Haziran’dır gelen gürültüyle
Haziran’ın güzel çocukları ayrıca bazı nitelemelerle, kelimelerle anlatmaya hacet yok. Sadece Haziran’ın mı? Demiştik, takvim hem coşku hem yutkunma taşıyor bu topraklarda. Toprağın altı da üstü kadar kıymetli. Bu belki de iyi bir şeydir.
Mehmet Said AYDIN *
Ayların kendisine, günlerin başına sonuna anlam atfetmemek mümkündü. Belki dünyada böyle yaşayan birileri vardır. Yakın zamanda okuduğum bir metnin anlatıcısı, evdeki bütün saatlerin pilini çıkarıyor ve takvimleri yok ediyordu. Ona göre zaman, ancak onun belirleyebileceği bir şeydi ve günlerin bir rakam ve bir isimle ifade edilmesi epey saçmaydı. Anmalar, yıldönümleri, coşkular ve üzüntüler kimi zaman takvimle oluyor, malum. Mayıs ve Haziran da öyle aylar, bilhassa son bir senede olan bitenle.
Son bir senede olan bitenin ne olduğunu iğne iplik detayla anlatmak mümkündü ama ziyadesiyle ifa edildi. Anlatan anlattı, hepsi kayıt da edilmedi üstelik. 31 Mayıs’ta patlayan “Gezi Direnişi”, birçok coşkuyla beraber, bazı yutkunmaları da beraberinde getirdi. Yutkunmak neymiş? Apaçık “çok üzülmek”. Ama şimdi çok üzülmekten dem vurmanın vakti olduğunu düşünmüyorum. Hulki Aktunç değil miydi diyen? “Yangın kavmindeniz ne giysek alev” (Temmuz da geliyor üstelik ve Sivas). Memleketin takvimi yük dolu. Yük ve coşku. Yangın ve alev. Biz şimdi Haziran’dan söz edeceğiz.
Gürültü mühim bir kavram. Kökü “gür”den geliyor, gür denince de benim aklıma kimi ağaçlar geliyor. Kökü gür, kendi gür ağaçlar. İnsanların kesilmesin diye günler gecelerce gaz yediği, öksürdüğü, gözyaşı döktüğü (somut olarak), yaralandığı ve evet öldüğü. Tarih bunun kaydını çoktan düştü, varsın sermaye sahipleri, Hızır Paşa’lar yokmuş gibi davransın. Dünyanın bir yerinde gencecik çocuklar, kocaman insanlar, çocuklar ve yaşlılar yaralandı ve öldü. Ağaçlar kesilmesin diye. Bunu da kolluk kuvveti yaptı, ülkenin -hayal ettikleri- bekası için. Devlet bu, biliyoruz: Öldürür. Neden öldürdüğünü anlatmak ihtiyacı duymaz. Bu ihtiyacı duyduğu zamanlarda da dalga geçer gibi, ağzında bin yıllık sakızı çiğneye çiğneye cevap verir. “Devletimizin bekası her şeyden önemlidir.”
Uzak değil, daha geçen gün söyledim bir yerlerde, “Gezi zamanı pek fotoğraf çektirmedim, telefonda dahi anca ‘Kızıl Meydan’a Hoşgeldiniz’ yazılı o şahane afiş var Gümüşsuyu tarafından girişte. Öyle uzun uzun anlatacak anım da yok belli ki. Kimseye yıldönümde şunu yapalım, bunu yapmayalım demek istemem, istemiyorum. Ama şu biliniyor; epey insan (bu epey, hakikaten epey) Gezi’den sonra değişti, dönüştü. Daha da değişecek, dönüşecek. Aportta bekleyip ‘Hani devrim olacaktı lan?’ diye beklemeye de lüzum yok. Kim elinden neyi yapmak geliyorsa onu yapsın. Sonrası ‘bir gece ansızın’, bütün topraklarda. Kürdistan’da, Uzak Asya’da, Türkiye’de.” Bunun üzerine sokağa çıktım, çünkü sokağa çıkmak çıkmamaktan her zaman iyidir. Çıktım ve saçmasapan bir dolu şey gördüm, yaşadım gene. Gene evet, bilhassa son bir yıldır her şey daha görünür. Görünür vurgusunu da şunun için yapıyorum: Evet, devlet denen bu kötücül şiddet aygıtı varoluşu gereği yıllardır bu ve benzeri şeyleri yapıyordu. Halen de mümkün uzaklıkta bulduğu yerlere daha sert, daha “kendi gibi” davranıyor. Davranacak da. Şu da biliniyor, İstanbul’da bulut olmadan Türkiye’ye yağmur yağmıyor. İstanbul’un da her yerine değil. Mesela insanların bütün olanlara inanamadığı Taksim’de, Cihangir’de, Şişli’de, Teşvikiye’de. Hem bu Haziran güzel yağmur yaptı İstanbul, belki Türkiye’nin her yerine yağar aynı şiddette.
Haziran’ın güzel çocukları ayrıca bazı nitelemelerle, kelimelerle anlatmaya hacet yok. Sadece Haziran’ın mı? Demiştik, takvim hem coşku hem yutkunma taşıyor bu topraklarda. Toprağın altı da üstü kadar kıymetli. Bu belki de iyi bir şeydir.
Bir gürültüdür bu kopan. Tarih yazıcılarının kaydedeceği şeylere müdahale edemediklerinden bu kadar çaresizler. Ben “onlara” çaresizlik atfediyorum içimden ve dışımdan konuştuğumda. Kendimize çaresizlik atfettiğimiz anın bendeki analojisi, kardaki o tatlı uykuya yüz verilen âna tekabül ediyor. Haziran bu, içinde kimi şakaları da taşıyor. Yazının bitmesine yakın vakitte şöyle bir haber düştü, Yeni Şafak’ın serlevhasından alıntılıyorum: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bilirkişi raporu gönderen TÜBİTAK, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddiasıyla internetten yayımlanan ses kayıtlarının “montaj” olduğunu bildirdi. Eski Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Bağış’ın, gazeteci Metehan Demir ile yaptığı iddia edilen görüşmenin de ses kaydına ilişkin soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporunda, kaydın “montaj” olduğu bildirildi.” Mesela, bu bir şaka değil mi?
Süreyya Berfe’dir bu söyleyen de: “kim kimi buldu ömründe?/ herkes başka bir günü düşündü./ şöyle ya da böyle/ ömründe olmayan dünü düşündü.” Coşku, ancak yan yanaysak büyür. Olmayalım sokaktan uzakta. Haziran’da da, Temmuz’da da, Ağustos’ta da.
*Şair, mehmetsaida@gmail.com, @bahcelikusur