Acıya yolculuk
Bu yolculukta, hayatın gerçeklerini bir kere daha anladım. Yüzlerce işçi ölmesine rağmen, hayat bir şekilde devam ediyordu, etmek zorundaydı. Devletin ilan ettiği ‘3 günlük ulusal yas’ bir gün sonra bitecekti ve insanlar yaşamaya devam edecekti. Hayat bunu gerektiriyordu
Deniz Ateşoğlu
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Bugün, acıya doğru bir yolculuk yaptık; kalplerimizin yandığı yere, Soma’ya. Elden ne gelir ki? Tek yapabileceğimiz şey, oraya gidip insanlara destek olmaya çalışmaktı. Biz de onu yaptık ve Soma’ya gittik. İlk önce Kırkağaç’taki soğuk hava deposundaydık. Önceden Manisa’nın meşhur kavunlarıyla dolu olan yer, şimdi maden ocağındaki faciada hayatını kaybedenlerle doluydu. O kadar çok insan vardı ki deponun dışında bekleyen. Yakınlarını teşhis etmeye çalışanlar, destekçiler, yiyecek içecek teminatı sağlayan kuruluşlar, tabi bir de meraklılardan oluşan bir topluluk. Havada ise hüzün, yas ve isyan hakimdi. Nasıl olmasın ki? Babası, oğlu, abisi, kardeşi ya da eşi hayatını kaybetmiş o insanların...
SOMA’DA HER YER AYNI
Hepimizin yüreklerini yakan bu yolculuktaki bir sonraki durağımız, Soma Devlet Hastanesi’ydi. Oraya giderken mezarlığa da uğradık. Mezarlıkta da aynı şekilde büyük bir topluluk vardı ve her yerde ağlayanlar, yerlere yatanlar, fenalaşanlar ya da durumunu koruyarak güçlü bir şekilde, ağlamadan ayakta durmaya çalışanlar vardı. Bir süre orada durduktan sonra Soma Devlet Hastanesi’ne giden yolda ilerlemeye devam ettik. Madenden yaralı olarak kurtulmuş işçilerin aileleri acilin önünde bekliyordu. Hangi insanların maden işçilerinin ailesi olduğu yüzlerinden anlaşılabiliyordu, pe-rişan haldeydiler.
İçinde kumanya bulunan bir koli açıldığında, daha o saniyede kolideki kumanyalar tükeniyordu. O denli zor durumdaydılar. Hastanenin tam karşısında bulunan camiye orada bulunduğumuz süre içerisinde 3 kere cenaze aracı geldi ve cenaze namazı kılındı.
HAYAT DEVAM EDİYOR!
Hastanenin sağ tarafında küçücük, meydan gibi bir alan vardı. Orada bulunan kavşakta 2 madencinin çalışırken resmedildiği bir heykel vardı ve heykel kırmızı karanfillerle donatılmıştı. Asıl kalabalık oradaydı. Ara sıra sloganlar eşliğinde yürüyen gruplar geliyor ve orada bir süre slogan atıyordu. Etrafta bulunan dükkanların hepsinde; ‘Hepimizin başı sağolsun.’, ‘Acınız, acımız.’ gibi yazılar asılıydı. Maalesef maden tarafına gidemedik, gidemediğimiz için çok üzüldük. Ancak aldığımız duyumlara göre zaten gitsek de içeriye giremezdik, almıyorlardı kimseyi içeriye. Ayrıca metan gazından kaynaklı, kömür kokusu ve içerideki yangının dışarıya vuran dumanı ile karışmış, aşırı yoğun bir koku olduğu ve nefes problemi olanların kesinlikle oraya gitmemesi gerektiği söylendi.
Bu yolculukta, hayatın gerçeklerini bir kere daha anladım. Yüzlerce işçi ölmesine rağmen, hayat bir şekilde devam ediyordu, etmek zorundaydı. Devletin ilan ettiği ‘3 günlük ulusal yas’ bir gün sonra bitecekti ve insanlar yaşamaya devam edecekti. Hayat bunu gerektiriyordu. Hayat acımasızdı. Belki birkaç gün sonra bu olay, ‘kader’, ‘iş kazası’ gibi laflarla geçiştiril-meye ve unutturulmaya çalışılacak ancak halkın içindeki öfke ve acı uzun yıllar devam edecekti.