03 Haziran 2014 06:00

Emekçi isyanıdır, Soma’yla birleşmelidir

Sokağa çıkan emekçiler, bir sınıfın üyeleri olarak ne yaptılar? Yeterli mi? Neyi değiştirdi? Gezi’nin bıraktığını neyle tamamlamak, ilerletmek gerekir? Kime görev düşüyor? İşte bütün bu sorulara dosyamızın 3. gününde İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Ahmet Tonak’la cevap arıyoruz…

Emekçi isyanıdır, Soma’yla birleşmelidir
Paylaş

DOSYA: 1.yılında Gezi: Nerede kalmıştık?

Hazırlayan: Arif KOŞAR

Bu isyan kimin? Gezi direnişinin bileşenlerini anlama ihtiyacı, heralde oldukça anlamlı ve önemli. Misal; parkın içinde ‘eğitimli’ bir kitle görüldüğünde Gezi direnişi birden bire “orta sınıf isyanı” ilan edildi. Ya Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkan milyonlar? İkinci bir tartışma: Sokağa çıkan emekçiler, bir sınıfın üyeleri olarak ne yaptılar? Yeterli mi? Neyi değiştirdi? Gezi’nin bıraktığını neyle tamamlamak, ilerletmek gerekir? Kime görev düşüyor? İşte bütün bu sorulara dosyamızın 3. gününde İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Ahmet Tonak’la cevap arıyoruz…

Doğrudan tartışmaya girelim: Gezi bir orta sınıf hareketi midir?
Bazı arkadaşlar bunu dile getirdi. Ama, bence değildir. Haziran İsyanı bildiğiniz gibi Gezi Parkı’na AVM veya rezidanslaştırılmış kışla yapmak üzere ağaçları kesmeye teşebbüs edilmesiyle başladı.  Ardından bu teşebbüse direniş ve Gezi’ye yerleşme.  Sonra da, o malum vahşi saldırı yaşandı, devlet kolluk kuvvetleri ile halka ait parka el koydu. İsyan’ın Gezi’de yaşanan kısmına odaklanarak meseleye bakıldığında, gerçekten üniversite eğitimli, dayanışmacı, sloganları ve tepkileriyle hayli yaratıcı ve renkli, dünyadaki diğer meydan hareketlerini yakından izleyen bir kesim ön planda idi. Gezi bir mekan ise, özellikle o mekana bakarak, bir bakıma İsyan’ı oraya sıkıştırarak, 3 milyona yakın isyancının hangi sosyal tabakadan geldiğini gözlemlemek, takdir edersiniz ki, çok sıhhatli değil. Bu mekandan çıkıp, İstanbul’un çevre semtlerine, Türkiye’nin farklı şehirlerine baktığımızda, sokağa çıkan insanların sınıfsal aidiyetlerinin, Gezi’de ağırlıklı olarak gözümüze çarpan yapıdan farklı olduğunu gözlemleyebiliriz.

Baktığımız kapsam bile aslında tartışmayı epeyce çözüyor. Sadece parkta olanlara değil Türkiye genelinde sokağa çıkan milyonlara bakmak. Peki kimdi bunlar?

Başta Korkut Boratav hoca olmak üzere, ben dahil, bir kesim bu hareketin özü itibariyle, emekçi hareketi olduğunu söyledik. Bundan anlaşılması gereken şudur: karikatürize, bir 19. yüzyıl işçi sınıfı algısı, hatta görsel bir beklentisi var. Abartacak olursak, işte mavi tutumlu, elinde anahtar, yüzü gözü yağ içinde, kaslı bir sanayi işçisi. Kol emekçisi olduğu kesin. Bu algı, komik ötesi bir durum. Hele, bu algının menşeini Marx’a atfetmek, bir bakıma orta sınıftan dönüştürücü bir siyasi aktör tezini geliştirebilmek için yapılmış tahrifat düzeyinde bir iddia. Gerek Boratav olsun, gerekse başkaları yaşanan emekçi isyanıdır dediklerinde şunu kastediyordu: isyancıların büyük çoğunluğu, yaşamak için çalışmak zorunda olan insanlardır.  Yani emek güçlerini ya iş yerlerinin özel mülkiyetini elinde tutanlara ya da devlete emek güçlerini satarak var olurlar.  Dolayısıyla da, giderek önemli bir kısmı hizmet sektöründe çalışsa da, gelir seviyelerinden ve hayat tarzlarından bağımsız olarak emekçi olarak tasnif edilirler. Çalıştıkları mekan, diyelim plaza çalışanlarının, siyaseti algılayışlarını, isyanı nereye kadar görüreceklerini, kapitalizmin kendisine bağladıkları umudu ve sair angajmanlarını şüphesiz belirler. Hayat tarzlarının, gelir seviyelerinin farklılığı, yaşadıkları semtler çıplak gözle bile görülecek şekilde emekçilerin genelinden bu kesimi bir bakıma ayrıştırır. Apaçık olan bu tür bir katmanlaşma toplumun dinamiklerini anlamak, siyaset yapmak için tabii ki önemlidir.

“Göz ardı etmiyorum” diyorsunuz?

Kesinlikle. Ama, bu emekçiler arası katmanlaşmayı, büyüyen yeni orta sınıfı kavramsallaştırmak, neredeyse, o kesime dünyanın kaderini belirleyecek siyasi bir misyon yüklemek için kullananlar da var.

Çağlar Keyder gibi?
Evet, Çağlar’ın Gezi’ye ilişkin görüşleri bence bu anlamda tipik örnek. O kadar keskin olmasa da, orta sınıf kategorisini olmazsa olmaz gören, başka görüşler de var. Çağlar’ın görüşü, aslında, Eric Hobsbawm’ın Arap devrimleri sırasında öne sürdüğü bazı tezlere çok yakın. Hobsbawm, 2011’de, BBC’ye verdiği bir mülakatta, “Ortadoğu’daki Arap isyanları 1848 devrimlerine benziyor. Orada da gençler vardı, yükselen orta sınıf vardı. Arap devrimlerinin de motor gücü bu orta sınıftır” gibi ifadeler kullanmıştı.  Gerçi Hobsbawm Gezi’yi göremedi, öldü, ama bu tez Gezi vesilesiyle Türkiye’de popülerlik kazandı. Denilen, kabaca şu: orta sınıf ileri kapitalist ülkelerde küçülmeye yüz tutmuş olsa da, Türkiye’de büyümektedir, Gezi de esas olarak bu yeni sınıfın ağılığını koyduğu bir harekettir.  Dolayısıyla, Türkiye’de umut bağlanması gereken siyasal dönüşümün motor gücü de bu yeni orta sınıf.  Toplumun, bu sınıfın arzuları ile örtüşen ihtiyaçları vardır.  Ne gibi?  Daha demokrat, daha şeffaf olma, daha insan yerine konma gibi. İhtiyaçlar babında katılmamak zor; bence tartışmalı olan yan, bu konuda yeni orta sınıflara bel bağlanıp, bağlanmayacağı.

Gezi direnişinin nasıl analiz edilmemesi gerektiğini konuştuk. Şimdi daha doğrudan sınıfsal bileşimini konuşacak olursak? Park ile ülke genelindeki profili de göz önünde bulundurarak...
Doğrudan sınıfsal bileşimini bilebilmek kapsamlı araştırmaları gerektirir.  Bu konuda yapılmış çalışmaların sayısı 2-3’ü geçmiyor.  Dolayısıyla, söylenlerin kişisel gözlemlere ve ikinci el anlatımlara dayalı olduğunu belirtmekte yarar var. Okuduklarımın yanı sıra, benim gözlemlerim Gezi Parkı’na, Park’ın demografisini, sınıfsal kompozisyonunu büyük ölçüde aksettiren Yoğurtçu ve Abbasağa Parkları forumlarına, daha az aksettiren Acıbadem ve Etiler forumlarına ve oldukça farklı bir yapıda olan Beylikdüzü forumuna dayalı.

