Dosya: 1.yılında Gezi; Nerede kalmıştık?

Hazırlayan: Arif Koşar

Aydın ÇUBUKÇU

Gezi İsyanı’nın özellikle liberal kesimlerden aldığı övgülerin önemli bir bölümü “örgütsüz bireylerin özgür iradesi” kavramı ekseninde şekillenmişti. Yalnızca durumu tespit etmekle yetinmeyip genelleştirmeye ve bu konuda çok önceden yazılıp çizilmiş teorileri yeniden ileri sürmeye başladılar. Hareketin olağanüstü etkili ve yaygın oluşunu yedekleyen bu “örgütsüzlük” propagandası, gerçekte bu büyük halk hareketinin süreksiz ve sınırlı kılınmasının aletlerinden biri oldu.
Oysa özellikle “Park Forumları”nın ortaya çıkardığı gerçek, örgütlenme ihtiyacının katılan herkes tarafından hissedildiği idi. Kitlesel hareketin en azından teknik bakımdan yönetilmesi gerektiği, yürüyüş kollarının oluşturulması, istikamet belirleme, barikat kurma gibi ihtiyaçların ancak asgari düzeyde örgütlülükle halledilebileceği hareketin kitlesi tarafından kabul edilmişti. Örgüt fikrine ve kavramına en fazla itiraz edenler bile bu somut durumlarda “örgütlü arkadaşlara ihtiyacımız var” diyorlardı. Forumlarda dile getirilen bu ihtiyaç, belli bir sınırlamayı ve korunma önlemini de içeriyordu: “Bize kendi politikalarını dayatmasınlar!”
Pek çok eylemde ve yerde, solcu gruplar ve partiler, kitleselliği korumak adına bu özeni göstermeyi öğrendiler. Fakat “Gezi Kitlesi” diyebileceğimiz yüz binlerce genç ve kadın, bunu “örgütlü olmamız gerekir” anlamını çıkarabilecekleri ve cevap verecekleri bir çağrı olarak değerlendirmedi. Esas olarak, nasıl geldilerse, öyle gittiler.
Geriye, farklı sınıflardan, farklı sosyal tabakalardan, siyasi eğilimlerden oluşan büyük bir insan kitlesinin oluşturduğu “mücadele birliği” deneyimi ve bunun heyecanı kaldı. Türkiye tarihinde eşi görülmemiş bir birlikti bu. Her haliyle özgün ve tekrarlanması çok özel koşullara bağlı birliğin her yeni çağrıyla yeniden kurulabileceğini sanmak, afişlerde, bildirilerde, konuşmalarda “Gezi ruhunu” çağırıp durmak, göle maya çalan Nasrettin Hoca’nınkine benzer bir umuttan başka bir anlam taşımıyordu. Buna rağmen, solun büyük bir kesimi, her toplantı fırsatında “Gezi Ruhu”nun yeniden meydanlara koşacağı umuduyla ajitasyonnunu buna göre şekillendirdi. Kitlesel muhalefetin bileşimini ve oluşma dinamiklerinin göz ardı edilmesinden kaynaklanan bu umutlu çağrılar boşa gitti. Gezi, tekrarlanmadı. Berkin Elvan’ın uğurlanmasını bunun dışında tutmalıyız; çünkü bu büyük tepki, Gezi’nin kendi doğasında bulunuyordu. “Gezi Ruhu”, adı üzerinde, maddesinden ayrılmış bir “varlık” gibi, solcuların “maneviyat dünyasında” dolaşmaya başlamıştı. Fetişleştirmenin kaynağı da burasıydı zaten.
Yeterince denendiği için artık şu sonuç rahatça çıkarılabilir. Toplumsal bir hareketin sürekliliğini sağlayabilecek ve değişen her durumda yeniden ve daha yüksek düzeyde, daha ileri hedefler koyabilmesini sağlayacak tek şey politik olarak örgütlenebilmesidir. Ama bu, yine pek çok solcu çevrenin sandığı gibi, “o kitleyi” politikleştirerek olacak şey değildir.
Görülmesi gereken, “Gezi”nin artık bir başkaldırma geleneği olarak, gittikçe daha nesnel, somut ve toplumsal çelişkiler tabanına dayalı bir “beden” bulmaya başladığı ve içeriğinin değişmesine uygun olarak, daha farklı bir kitlesel bileşim kazanma yolunda ilerlediğidir. Bu artık “Gezi” değildir. Gezi’nin derinlerinde yatan nesnel çelişmeleri hayatının bir parçası olarak yaşayan bileşenleri, işçiler ve emekçiler, büyük bir tarımsal yıkımın ve çevre felaketlerinin hedefi olan köylüler, Aleviler ve Kürtler, kadınlar, “birlikte mücadele” ruhunun aradığı çok daha güçlü bir beden halinde kendisini göstermeye başlamıştır. “Her yer Taksim” sloganının ülke çapında yaygınlaşan hareketin ifadesi olduğunu görüyoruz. Taksim’e sığmayacak bir hareket vardır artık. Kendi deyimiyle söyleyelim, “kimse kusura bakmasın; bundan sonra böyle!”. Gezi’nin “inkârı ve aşılması” noktasına doğru ilerliyoruz.
Türkiye, bu tür dünya çapındaki dalgalara katılma biçimiyle diğer ülkelerden farklıdır. Hareketi yakaladığında uzatır ve sündürür… 1908 de, yine bir dünya hareketinin parçası olarak başlamıştı sonra diğerleri sönüp giderken, Türkiye’nin devrimi bambaşka biçimler ve etkiler yaratarak, kılıktan kılığa girerek yaşamaya devam etti. ‘68’i de farklı yaşamıştır ve yıllarca sürdürmüştür. ABD, İngiltere, Fransa, Yunanistan, Brezilya ve diğerleri bugün yerinden oynattıkları taşlarla, “küresel kriz”e verdikleri tepkiyle bir bütünün parçaları olduklarını göstermişlerdir. Türkiye de bu bütünün içinden konuşmuştur ve potansiyelleri bakımından olsun, coğrafi ve siyasi konumu bakımından olsun dünyanın düğümünü çözecek yerdedir.

BİTTİ

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et