Geleceğim geliyorum geldim
Uyguladıkları, yasallaştırdıkları taşeronlaştırma, özelleştirme, esnek çalıştırmalar sonucu zaten hemen hemen hergün birden fazla işçi hayatını kaybediyordu. Bu birer ikişer işçi ölümleri devam edecektir mevcut yasalar ve zihniyet var olduğu sürece
Bulut Filik
Dokuz Eylül Üniversitesi
Ölüm bu,
Fukara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Dizeleri yazarken ne hissettiğini bilemeyiz belki Ahmed Arif’in ama neyi kasdettiğini artık çok daha iyi anlıyoruz.
Türkiye, tarihinin en büyük işçi katliamını yaşadı Soma'da. Resmi rakamlara göre 301 maden işçisi yaşamını yitirdi. Türkiye işçi sınıfının en büyük toplu katliamı olan bu facia aslında bugüne kadar ülkeyi yöneten hükümetlerin emek politikalarının da biriktirdiği bir dışavurumdur. Uyguladıkları, yasallaştırdıkları taşeronlaştırma, özelleştirme, esnek çalıştırmalar sonucu zaten hemen hemen hergün birden fazla işçi hayatını kaybedi-yordu. Bu birer ikişer işçi ölümleri devam edecektir mevcut yasalar ve zihniyet var olduğu sürece.
GERÇEK YÜZLERİNİ BİLMESENİZ İNANIRSINIZ
İşçiyi ve onun emekçi kimliğini litarütürden silmek, hafızalardan kaldırmak için 1 Mayıs'ta meydanları yasaklayanlar, hayatı yaratan, onu var edenleri ayak takımı olarak görenler, onlar baş olduğunda kıyamet kopar diyenler, şimdi en çok üzülen ve en çok kahrolan olmaya çalışacaklar kamera önlerinde. Bilmeseniz gerçek yüzlerini inanırsınız buna. Öyle gerçekçi, öyle yeteneklidir bu zatlar. Zaten o yetenekleri sayesindedir başa gelip onca işçi ve emek düşmanı politikalarını uygulatabilmeleri.
Bugünün düzen partileri işçi sınıfının içine yerleştirilmiş, burjuva sınıfının işbirlikçileri ve aşıklarıdır. Söylemleri bizden, eylemleri onlardan yanadır. Böylesi büyük bir acının üzerine en metanetli, yüreklere işlenen edebiyatları yapıp; bir daha böylesi bir acının yaşanmaması için, bir daha tek işçinin iş cinayetinde ölmemesi için kıllarını kıpırdatmayacaklardır. Böyle ölümlerin bizlerin kaderinde fıtratında olduğunu söylemeyi de ihmal etmeyeceklerdir.
MARX'IN DA DEDİĞİ GİBİ...
Ancak onlar ne derse desin tarih bunun yargıçlığını er geç yapacak ve hak ettiği cezayı verecektir. Fakat iş bunu tarihe bırakmamak ya da bu tarihsel süreci mümkün olduğunca hızlandırmaktadır. Ve bunu da bu katliamın kaza, kader olmadığını haykırarak yapmalıyız. Kaderse bu katliam, kaderse bu ölümler, neden sadece fukaraların kaderidir? Neden inşaatta iskeleden düşen, tersanelerde ölen, makine dişlerinin arasında ezilen, madenlerde ulaşılamayan derinliklerde yiten hep yoksullar, işçi emekçiler olur?
Marx'ın söylediği gibi; 'Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.' Emek gücünün sömürüsü üzerine kendilerine lüks ve konforlu bir hayat sürüp, zengin biri olarak ölenler burjuva sınıfını oluşturdu. Hayatı var eden tüm değerleri emeği ile yaratanların, emekleri üzerindeki bu sömürüyü kaldırıp emeğinin sömürülmediği, karşılığını alarak insanca çalışılabilir koşullarda çalışıp insana yaraşır şekilde yaşamak için mücadele edenler de işçi sınıfını. Ve işte tarih de bu sınıfların mücadele tarihi oldu.
SİYASET YAPMAK!
Yani aslında nasıl yaşamak istediğimizdir nasıl öleceğimizi belirleyen. Böylesi büyük bir katliamın faili olan zatların, çıkıp kameralar önünde bu durumdan kimse siyaset yapmaya kalkmasın, provokatörlere dikkat edilsin demeleri, tıpkı bu katliamı kader diyerek saklamaya çalışmalarında olduğu gibi gerçeklerin açığa çıkarılmasını önlemek adına yapılmaktadır.
Biliyoruz ki feodal ağaların, kralların, imparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla, üretim araçları ve üretimin yarattığı değerler üzerindeki tasarruf hakkı bu kesimlerin elinden çıkıp burjuva sınıfının himayasi altına girdi. Burjuva sınıfıysa bu emek ve yarattığı değerler üzerindeki tasarruf hakkını kralların, düklerin, imparatorların yaptığı gibi açık ve net bir şekilde kutsal bir gerekçe, bu yetmediği zamanlarda da baskı ve zor yoluyla değil; onu kendi çıkarlarını koruyacak şekilde dizayn edilmiş demokrasi anlayışıyla yönetme yolunu seçmiştir. Sınıf mücadelesinin seviyesi oranında burjuva sınıfından bir takım haklar kazanan işçi sınıfının siyaset yapma hakkı doğmuştur.
