sayılan Necmettin Razi’dir. Şii, Sünni, Aş’eri ve Motazali gibi inanışlar arasında fıkıh, usul ve kelam gibi konular üzerinde sonu gelmez tartışmalar sürerken ve filozoflar kâfir diye yaftalarınken, İmam Gazali gibiler bile küfürle suçlanırken, dönemin padişahi Melikşah ve başveziri Hace Nizamül Mülk bu dini bağnaz çatışmalar nedeniyle terör edilirken, ömrünü bilime ve düşüne adayan Ömer Hayyam zaman zaman, bilimsel ve düşünsel yazılarından zaman buldukça kaleme aldığı dörtlüklerini çok yakın arkadaşları dışında kimseye okumaz, okutmazdı.
Hayyam’dan söz eden ilk kitap Nizami Aruzi Samarkandi’nin Dört Makale adlı eseridir. Daha sonra Abulfazl Beyhaki Hayyam’dan ve eserlerinden söz eder. Hayyam’ın şiirleri ilk kez İmadeddin Katip İsfahani tarafından Haridetul Kasr adlı kitapta Hayyam’ın ölümünden 50 sene sonra ortaya çıkmıştır. Hayyam’ın ölümünden 100 sene sonra Necmeddin Razi Mırsadil İbad adlı eserinde bu dörtlükleri açığa çıkarmıştır. Ancak daha sonraki düzeltmeler, ayıklamalar sonrasında elde sadece 50 rübai kalmıştır. Sadık Hidayet Hayyam Şarkıları (1934) adlı kitabında Hayyam’ın dörtlüklerini titizlikle gözden geçirip ayıkladı. Ahmed Şamlu’ya göre Hayyam’a ait sadece 125 dörtlük var. Ancak yaklaşık 80 sene yaşayan bu düşünürün bütün hayatının meyvesinin sadece bu 100 civarındaki dörtlükten ibaret değildir elbette.
İbni Sina’yı manevi hocası olarak kabul eden Ömer Hayyam’ın, çocukluğu ve gençliği Nişabur’da, İbni Sina’yı ve Ebu Reyhan Biruni’yi okumakla ve kentin en önemli hocalarının yanında okumak ve araştırmakla geçmiştir. Semarkand’de ikamet ettiği süre içinde, matematik ve cebirdeki problemler üzerine ve bu arada 1., 2. ve 3. derece denklemler ve özellikle bu denklemlerin geometrik çözümleri üzerine Arapça eserini kaleme almıştır. Aruzi Samarkandi ve Beyhaii onu doğa felsefesi, matematik ve metafizik üzerine benzersiz üstat olarak kabul ederler. Kısa sürede dikkatleri üzerine toplayan bilim insanı, Selçuklu Celalettin Melikşah’ın daveti üzerine İsfahan’a geçer. Başvezir Hace Nizamül Mülk’tür. O ki, kendi düşüncesinden başka düşünceleri hatalı, kendi inancından başka inançları küfür saydığını Siyasetname adlı eserinde açık etmiştir. Ancak Hace’ye rağmen Hayyam, İsfahan’da rasathanenin başına geçer ve sultanın isteği üzerine, Celali Takvimi’ni düzenler. Bu takvim halen İran’da geçerli takvim olarak kullanılır. Buna göre bir yıl 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 45 saniyedir. Yıllar 12 ay. İlk 6 ay 31 gün, 5 ay 30 ve 1 ay ise 29 gündür. Her dört yılda bir sonuncu ayda 30 gün olur. Bu takvimde hata payı 5000 yılda 1 gündür (Grigori takviminde bu hata 10.000 yılda 3 gündür).
Hayyam İsfahan’da iken birçok bilimsel risaleyi de kaleme alır. Öklid geometrisi ve paralel çizgiler üzerine görüşlerini açıklayan eserlerini yazar. Melikşah’ın ve Hace Nizamül Mülk’ün dinciler tarafından terör edilmesi sonrasında tahta geçen Selçuklu Sencer, rasathaneye olan mali yardımı keser. Başkenti İsfahan’dan Merv’e taşır. Yalakalığa yanaşmayan, sözünü ve düşüncelerini korkusuzca açıklayan Ömer Hayyam’a pek yüz vermez ve O, doğum yeri olan Nişabur’a geri döner ve ömrünün sonuna kadar da orada okumaya ve yazmaya devam eder.
Hayyam’ın fizik, meteoroloji, cebir, müzik, aritmetik, geometri, çelişkiler, yaradılış felsefesi, doğa bilimleri, devlet, Yunan felsefesi, İbni Sina üzerine, madde ve varlık üzerine 30’un üzerinde çok önemli eseri bilinmektedir. Onun matematik dehası yıllarca batılı bilim insanlarına ışık tutmuştur. George Sarton onu benzersiz bir deha olarak nitelendirir. Bugün Paskal (ya da Hayyam-Paskal) üçgeni olarak adlandırılan üçgen Ömer Hayyam’ın eseridir. Hayyam 4. derece (kübik) denklemi çözen ilk matematikçidir. Eşref Ural’ın dediği gibi: “İtalyan matematikçi Luca Pacioli, 1494 yılında, ax2+bx=cx2 gibi dördüncü dereceden bir denklemin çözümsüz olduğunu söylüyordu. Oysa bu denklem, yaklaşık 500 yıl önce, ılık bir İsfahan akşamında, şarap kadehlerinin tatlı lıkırtıları eşliğinde, çoktan çözülmüş bulunuyordu. Non- Öklidyen (Öklidyen olmayan) geometrinin ilk mimarlarından sayılan İtalyan matematikçi Giovanni Gerolamo Saccheri’nin (1667-1733) fikir babasının Nişapur’lu bilgin Ömer Hayyam olduğu, batı bilim dünyasında genel olarak kabul ediliyor.”
Hayyam Nişabur’da doğdu ve orada hayata gözlerini yumdu (1036-1114, 1044-1123, 1048-1131). Ömür boyu evlenmedi. Çocuk sahibi olmadı. Öldüğünde daha önce kehanetini yaptığı noktada, eski Şadyah kasabasında, Mahruk Türbesi yanında toprağa verildi. Beyhaki der ki: “… O, Düstur, Filozof ve Hüccetül Hak diye adlandırıldı. Babalarının hepsi Nişaburluydular. Hikmet ve yıldız biliminde ikinci İbni Sina sayılırdı. O asık suratlı, geçimsiz ve çabuk sıkılan biriydi!” O asık suratlı büyük insanın, içtiği şarap gibi her yıl geçtikçe daha da değeri artan, insanlığa bıraktıklarını bilmek ve okumak bir onurdur.