15 Haziran 2014 08:49

Telkari baltası

Fevzi ÖZLÜER

Savcılıktan gelen tebligatı karısı Ayşe aldı. Çaydan ikindi namazına yakın döndüğünde, yorgundu ve yatsının kazasını kılarım sabaha diye aklından geçirirken, masanın üzerinde tebligatı gördü. Açtı, okudu:  “Orman Kanunu’na muhalefet ettiğiniz, Jandarma’nın 3.8.1992 tarihli tutanağıyla sabit olduğu, suç aletlerinize olay günü el konulmuş bulunduğu, olayla ilgili ifadenizin alınması için savcılığımıza gelmeniz rica olunur.” Tebligatı,  yırttı attı. Gelsinler, alsınlar sabah mısır var,beklemez diyerek uyudu. Bir hafta sonra dört Jandarma, bir uzman çavuşla çıktı geldi,  Çaydaydılar.  “Kazım amcaa! Tebligat gönderdik gelmemişsin, ifaden var, seni almaya geldik.” diye bağırdı Çavuş.  Çıktılar, gittiler. “Çavuşum fotoğraf çekecek miyiz? Suç aleti nacak ile baltadan ben T.C. yazdım, hazır karakolda” dedi, sarı olan Jandarma. “Yok, çekmeyeceğiz, doğrudan savcılığa” dedi Çavuş;  Sarı’nın yüzüne bakmadan.  
Savcı makamında yoktu, zabıt katibine sordular: “Çay muhabbeti uzamıştır, ifade tutanağını hazırlasınlar, gelir” dedi. Katip, Kazım’ın kimliği aldı. Yazmaya başladı. “İkametgahın” dedi Katip; “Andun yaylası, Rize” dedi Kazım. Sarı Jandarma, “duydunuz mu Çavuşum Andun diyor, Güzelyayla’ya. Bir fotoğrafını çekecektik bu adamın” derken;  savcı geldi. Masasına geçti.
“Evet, Kazım Amca, jandarma seni yakalamış, ormana girmişsin ağaç kesecekmişsin, baltanı saklamak için de sapını bağlamışsın, ne diyorsun, anlat” dedi. İç geçirip başladı söze Kazım, “savcı bey, ailem Hemşin dolaylarından gelmiş beşyüz yıl önce, dedem, onun dedesi ve tüm sülalem yıllardır biz bu pırnalların gölgesinde yaşarız, ormana girerken çınarlar ve onların arkadaşları ağlamasın, üzülmesin diye gözünü bağlarız baltanın; dedem ve dedesinden öğrendik. Baltamı saklamadım. Orman bizim evimiz, orada büyüdük ve yakacağımız kadar odun alırız, ormana girişimiz yasaklandığından beri çayda ve mısırda ırgatlık yaparız, üç beş kovan arımızla, bir deste odunumuza göz diktiler…”
“Tamam tamam, yani girdik ormana diyorsun” dedi savcı. İfadeyi aldı.
Bir ay sonra, mahkemeden ceza davasının açıldığı bilgisini aldı, iki duruşma sonra, Orman Kanunu’na muhalefetten ceza aldı. Bahar daha gelmeden, hapis ve para cezası tebliğ edildi. O gün uzun bir gündü Kazım için, ceza onanırsa hapis yatardı da bu para cezasını kim ödeyecekti! Düşündü, taşındı. Süzdüğü kovanlardan beş kilo bal kalmıştı, yirmi kilo mısır unu, elli kilo çayı da satsa ödeyemezdi bu cezayı.
Satacağı bir o kalmıştı. Telkari baltası. Ailenin yadigarıydı, telkâri gümüş dokumalı sapının üzerinde tüm atalarının el izi vardı. Yutkundu, sabah erken kalkıp Hopa’da Rus Pazarı’na tezgah açacaktı. Ayşe’nin yazmasını serdi yere, bağladı telkâri baltasının gözlerini. Bronz Lenin heykeli, üç parça matruşka, birkaç broşun arasında; Yusuf Usta’nın dikkatini çekti. “Beyim kaç paradır baltan” dedi Yusuf. Kazım cebinden mahkeme ilanını çıkarttı, ikinci sayfadan okudu, “on beş bin lira” dedi. Yusuf, telkâri baltayı eline aldı, “Kasap dükkanı açıyoruz, nasıl keskin midir?​” dedi. “On dört kuşağı doyuracak kadar, keskin” dedi Kazım. Soluğu öğleden sonra Rize Adliyesi’nde aldı.  Parayı yatırıp kapıya çıktığında,  telkâri baltanın yazmasıyla sildi alnını.

Evrensel'i Takip Et