23 Haziran 2014 06:00

IŞİD, egemenler arası savaşın gayri nizami gücü

Mardin Artuklu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Naif Bezwan, IŞİD’in güçlenmesinde ABD’nin payı olduğunu belirtti. Hükümetin IŞİD’le ilişkisini 90’lı yıllarda devletin Hizbullah’la kurduğu ilişkiye benzeten Bezwan, “Ne Hizbullah ne de IŞİD’in Türkiye tarafından inşa edilecek hegmonik bir nizamın kurucu elemanları olarak ele alınmadığı ancak düşman olarak görülen kesimlere karşı kirli bir enstrüman olarak değişik düzeylerde ve amaçlarla değerlendirildiği görülmektedir” dedi. Bezwan sorularımızı yanıtladı.

IŞİD, egemenler arası savaşın gayri nizami gücü
Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Mardin Artuklu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Naif Bezwan, IŞİD’in güçlenmesinde ABD’nin payı olduğunu belirtti. Hükümetin IŞİD’le ilişkisini 90’lı yıllarda devletin Hizbullah’la kurduğu ilişkiye benzeten Bezwan, “Ne Hizbullah ne de IŞİD’in Türkiye tarafından inşa edilecek hegmonik bir nizamın kurucu elemanları olarak ele alınmadığı ancak düşman olarak görülen kesimlere karşı kirli bir enstrüman olarak değişik düzeylerde ve amaçlarla değerlendirildiği görülmektedir” dedi. Bezwan sorularımızı yanıtladı.

Suriye’deki iç savaştan önce varlığı yok olmaya doğru giden IŞİD birden güçlendi. Sizce bunun nedenlerini nerede aramak gerekir?
IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) ve benzeri teokratik ve totaliter yapılanmaların büyük güç çatışma ve alt-üst oluşların yarattığı koşullar altında ortaya çıktıkları, jeopolitik çatışmaların şiddetine, yoğunluğuna ve karmaşıklığına göre güç kazandıkları ya da ortadan kayboldukları görülmektedir. Gerçekte IŞİD’in ortaya çıkması ve nihayet bölgenin siyasi coğrafyasını ve dengelerini kuvvetle etkileyecek bir güç olarak sahne almasının birçok nedeni vardır. Bunların başında esas olarak Sünni Arap kesimine dayanan Saddam rejiminin devrilmesinden sonra güçlü konuma gelen Arap Şii çoğunluğu temsil eden yeni devlet elitlerinin rövanşist ve dışlayıcı bir siyaset izlemeleri gelmektedir. Bu kesimleri temsilen Maliki hükümeti mezhebi temelde yarattığı baskıcı güvenlikçi rejim Sünnileri yabanlaştırarak kökten dinci grupların ajitasyon ve propagandalardan etkilenir konuma getirmiştir.

Amerika’nın Saddam sonrası işgal boyunca izlediği yanlış politikalar da IŞİD gibi yapılanmaların üremesine zemin yaratan başka önemli bir etkendir. Amerika sonuç olarak Şii blokunu destekleyen, Kürtleri sınırlayan ve Sünni Arap toplumunun taleplerine güvenlik ekseninde yaklaşan bir tutum takınmıştır. IŞİD’in güçlenmesine neden olan diğer önemli bir faktör ise Sünni toplumu temsil eden parti ve yapılanmaların taleplerini demokratik ve adil yol ve yöntemlerle dile getirme konusunda yetersiz kalmalarıdır. Ülke içinde radikal bir şekilde değişen güç dengeleri ışığında demokratik ve sivil çözümler aramak yerine, Sünnileri temsil eden gruplar aslında imkânsız olan bir hedefe kilitlendiler: Ne pahasına olursa olsun imtiyazlı ve muktedir konumlarını yeniden elde etmek. IŞİD bu karmaşık ve sancılı sürecin ürünü olarak ortaya çıktı.

‘90’LI YILLARDAKİ HİZBULLAH DESTEĞİ GİBİ

IŞİD’e başta Türkiye ve Katar olmak üzere çeşitli ülkelerin destek verdiği iddiası var. Hem bu iddiaya ilişkin hem de IŞİD’in güçlenmesine dair ne söylersiniz?
Bir bütün olarak bakıldığında küresel ve bölgesel kuvvet odaklarının gerek IŞİD gerekse Hizbullah ve Taliban gibi totaliter cihadist örgütler/hareketlerle belli başlı üç tarzda ilişkilendikleri görülmektedir. Bu türden yapılanmalar her şeyden önce hegemonik güçlerin vekâlet savaşlarının gayri nizami güçleri olarak işlev kazanmaktadır. Burada esas olarak kullanmayı ve kontrol etmeyi amaçlayan çok araçsal bir ittifak anlayışı öne çıkmaktadır. ABD’nin Sovyet-Rus işgaline karşı Afgan mücahit gruplarını desteklemesi veya Pakistan’ın Talibanlarla ittifakı bu türden bir ilişkiye örnek verilebilir. Söz konusu oluşumlar, ikinci olarak, hegemonik güçlerin yeni bir nizam oluşturma ve/veya eski nizami koruma sürecinin kurucu bir unsuru olarak değerlendirilebilirler. İran’ın Hizbullah’a olan geniş kapsamlı desteği bu manada ele alınabilir. Bu tür örgütler, üçüncü olarak, güç ve nüfuz kavgasının kirli bir enstrümanı olarak algılanmakta, kullanılmakta ve nihayet kullanım dışına itilebil(me)mektedir.

