Mezar taşlarıyla barış olur mu?
Bir yıl önce yine bu zamanlarda geri çekilme süreçleri yaşanırken, Kürt kadınları çekilme bölgelerinde nöbet tutmuşlardı. Yaşadıkları tecrübeler vardı, açılan kapılar hep ölüm kapısına dönüşmüştü...
Duygu KURBAN
…
Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
"Önce Vatan" yazısı bir hüzün değil midir?
Bunca kanın helalini kim kime nasıl öder
Mezar taşlarıyla barış olur mu?
…
diye sormuş Şükrü Erbaş. Mezar taşları ile barış olmayacağı aşikâr! Çözüm sürecinin bile ne zaman başladığını unutmak üzereyiz. Ama biz kadınların hayatında değişen tek şey ölüm haberlerinin gelmemesi. Önemli bir değişim elbette, küçümsememek lazım. Fakat şu zamanlarda yine tedirgin Kürdistanlı kadınlar, yine tedirginiz. Kalekollar inşa ediyorlar dağlarımıza. Kimi koruyacağı ise soru işareti kadınların kafasında. Barış sürecinden geçerken, üstelik geçen onca zamana rağmen hiçbir adım atılmamışken, şimdi getirip hayatlarımızın tam ortasına bu kalekolların inşa edilmesi de neyin nesi? Kadınlar bu kalekolların kendilerini korumadığından emin ve bir şeyden daha emin gibiler: mezarlarının sayısını çoğaltacağından!
Bir yıl önce yine bu zamanlarda geri çekilme süreçleri yaşanırken, Kürt kadınları çekilme bölgelerinde nöbet tutmuşlardı. Yaşadıkları tecrübeler vardı, açılan kapılar hep ölüm kapısına dönüşmüştü. Bu sefer de aynı şeyi yaşamamak için, çocukları için; gerillası, askeri ile tüm Türkiye halklarının çocukları için nöbet tutmuşlardı günlerce. Asker annelerini de çağırmışları barış nöbetlerine, Türkiyeli ve Kürdistanlı kadınların daha fazla ölüm haberleriyle uyanmamaları için. Küçücük çocuklarını getirmişlerdi dağların yamaçlarına, bırakacak kimse olmadığından. “Baba ve bir çocuk içerde, iki çocuk asgari ücrete çalışıyor, biri cezaevinden gelecek telefonlara bakmak için evde kalmak zorunda, ikisi de dağda…” Hepsinin olmasa da birçoğunun böyle dertleri vardı. Kürt kadınları bu acıları, ölümleri geride bırakmak için her şeyi yapmaya hazır. İşte son zamanlarda artan, kalekollara karşı direniş de bu yüzden.
KALEKOL: BARIŞIN KARŞISINA DİKİLEN KALE
Bu coğrafyanın acısı, dolaysıyla hikâyesi çoktur. Barış sürecinin başladığı ilk zamanlar, bir araya geldiğimiz bir kadın, “bizim köyün tepesinde karakol var, her gün atış talimi yapıyorlar. Ben de talim saatlerinde çocuğumu televizyonun olduğu odaya götürüp, kapıyı kapatıyorum. Televizyonun sesini de son ses açıyorum silah sesini duymasın diye” demişti. Kürt kadınları artık çocuklarını silah seslerinde büyütmek istemiyor. Barış süreci heyecanlandırmıştı bölge kadınlarını, bir umut yaratmıştı yüreklerinde. Ama değişen bir şey olmadı hayatlarında. Silahlar susacak ölümler bitecek diye umutlanan halkın tepesine onlarca kalekol kurulmaya çalışılıyor. Kürt kadını için o kalekollar barışın karşısına dikilen kalelerdir. Bu yüzden günlerdir kalekollara karşı direniyorlar. Devlet de copuyla gazıyla saldırmayı ihmal etmiyor. Oysa bir şeyler değişecek ise, gençlerin dağa gitmek yerine dağdan inmesinin koşulları yaratılmalı. Kalekollar inşa etmek yerine bölgede var olan askeri alanlar daraltılmalıdır. Dersim’de neredeyse her mahallede bir askeriye var. Şimdi bu yetmez gibi dağlara kuruluyor. Kim için ne için?
BAHARI SEVMEMENİN ÖTESİ
Benim baharı sevmeyen arkadaşlarım vardı. Bahar demek daha fazla çatışma, daha fazla ölüm demekti. Huzurumuz kaçmasın diye yanı başımızdakinin sesini duymamak kaç vicdana sığar? Hangi barış çığlığı duyulmayı haketmez? Kaç Berfo ana daha gerek, kalıcı barış için? “Kürt halkının realitesi tanınmalıdır” dediği için sürgün giden Ahmet Kaya, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne layık görülmüştü cumhurbaşkanı tarafından. Bu yazıyı o kurumlara da atfen Ahmet Kaya’nın bir parçası ile noktalamak anlamlı olacaktır. Ahmet Kaya bir parçasında “abin bir gün dağdan döner sarılırsın yavrucağım” diyor. Tüm kadınlar, tüm halk o günü bekliyor.