Gözlemlemek üzere mi gittiniz?
Etiler ve Beylikdüzü’ne konuşma yapmak üzere çağrılmıştım. Gözlemlerimin başında, genel olarak rejimden duyulan rahatsızlık geliyor. Bu bütün forumlarda ortada idi ve katılanların tamamına hakimdi. Gezi’de AKP’nin planladığı dönüşümden, Alevilerin insan yerine konulmamasına duyulan öfkeye kadar uzanan; asgari ücretin düşüklüğü, güvencesizlik, plaza çalışanlarının karşılığı ödenmeyen mesai saatlerine kadar bir dizi sorunu kapsayan geniş dertler kümesinden söz ediyorum.  Bütün bunların sorumlusu olarak hükümet görülüyordu. Yani, somut dertleri, düzenle çelişkileri, onları farklı taleplerle sokağa çıkarmış olsa da, bu insanların tamamı isyan boyunca, kısa bir sürede AKP’yi yıkmaya hedefleyen bir siyasi aktöre dönüşmüştü. Değişik emekçi gruplarının öfkesinin hedefi haline geldi hükümet. Yukarıda da bahsettiğim gibi, vurgulamakta yarar var, bu insanların ortak özellikleri yaşamak için çalışmak zorunda bırakılmış olmaları. Kendi işinin sahibi, teknik anlamda küçük burjuva isyancı miktarının az olduğunu tahmin ediyorum. Geliri nispeten yüksek olanlara şehrin merkezindeki forumlarda rastlamak mümkündü. Ama, bunlar da ücret karşılığı çalışıyor ve işsizlik tehlikesini hissediyorlardı.
 
Ortaya çıkan talepler, kendini ifade etme biçimleri bakımından bu sınıfsal varlık ya da talepler kendini ne kadar gösterdi? Gezi deyince bunlar akla gelmiyor...
Ortaya çıkan talepler, hem muhteva olarak (ücret ve iktidar talepleri) hem de biçim olarak alışılmış emekçi sınıfların mücadelelerinde rastladıklarımızdan kısmen farklı idi. Batıdaki isyanlarda yaşananlara benzer motifler göze çarptı. Bu, bence, biraz da medyanın neyi gördüğü ve öne çıkardığıyla ilgili. Birisi kalkmış İtalya’dan gelmiş, arabasının arkasında piyanosu.  Taksim Meydanı’nın ortasında onbinlerin arasında çalmaya başlayınca, haliyle bunu 3 gün televizyonlarda dakikalarca izleyebiliyoruz. Ama Beylükdüzü Forumu’nda dile getirilen sorunları hiçbir televizyon kanalında görmek mümkün değil. Dolayısıyla, sorunuza kısa cevap, evet emekçi kesimin talepleri öne çıkmadı olmalı. Ama, tamamen yok da değildi. İsyan’ı geçen Haziran’a sıkıştırmak doğru değil; süreç olarak düşündüğümüzde, bundan sonra neyin ağırlık kazanacağı kestirilemez.