BİZE DÜŞEN
Yüzlerce işçinin toplu bir şekilde öldüğü ülkede, hergün en az üç işçinin çok basit ve düşük maliyetli bir takım önlemler alınmadığı için öldüğü ülkede, yapılması gereken şey; bu ölümler üzerine en çok üzülen yarışına girmek, bu ölümler üzerine en bol söz sanatlı edebiyatları yapmak değildir. Sessizce, susarak acımızı içimizde yaşamak da değildir yapılması gereken. Bundan öncekilerde göremediysek en azından böyle büyük bir felaketin ışığında görmeliyiz yönetenlerin yönettiklerine reva gördüklerini. Kader diye, kaza diye bize aslında söylemek istedikleri şey; onların böyle rahat, böyle refah ve bolluk içinde yaşayabilmesi için, bizlerin böyle yaşaması, böyle ölmesi gerekir.
Nasıl yaşamak istediğimize artık bir karar verip, nasıl öleceğimizi belirlemektir yapılması gereken. Sözün bittiği yerdeyiz diyenlere, aksine konuşulması gereken çok şeyin olduğunu göstermek... Siyaset yapılmasın diyenlere karşı sınıf temelli siyasetimizi yapmaktır bize düşen. Soma'da çıkarılan her işçinin yüzünün karasında gelecek aydınlık bir ülkenin gerekçelerini okumaktır bize düşen. Soma'da yitip giden her canımızın ardında bıraktıklarının yaktığı ağıtların sebeplerini anlamaktır bize düşen. Okullarda öğrencileriyle, akademisyenleriyle, işçisi, memuruyla artık ülkenin her yerinde her anında kendi siyasetimizi yapmaktır bize düşen.
TERCİHİMİZ NE OLACAK
Artık böyle yaşamak istemeyenler olarak, nasıl ölmek istediğimize karar verme vaktidir. Yoksa dün Zonguldak, bugün Soma bizlere bunları ara ara hatırlatmaya devam edecektir. Yok eğer bu şekilde yaşamayı tercih ediyorsak, burjuva siyasetçilerin bizlere vaat ettiği ama hiçbir zaman vermeyeceği o herkesin eşit, hür ve rahat yaşayacağı masallarına inanacaksak o zaman bu katliamların yaratıcılarını haklı çıkarırız. Çünkü kapitalizmin yönettiği kesimlerin kaderinde vardır bu tür katliamlar ve ölümler. Ve böyle yaşamak kendi tercihimizse, böyle ölmek de kaderimizdir. Ve bu ölümler, bu fukara ölümleri yaşanmaya devam edecektir. Üstelik geleceğim, geliyorum, geldim diyerek...
BURJUVAZİNİN SİYASİ DİREKTİFİ
İŞTE bu yeni devlet ve yönetme anlayışında siyeset; daha iyi yönetebilmek, yönetebileceğini iddia etmek için yapıldığına göre Soma'da yaşanan katliam bir yönetim sorunu değil midir? Ve tam da bu noktada yapılan siyasetlerin yanlışlığını, çıkarılan yasaların kimlerin çıkarına olduğunu söylemek yapılması gereken en acil ve en mecburi siyaset olarak karşımıza çıkmıyor mu? Kapitalizmin tarihinde gerçekleşen en büyük katliamlardan birinin karşısında siyaset yapmaya hakkı olmayan birileri varsa o da bu katliamın yaratıcıları olan yöneticiler ve yıllardır bu ülkede işçi ve emekçilerin yararına bir tek yasa çıkarmamış, böyle bir sorumluluğu da kendine dert edinmemiş olanlardır. Ki bu durum karşısında kimse siyeset yapmaya kalkmasın demek de burjuva sınıfının ve onun emir erleri hükümetlerin yaptığı bir siyasi direktifdir.
KADER NEDEN YALNIZ BİZLERE YAZILIR
BU kader neden sadece bizlere yazılır? Yoksa kaderimiz başkalarının mı elinde? Tanrının yazdığı kaderi yaşamaya fırsat mı bulamıyoruz bu kader yazıcı kulların yazdıkları kaderi yaşamaktan? Bu soruların cevabı evetse, işte o zaman bu ölümler kader değil fukara ölümüdür. Daha fazla kar uğruna, rant uğruna geleceğim, geliyorum, geldim diyen ölümlerdir. Tanrının kaderinde yazılı ölümler; kapitalizmin işçi sömürüsü azgınlığının yarattığı akla hayale gelmeyecek ölümler olamaz. O'nun ölümlerinde 12 yaşındaki Uğur'un bedeninde 13 kurşun olmaz. Ceylan'ın bedeni paramparça olmaz. 15 yaşındaki Berkin 269 gün komada kalıp 16 kiloyla ölmez. 34 Kürt köylüsü bombalarla parça parça olup katırlarla taşınmaz. Hele hele yüzlerce işçi aynı anda toplu bir şekilde hiç katledilmez. Emperyalizmin paylaşım savaşları olan 1. ve 2. dünya savaşlarında ölen milyonlarca insan Tanrının yazdığı kaderle mi öldü? Yoksa kader yazıcı kulların yazdığı kaderleri mi yaşadılar? Bu ölümleri de o kader yazıcı kullar bizlere dini, etnik kutsal ambalajlara sarıp sarmalayıp hediye etmemiş miydi?