Bu değerlendirmelerden hareketle, Esad rejimi ve İran için Hizbullah nasıl esaslı bir stratejik öneme sahipse, Suudi Arabistan ve diğer zengin körfez devletleri için IŞİD’in aynı stratejik öneme sahip olduğu söylenebilir. Bu denklemde Hizbullah bir Şii hâkimiyet kuşağı yaratmanın kurucu bir unsuru, IŞİD ise hegemonik bir Arap Sünni kuşağını ihdas etmenin kurucu unsurlarından biri olarak öne çıkmaktadır. Öte yandan Türkiye’nin IŞİD’e yaklaşımı daha ziyade 90’lı yıllarda bilumum Türk hükümetlerinin Hizbullah’la kurduğu ilişkiyle önemli benzerlikler taşımaktadır. Bilindiği gibi bu yıllarda PKK’ye karşı Hizbullah aktif bir şekilde desteklenmiş ve bu destek başta sivil halka karşı olmak üzere yürütülen kirli savaşın en kirli araçlarından biri olarak yüzlerce insanın katline yol açmıştır. Özetle IŞİD ve Türkiye ilişkisi mevzusu çok daha titiz araştırmalara muhtaç olmakla birlikte, mevcut bilgiler Rojava’da PYD’ye karşı IŞİD’in en azında lojistik açıdan desteklendiği ve bu temelde yönlendirildiğine işaret etmektedir. Başka bir deyişle, ne Hizbullah ne de IŞID’in Türkiye tarafından inşa edilecek hegemonik bir nizamın kurucu bir elemanı olarak ele alınmadığı ancak düşman olarak görülen kesimlere karşı kirli bir enstrüman olarak değişik düzeylerde ve amaçlarla değerlendirildiği görülmektedir.
Bununla birlikte bu türden yapılanmaların kendine özgü ajandaları, çıkarları, politik hesapları ve teokratik düzen tahayyülleri olduğu gerçeğini bir an bile akıldan çıkarmamak gerekir. Gerek Amerikan’ın Afgan mücahit gruplarıyla gerekse Türkiye’nin Hizbullah’la kurduğu ilişkide görüldüğü üzere bu tür yapılanmalar kontrolden çıkarak silahlarını sponsorlarına yöneltebilirler.

IŞİD GELECEK İÇİN BÜYÜK TEHLİKE

IŞİD’in Suriye’de yaptığı katliamlar biliniyor. Özellikle Rojava’da yaşanan insanlık dışı vahşet sıcaklığı yitirmeden şimdi ise Irak’ta aynı insanlık dışı vahşetlerini sürdürüyor. Böylesine vahşet saçan bir IŞİD’in varlığı başta Ortadoğu ve Türkiye için ne anlama gelir?
BAAS  gibi ırkçı, totaliter, Mübarek ve Kaddafi gibi otokratik/otoriter rejimlerin kıskacından kurtulur gibi görünen Arap halklarının şimdi de mezhebi totaliter yapılanmaların kıskacına girmeleri büyük bir siyasi facia ve insanlık trajedisidir. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi Irak hakları ve kadim inançları açısından bir medeniyet kırılması sonucunu doğururken, son yıllarda büyük sorunlarla karşı karşıya kalan Sünni Arap toplumu açısından da nihilizmden başka bir şey değildir. Zira IŞİD gibi yapılanmaların şimdiye kadar ortaya koydukları programlar ve pratiklerle temsil ettikleri toplumların geleceklerini karartmanın dışında hiç bir siyasi, sosyal ve ekonomik sorunu çözmedikleri bir gerçektir. Tersine bu tür yapılanmaların söz konusu toplumların medeniyete ve beşeriyete dair bütün değerlerini değersizleştirdikleri, toplumları insan toplumu yapan bütün dinamikleri dinamitledikleri görülmektedir. Mensup olduğu dinin ve medeniyetin akidelerini bir toplu infaz doktrinine dönüştürerek yozlaştıran ve yok eden IŞİD ve türevi yapılanmaların varlığı Ortadoğu halklarının demokratik ve insani gelişimleri ve gelecekleri açısından büyük bir tehlikedir.  

Ancak IŞİD ve benzeri yapılanmaların varlığı karşısında gösterilebilecek en kötü tepki entelektüel sinizm, dinsel değerlere karşı laikçi elitist bir kibir ve siyasi panikçilik olacaktır. Şimdi demokrasiyi, sivil toplumu, demokratik sekularizmi, eşitlik ve özgürlük ekseninde ortak yaşamı, adil ve sürdürebilir bir ekonomik düzeni birlikte aramanın, yeniden keşfetmenin ve yaşamanın zamanıdır. Bu değerlerin IŞİD ve arkasındaki güçler tarafından hedef tahtasına oturtulması boşuna değildir. Dünyanın başka coğrafyalarında olduğu gibi Ortadoğu toplumlarının ve inançlarının ezici çoğunluğunun bu değerler etrafında bir araya gelmeleri mümkündür. Dün ırkçı totaliter rejimlerin jenosidiyal saldırılarına maruz kalmış, bugün ise mezhebi totaliter yapılanmaların en başta gelen hedefleri arasında yer alan her parçadaki Kürtlerin bu noktada söyleyecek nice sözleri ve aktarılacak nice tecrübeleri vardır.  

‘IRAK’TA BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN KAÇINILMAZ’

IŞİD’in özellikle Kürtlerin Irak Federal Kürdistan Bölgesi ve Rojava’da elde ettiği kazanımlara yönelik bir tehdit olduğu yönünde de görüş var.  Siz bu görüşe katılıyor musunuz? IŞİD’in Kürtlerin statüsü için bir tehlike olarak görmek mümkün mü?
Az önce ifade edildiği gibi Kürtler, IŞİD ve benzeri yapılanmaların temel hedefleri arasında yer almaktadır. Amerika kıtasını sömürgeleştirme seferleri sırasında ellerinde Papa’nın icazetini alan İspanyol koloniyalistler yerli halka nasıl davranıyor idiyse, IŞİD ve daha önce Hizbullah, gibi yapılanmalar Kürtlere öyle davranmaktadır: Ya kendinize ait olan her şeyi bize teslim edeceksiniz ya da sizi yok edeceğiz!

Rojava’da neredeyse günübirlik katliamlar gerçekleştiren bu cinayet çetelerine karşı uluslararası güçler utanç verici bir tepkisizlik sergilemektedir. Sadece Rojava değil, aynı zamanda Güney Kürdistan’ında IŞİD ve türevi yapılanmaların hedefinde olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bizzat IŞİD’in kurucu babaları arasında yer alan ve Haziran 2006 yılında Irak’ta öldürülen Ebu Musab Zerkawi tarafından Kürdistan, ikinci bir İsrail olarak damgalanarak eliminasyon saldırılarına hedef olarak gösterilmiş, Kürtlerin yok edilmesi gerektiği yönünde defalarca ‘fetvalar’ yayınlanmıştır. Hatırlanacağı gibi 2004 yılında Hewler’de dini bir bayram günü KPD ve YNK ofislerine eş zamanlı intihar saldırıları düzenlemiş, başta dönemin Başbakan yardımcısı Sami Abdurrahman olmak üzere, aralarında çok sayıda parti ve hükümet yöneticilerinin de bulunduğu 140 yurttaş hunharca katledilmiştir.  IŞİD ve türevi yapılanmalar siyasi hedefleri, ideolojik amaçları ve uyguladıkları yöntemler itibariyle sadece Kürtler için değil, en başta temsil etme iddiasında oldukları toplumlar için büyük bir tehlikedir.
Saddam’ın 1990’da Kuveyt’i işgali özerk bir Kürdistan sonuçlanmış, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi, burada kurumsallaşması ve giderek Bağdat’a doğru yayılması bizzat BM sözleşmesinin asli amaçları arasından yer alan uluslararası güvenlik ve barışın tesisi için Irak’ta bağımsız bir Kürdistan’ı kaçınılmaz kılacaktır.

SORUNUN KAYNAĞI ORTADOĞU REJİMLERİ

Ortadoğu'ya özgürlük getirme iddiasındaki başta ABD ve Avrupa ülkeleri şimdilerde Ortadoğu’da özellikle aktif askeri güç olarak pek gözükmediğini görmekteyiz. Bu durum Batılı güçlerin artık doğrudan kendisi çatışmaya girmek yerine maşaları mı kullanıyor? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’nun mevcut siyasi haritasını şekillendiren Batılılar hem bu tarihten önce hem de daha sonra Ortadoğu toplumları üzerinde derin etkiler yaratan ve travmalara neden olan askeri, siyasi ve iktisadi politikalar hayata geçirdiklerini vurgulamak malumun ilamı olacak. Bu politikaların sonuçlarını hayatları ve hürriyetleri üzerinde en kahredici şekilde tecrübe eden toplumların başında ise Kürdistan toplumu geldiğini belirtmeye bile gerek yok.
Ancak bu gerçeği hep akılda tutarken bugün yaşanan sorunların asıl kaynağının son kertede Ortadoğulu rejimleri, çözümlerinin asıl öznesinin de birinci öncellikle Ortadoğu toplumları olacağı gerçeğini şimdi belki her zamankinden daha ısrarla vurgulamak gerekir.

DR. NAİF BEZWAN KİMDİR?
Dr. Naif Bezwan lisans, yüksek lisans ve doktora çalışmasını Almanya’da tamamladı. Doktora sonrası çalışmalarını İngiltere’de sürdüren Bezwan halen Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde Yrd. Doçent olarak çalışmaktadır.

 

ÖNCEKİ HABER

IŞİD’e savaş açanlar neden saf değiştirdi?

SONRAKİ HABER

Baretsiz madenciler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa