Bildiğimizle ne yapacağız?
Ekmek o kadar acı ve kazanılması o kadar zor ki, ona erişmenin ne kadar büyük bir zahmet olduğunu konuşmaktan güle dokunmak mümkün olmuyor memlekette. Biz, bir yandan bugünümüzün ve yarınımızın insani ihtiyaçlarını gidermek için binbir zahmetle ekmeğimizi kazanırken en az ekmek kadar insani bir ihtiyaç olan eşitlik, özgürlük, barış, adalet hayatın derdine değmeyen uzak mefhumlar gibi kalakalıyor o gündem içerisinde...
BİLDİĞİMİZLE NE YAPACAĞIZ?
Ekmek o kadar acı ve kazanılması o kadar zor ki, ona erişmenin ne kadar büyük bir zahmet olduğunu konuşmaktan güle dokunmak mümkün olmuyor memlekette. Biz, bir yandan bugünümüzün ve yarınımızın insani ihtiyaçlarını gidermek için binbir zahmetle ekmeğimizi kazanırken en az ekmek kadar insani bir ihtiyaç olan eşitlik, özgürlük, barış, adalet hayatın derdine değmeyen uzak mefhumlar gibi kalakalıyor o gündem içerisinde. Ekmekle korkutulup gülden ediliyoruz. Bir laf vardır, “eğer konuşma özgürlüğüm yoksa aç olduğumu nasıl anlatacağım, açlığıma sebep olanları nasıl ifşa edeceğim” diye. Ekmeğin ucunu gösterip geri kalan bütün insanlık kazanımlarına el koymanın ne demek olduğunu gördük Soma’da işte… Ekmek o kadar yerin dibindeydi ve o lokmayı eve getirmek ancak insanlık dışı her türden muameleye boyun bükersen mümkündü ki… Hakkın, adaletin, eşitliğin, demokrasinin, özgürlüğün, özgür iradenin üstü kömür tozlarıyla öylesine kaplanmıştı ki… Hakkını savunacak sendikacını bile kendin seçemediğin yerde, eline bir pet şişe su tutuşturulup iktidarın gövde gösterisine figuran eylenmişliğin, sırtında sürekli “hadi hadi, daha fazla çalış” kamçısıyla çalışırken evde çocuk “hadi baba” dediğinde gözleri çakmak çakmak olmuşluğun hesabını o kadar soramaz hale getirilmişsin ki… Yarına bir lokma ekmek fazla götürmek için özgür iradenin elinden alınmasına o kadar boyun büker hale getirilmişsin ki… İnsanlıktan çıktığını anlatma, seni insanlıktan çıkaranların kim olduğunu söyleme hakkın o kadar elinden alınmış ki… Bu hakkı ancak 301 canın ardından her şeyi göze alarak kullanabilirliğin o kadar faş olmuş ki…
Ve kadınlar… Bütün bunları bilip de bildiği boğazında düğümlenen, çünkü ekmek derdine, işsizliğin yükünü omuzlama derdine düşen, bildiğiyle ne yapacağını bilemeyen kadınlar…
Soma’nın ardından taşeron cumhuriyetine dönen memleketin her yanında “taşeron ölüm demek” diyen ve taşeron sisteminin yasaklanmasını talep eden imza kampanyaları başladı. Taşeron sistemi kadınlar için sadece bir “çalışma biçimi” değil, bir kez daha ortaya çıktı. Çünkü bu sistem kadınlar için her an ve ilk olarak işten çıkarılma, hiçbir güvencen olmadan köle gibi çalıştırılma, evin ve işin tüm yükünü omuzlarken hep daha az ücrete mahkûm bırakılma, geçmişte kazanılmış emeklilik hakkının peyderpey elinden alınması, hiç emekli olamayacağını bilerek çalışmanın yılgınlığı, hem evde hem işte alın teri döküyorken yardıma muhtaç edilmişliğin adı, yardıma muhtaçlığın ve ekmeğe uzaklığın nedeniyle söz hakkının, örgütlenme ve hakkın yerini bulmasını sağlama hakkının elinden alınması demek. Taşeron sistemi önce kadınların emeğinin her türlü gaspının meşrulaştırılması demek… Sessizliğe ve çaresizliğe mahkûm edilmek demek… Dergimizin bu sayısında taşeron işçi bir kadının sözleriyle “yaşam sevincinin elinden alınması” demek…
Yaşam sevincimizi elimizden alanlara karşı parça parça yürüttüğümüz çokça mücadele alanımız var: Soma’da emeğine, Amasya’da parkına, Rize’de suyuna, Lice’de barış umuduna sahip çıkanların en önünde kadınlar var. Hepsi, kendine öncel atfettiğine sarılıp bir yerden sarsıyor yalanın örgütlü gücünü. Ama sorun şu ki, hepsi kendine bakıyor. Rize’de 65 yıllık hayatında ilk defa polisle karşı karşıya gelen Nermin teyze, yediği polis copunu Lice’deki kadının yediği coptan, gaz bombasından ayırıyor da “orada yol kesen PKK’ya bir şey yapmayanlar bize saldırıyor” diyor. Soma’da ekmeğine sahip çıkan işçisi, işçi ailesi sendikanın ağalık sistemine kafa tutuyor da, katliamın bilânçosu açıklandığı sıralarda canı yananlar Soma’da insanlar taşeron sistemine açlık pahasına karşı çıkarken unutuveriyor. Amasya’da parkına sahip çıkan Gezi direnişinden öğrendikleriyle yerelinde el ele veriyor da, Gezi’nin bileşenleri olanlar bundan sonrasının nasıl ilerleyeceğine dair bir yol haritası çıkaramıyorlar. Yalanın örgütlü gücü bizi birbirimizi görmez, görse de aklında tutamaz, tutsa da hatırladığıyla ne yapacağını bilemez hale getiriyor.
Kadınların birbirini görmesi için atılan adımlar da yok değil. Ve biz Ekmek ve Gül ekibi olarak bu adımların her yeni ay ete kemiğe büründüğünü görmekten ve göstermekten büyük kıvanç duyuyoruz. Esenyalı’da, Kayseri’de, Derince’de, Mamak’ta, Sincan’da ve daha pek çok yerde adımları atılan kadın örgütlenmelerinin her adımını takip eden, orada birikenleri başka kadınlarla buluşturan bir mecra olmanın, bunu 5 yıldır her gün yapıyor olmanın hem mutluluğunu hem de sorumluluğunu hissediyoruz. Kendine birikeni ve başka kadınlarda birikeni görmeye, gördüğüyle ne yapacağını bilmeye çalışan kadınların buluşma mecrası olan Ekmek ve Gül 29 Haziran’da sözlerini buluşturduğu kadınları bir şenlikle bir araya getiriyor. Gezi direnişinin direngen ve üretken forumlarının yapıldığı Yoğurtçu Parkı’nda saat 15 ile 19 arasında sözümüz, dayanışma gücümüz ve geleceği bugünden farklı kılma hayalimizle buluşuyoruz. Pek çok sanatçı kadının sesiyle, sözüyle renk katacağı etkinliğimiz, aynı zamanda Ekmek ve Gül’ün yaşaması ve daha iyi işler yapabilmesi için bir dayanışma etkinliği de olacak… Tüm okurlarımızı bu dayanışma şenliğine bekliyoruz.
Şenlikle ilgili bilgi almak için ekmekvegul@evrensel.net adresine yazabilir, 0212 589 34 06 numaralı telefonlardan bize ulaşabilir, 29 Haziran Pazar günü yere serecek örtün, arkadaşlarınla paylaşacak yemeğin, söylemesen olmaz sözün ve dayanışma gücünle saat 15’de Yoğurtçu Parkı’na gelebilirsin…
Şenliğimizde görüşmek üzere!
ekmek ve gül