Emekçi karakterinden bahsedince akla üretim süreci ve çalışma yaşamı geliyor. Sınıflar da esas olarak buradan şekillendiğine göre bunu tartışmak lazım. İnsanlar mesai saatlerini tamamladıktan sonra parka ya da forumlara gittiler.
Bu işçi sınıfının sınıf olarak yetersizliğini ve bir bakıma da bize siyaseten ne yapılması gerektiğini ima eden bir alan. Kapitalizmin dişlileri şu ya da bu şekilde dönüyor. Sorunlarımız çok boyutlu: Türkiye’de sendikal hareketin nicel ve nitel zayıflığı, beklenen siyasi iradeyi gösterememiş olması, sosyalist hareketin öncülük edebilecek seviyede örgütlülük düzeyini yakalayamaması önemli hususlar.  İsyan’ın bütün bu olumsuzluklara rağmen gerçekleşmiş olması, aynı zamanda bu sorunların nasıl aşılabileceğine ilişkin ipuçları vermesi da çok önemli. Öte  yandan, çalışma hayatına Gezi’nin hiç yansımadığı söylenemez. Kendi iş yerimde, mesela üniversitede İsyan boyunca sürekli Gezi tartışıldı, konuşuldu. Hayatı durduramadığımız ise bir vaka. Kapitalizmin gündelik işleyişi durdurulamadığı sürece iktidar yerinden edilemez.  Sosyalizm ufku olanların göz ardı etmemesi, hazırlığını bunu bilerek yapması gereken bir husus. Türkiye’de sosyalist hareket yıllarca kitlesizlikten söz etti. Gezi’nin gösterdiği, o muazzam yaratıcı kitle ile mütenasip bir örgütlülüğün ve siyasi kıvraklığın çok gerisinde olunduğudur.

Emekçiler bir sınıf olarak ve sınıf talepleriyle değil de daha çok bireyler olarak mı katıldı. Bunu söyleyebilir miyiz?

Genel olarak bu tepsite katılırım. Ama katılanların çoğu, iş bitiminde, saatine bakıp “İsyan saati geldi, gideyim” diyerek katılmadı. Hepimiz kolektif, çoklu ilişkiler içinde yaşıyoruz. İşyerlerinde, mahallelerde, arkadaş çevrelerinde parçası olduğumuz ilişkiler var. Dolayısıyla, bireysel gibi gözüken katılımın, kolektif yanını ihmal etmemek gerekiyor. Ama, sendikaların ya da bir partinin çağrısıyla İsyan’a katılımı kastediyorsak, her ne kadar o şekilde katılım bir ölçüde olsa da, ağırlıklı olan o değildi.

Gruplar halinde katılmak tamam ama bir sınıf olarak katılmaktan bahsedemeyiz herhalde.
O bakımdan haklısın. Mesela DİSK’in o sembolik iş bırakma durumu tabii ki yetersizdi.

Biz iş bırakma pek göremedik ama...
En azından öyle deklare edildi, ama yetersizdi; sınıf taleplerinin benimsetilmesi açısından yetersizdi. Ama sınıfın mensupları, emekçi olmaktan kaynaklanan dertlerini, öne çıkan sloganlarla ifade etmemiş olsalar da, bir şekilde beyinlerinde taşıyarak, iliklerinde yaşayarak İsyan’a katıldılar.  

Kimi yerde de ifade ettiler.
Evet, ama bu bir politik örgütün onları mobilize ettiği anlamına gelmiyor. Kimi parti ve gruplar sınırlı ölçülerde yapmış olsa da, 2-3 milyonluk bir kitleden söz ettiğimizi unutmayalım.

Soma’da ölümlere karşı eylemlerde bir Gezi etkisi hissedildi. Soma; Gezi’de olmayanlar açısından yani sınıf talepleri açısından başka bir yol açıyor mu? Gezi ile Soma arasında siz nasıl bir ilişki kurarsınız.
Soma bir çok açıdan dönüm noktası. Çünkü, hükümetin de katkısı ve gözünü kar bürümüş şirketin ihmaliyle çok sayıda işçi katledildi. Hiçbir derin tahlile gerek olmaksızın, kapitalizmin insan hayatını hiçe saydığı, en apolitik insanlar tarafından bile anlaşıldı. Soma’daki katliam, Gezi’de ortaya çıkan isyan ruhunu, kapitalizmi aşma ihtiyacı ile  birleştirecek bir eşik sağlamış olabilir. Eğer haklı isek, o zaman taleplerimizin niteliği de değişecektir. Sosyalist politika tekrar bir cazibe merkezi olma ihtimali taşıyacaktır.


