8 Haziran 2014 14:46

Mecnun’dan vazgeçmiş bir Leyla

Özlem TEMENA
Ayşen GÜVEN

Tekstil atölyelerini hepsi yan yana dizilmiştir ve bir mahalle görüntüsü verirler dışarıdan bakanlar için. O mahallede yaşayan bir kadınla tanışıyoruz Seray Şahiner’in Antabus kitabında. İstanbul’a göçle geliyor kitabımızın kahramanı Leyla ve hemen hemen her göç eden ailenin yolu düştüğü gibi onunda yolu düşüyor tekstil atölyelerine. Leyla bize kendi hikayesini kendi ağzından, kendi cümleleri ile anlatıyor. Yaşadığımız coğrafyada o kadar az kadın kendi hikayesini anlatıyor ki Leyla’ya kulak vermekten kendinizi alamıyorsunuz. Aynı zamanda konuşma reflüsü olan bir kadın o. Ama susmak hiç ona göre değil, hayatının her evresinde karşılaştığımız, kimi zaman yan komşumuz, kimi zaman sokakta göz göze geldiğimiz, kimi zaman gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde okuduğumuz kimi zamanda hastanenin acilinde karşılaştığımız bir kadın Leyla.  Bu kez Antabus kitabında karşılaşıyoruz Leyla ile. Bakalım neler anlatıyor Leyla bize?
 
Kitapta Leyla’yı anlatırken tekstil atölyelerini, oralarda nasıl çalışıldığını da baya nakışlamışsınız. Nasıl bu kadar hakim oldunuz tekstil işçilerinin hayatına? İnsan daha önce atölyelerde çalışmış olabileceğinizi düşünüyor?
Tam da öyle. Ailemin bu sektörde olmasından dolayı konfeksiyon atölyeleri de yaşamımızın bir parçasıydı. Genelde göç alan semtlerde kurulur bu atölyeler. Bayrampaşa’da 92-93 yıllarına kadar Bulgaristan göçmenleri çalışıyordu, daha sonra 93’teki zorunlu göçten sonra Kürtler, şimdi de Afrikalılar ve Suriyeliler. Bütün göç yolları konfeksiyon atölyelerinden geçiyor. Kitabın ana kahramanı Leyla’nın daha önce göçle İstanbul’a gelen akrabaları konfeksiyonda çalıştığından, Leyla için de düşünülen ilk iş bu sektörden oluyor. Tekstil, usta- çırak diyaloğunun gaddarca yürüdüğü bir alan. Ustayla, el işçisi arasında çok cüzi haftalık ücret farkları var. İkisi de ev kirasını ödemekte zorlanıyor. Ekonomik güçten mahrum olan ustaların büyük kısmı gücü bir altındakini ezerek ele geçirdiğini zannediyor. Leyla, bir sürü toplumsal baskının mıknatısı olduğu için, konfeksiyonda çalışması bunları göstermek adına önemliydi.

Leyla kendi hikayesini kendi ağzından anlatıyor? Yaşadığımız coğrafyada ne yazık ki çok az kadın kendi hikayesini anlatabiliyor, Leyla’da bunlarda biri, Siz biraz anlatabilir misiniz Leyla’yı?
Daha önceki iki kitabımda dış anlatıcıya da yer vermiştim. Bu kitapta dışardan anlatmayı doğru bulmadım. Çünkü zaten dışardan baktığımız, yan evden duyduğumuz, sokakta gördüğümüz, gazetede okuduğumuz; “vah yazık” deyip geçtiğimiz hikayeler bunlar. Kahramanın ağzından dinlememiz daha doğru geldi. Kitabın içinde mizahı bir yabancılaştırma unsuru olarak kullandım. Sadece acıma duygusu üzerinden verseydim, 3. sayfa haberinden bir farkı kalmayacaktı. Acımak tehlikeli, çünkü kullanışlı bir merhamet barındırıyor. Acıyorsun ve acıdığın için kendini iyi insan sınıfına sokuyorsun: Neden? Merhametin var. Ne işe yarıyor? Hiç. Tanık olmak, acıyıp geçmekten daha büyük bir sorumluluk yükler oysa…

Aslında Leyla senin de dediğin gibi çok kurnazca ara çözümler, formüller arıyor. Bazen buluyor bulduğu formüllerse geçici oluyor. O geçici şeylere tutunmak içinde çok mücadele ediyor. Hastane mesela, refakatçi olmak, fiili taşeron sağlıkçı olmak gibi...
Leyla’nın ev dışında bütün hayatı hastanede geçiyor gibi. Üstelik hastanede koca dayağı da yok. Bildiği tek yer hastane olunca kurduğu hayaller de hastaneye sığınmak üzerine oluyor. Çünkü çalacak başka bir kapı bulamıyor. Sokağa çıkmak özgürleşmek gibi bir fikri var ama sokakta kalmamak için de başında bir dam olması gerektiğini düşünüyor.

HASTANE, ÜLKER’İN ARAF’I OLUYOR
Ülker kitaptaki en ilginç karakter aslında. O nasıl ortaya çıktı?

Ülker Leyla’dan bir önceki kuşağı temsil ediyor. İlahi Komedya’nın Araf kısmında Vergilius karakteri vardır. Baş kahramana Araf’ı gezdirir. Ülker’i de biraz Vergilius gibi düşündüm. Kendi cehenneminden cennete çıkış kapısı arayan, görmüş geçirmiş bir kadın. Hastane, Ülker’in Araf’ı oluyor.

Senin kitabın birçok yerde 3. sayfadaki haberlerle anlatıldı. Bu haberlerin “3. sayfa” da görülme biçimi ve algılanışı gerçeği hafifletir mi oldu sanki?
Şiddete maruz kalan kadınlar ancak mağduriyetin en üst noktaya çıktığı anlarda haber değeri taşıyor. Olayı anlatırken, bir de söylemle mağdur etmemek gerekiyor. Fotoğrafının basılması ya da isminin yazılması, zaten mağdur olan birinin bir de ifşa yoluyla mağdur edilmesine yol açabiliyor.

Kadının derdini 3. sayfa haberinin insafına bırakmayıp, ne yapmalı?
Birinin maruz kaldığı şiddetten kurtulmasını yan konuşunun insafına bırakılması çok acımasızca. Şiddete meydan veren yahut onu oluşturan sistemin değiştirilmesi gerekiyor. İçerdeki kadının kurtuluşu da sadece kendisinden geçmiyor. İradesi alınmış çok insan var. İçerdeki kadın çığlık atıyorsa dışardan aynı sesin yankılanması gerekiyor ki şiddeti uygulayanı durduracak bir mekanizma oluşsun.

Leyla efsane bir kadın adıdır. Bir sürü sanat, edebiyat eserinde kadın karakterin adıdır. Sizinki neden Leyla?
Leyla ile Mecnun’un artık Mecnun kısmını bile reddedeceği noktada. İsmin simgesel bir yeri var hafızamızda. Çünkü bizim bildiğimiz Leyla, aşkı için mücadele eden Leyla. Artık ondan bile vazgeçmiş bir kızı anlatacağım için adını Leyla koydum.

İNSANLARDAN UMUT KESTİĞİ NOKTA ANTABUS
Kitabın adı neden bir ilaç adı ve neden o ilaç Antabus?

Aslında hepimiz gibi Leyla da önce insanlardan medet umuyor. “Babam beni korur”, “sevgilim beni korur”, “abim beni korur” beklentilerinden geçiyor. Bu insanlardan umudu kesip artık kendisinin de ilaçlardan medet ummaya geldiği nokta aslında Antabus. Son umudu Antabus’tu, bundan da umudu kestiği noktada onun için iki son ortaya çıkıyor… Leyla birçok şeye kurban edilmiş ama mücadele etmekten vazgeçmiyor. Pes etmeyi de deniyor. Kabullenmek onun için bir konfor haline geliyor. Çünkü ağzını açtığı anda başı belaya giriyor, ya dayak yiyor ya baskı görüyor. Evden dışarı adımını attığı an toplum tarafından zerk edilmiş kıyamet senaryoları önüne dikiliyor.

TELEVİZYON ÇOK ŞEY BİLİYOR
Kitabın Antabus kadar güçlü bir başka simgesi de televizyon galiba. Özellikle ev kadınlarının sürekli izlemesi ama genel olarak “televizyon çağı” sıkça tartışılır. Sen kitapta “hayat okulu mezunuyum” gibi tüm zamanların afilli laflarından birini “ben televizyon mezunuyum” yapmışsın. Ne var televizyonda, Leyla nasıl bir bağ kuruyor?  

Televizyon bir kere bedava. Eve hapsedilmiş bir çok kadının kocasından izin almadan dahil olabildiği tek eğlence ve bilgilenme aracı. Leyla’nın evden çıkması pek hoş görülmüyor. Kocasıyla diyalog kuramıyor, konuşabileceği tek kişi konuşmayı kendisinin öğretmekte olduğu kızı. Bir yandan da dünyayı kızının algısını bozmayacak biçimde montajlayarak sunmaya çalışıyor. Ama buna fırsat verecek bir hayatı yok. Televizyon bu noktada bir teselli olarak devreye giriyor, çünkü bir muhatap. Aslında hayatındaki diğer muhataplardan da bir farkı yok, sürekli konuşuyor ve Leyla’nın cevabını dinlemiyor. Televizyon şöyle bir sıkıntı doğurabiliyor Leyla için; televizyon çok şey biliyor. “Mesele evinizde şiddete mi uğruyorsunuz? O zaman savcılığa gidin, yanınıza iki şahit alın” diyor. Kendi hayatında o iki şahidi yanına alamayacak bir kadın için bu bilgi çok can acıtıcı. TV’den “çocuklarınızı şiddet ortamında büyütmeyin” dendiği zaman evinde şiddet olan bir kadın için çok yaralayıcı olabiliyor.

HEYKELİ ÖPMESİ BİR UMUT PROVASI ASLINDA
Kitapta ki en etkileyici yerlerden birde Leyla’nın bir heykeli öpmesi. Çok can acıtıcı bir sahne aslında. İlk cinsel deneyimini tecavüzle yaşıyor Leyla, sonra da fazla mesaiye  katlandığı sevgilisine de kendi deyimiyle “razı” oluyor sonrasında ise kocasının tecavüzüne uğruyor. Leyla’nın kendi arzusuyla öpüştüğü tek varlık o heykel mi oluyor?

Heykelle öpüşme meselesi ise tuhaf bir umut provası aslında. Çünkü Leyla, baba evinde gördüğü baskıya rağmen hayatına girecek insanı kendisinin seçeceğini düşünüyor. “Öpüşmeyi de bilmiyorum rezil olmayayım” diyerek gidip o heykeli öpüyor ve o anda da bekçi geliyor ve engelliyor. Özgürlüklerimiz sadece ev içinde değil, dışarıda da patron eliyle devlet eliyle engellenebiliyor, bekçi düdüğünü bunun ironik bir temsili olarak kullandım.

Evrensel'i Takip Et