Keşfedilmeyi bekleyen

Haluk AĞABEYOĞLU*


Gezi, insanı düşündürtür. Gezi, insanı kendisine mahcup bırakır, hatta utandırır. Gezi, insanı, geliştirir, terbiye eder. Gezi insanı düzeltir, insan eder. 
Dün gece kendimi Viyana’da Gezi anısına verilen ve o anda İnternet’te canlı yayınlanan konserin bağlantısını, üye olduğum haberleşme gruplarına duyurmakta tereddüt ederken yakaladım.
Bir arkadaşım mesajında “Şu an canlı yayında” diye, www.geziconcert.com bağlantısını veriyordu. Açtım; koskoca bir klasik müzik orkestrası, elin Viyana’sında Gezi için bestelenmiş bir eseri büyük bir özen ile icra ediyordu. Çalan temanın fonunda müzik aletleri ile yaratılan şiddetin sesleri: TOMA’ların arsız homurdanmaları, gecenin içinden gelen ürkütücü siren sesleri. Ne güzel dedim, işte evrensel bir isyanın dünyanın başka bir köşesinde bir yıl sonraki bir izi. İzi nerede görülmemişti ki Gezi’nin; Brezilya’dan İspanya’ya, İtalya’daki işgal evine adını vermekten, Joan Baez’in dokunaklı mesajına kadar.
İnsanın böyle bir anda duyduğu, sanırım hepimizin duyduğu, ‘Bu isyanın bir parçası olmak’tan duyulan memnuniyet hali oluyor o anda.  
Bunu arkadaşlarıma duyurayım diye düşünürken, bir yandan ekranda konser akıyordu. Sonra altındaki yazıda ‘Fazıl Say’ın adını okudum. Demek ki Say da bu konserdeydi, hatta elbette solistiydi, mutlaka konsere önemli katkısı da vardı.
Olayları, vakaları çabuk unutan zihnimde kalanlarda Fazıl Say’ın durumu iyi değildi. Sanatına insanı hayran bırakan bu adam -bir yandan da insana iyi gelen- naif bir cesaretle söylediği kimi fikirlerinde fena saçmalıyordu, bana öyle geliyordu.
Bu, hiçbir zaman onun guguk olmuş bir “hukuk” içinde cezalandırılmasına zerrece haklılık kazandırmaz, ama işte Fazıl Say nihayet, bu cumhuriyetin varlığını bir kazanım olarak gören ve esas olarak muhafazasından yana bir tabiat sergiliyordu. Bunu yaparken doğrusu, biraz insanlara tepeden bakmaya çalan söylemi, bana ‘avamı küçümseyici’ bu anlamda zarar verici gözüküyordu.
Konseri arkadaşlarıma duyurayım diye davranırken ben, Fazıl Say’ın adını okuyunca bunları düşünmeye başlamış, “Bu adam içinde olduğu için duyurmasam mı acaba” diye tereddüt etmeye başlamıştım. Orada kendimi yakaladım ve bu tereddüt etme halimden mahcubiyet duydum.
Gezi’de böyle yapılmıyordu. Biz Gezi’de böyle yapmıyorduk.
Onun için;
Gezi, insanı düşündürtür. Gezi, insanı kendisine mahcup bırakır, hatta utandırır. Gezi, insanı, geliştirir, terbiye eder. Gezi insanı düzeltir. 
Peki, Gezi’de ne yapılıyordu, ne yapıyorduk? Çok düşünmemiz, konuşmamız, kendimizi çok acıtmamız ve eylememiz gereken bir şey bu. Gelecek için. Umarım yapacağız.
Hakkı verilmesi gereken evrensel bir ayaklanma orada duruyor işte. Keşfedilmeyi bekliyor.

* Araştırmacı, Taksim Dayanışması davasında suç işlemek amacıyla örgüt kurmakla suçlanan 5 kişi arasında yer aldı.

YARIN: Prof. Dr. Taner Timur’la, Gezi tarihleştirmek

ÖNCEKİ HABER

İsdemir\'de ‘İşveren kimi seviyor’ yarışı

SONRAKİ HABER

Onlar, fotoğrafın arkasındaki suretlerden fazlası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa