Size barışı getiremediğim için üzgünüm…
Orhan Doğan, ismini duyduğumda heyecanlandığım, hayatıma çok etkisi olmuş, rüyalarıma defalarca misafir olmuş, bilge bir Kürt. İsmini ilk duyduğumda dört yaşındaydım.
Musa ATAÇ
Bolu
Orhan Doğan, ismini duyduğumda heyecanlandığım, hayatıma çok etkisi olmuş, rüyalarıma defalarca misafir olmuş, bilge bir Kürt. İsmini ilk duyduğumda dört yaşındaydım. Tanışıklığım Meclis çıkışı boğazı sıkılarak ve ensesine bastırılarak polis arabasına bindirilip gözaltına alındığı fotoğraflar aracılığıyla oldu. O fotoğrafları görmüş, öylece bakıp sayıklıyordum: “Or-han Do-ğan, Or-han Do-ğan…”
O gündür bu gündür Orhan Doğan hayatımın büyük bir bölümünde hep var olmuştur. Mücadelesiyle, yaşamıyla, duruşuyla, düşünceleriyle ve unutamadığım o fotoğrafla.
İte kalka götürüldüğü o fotoğraf bir ayıbın tarihe kazınmış halidir. İşte o fotoğraf, Türkiye’de Kürt sorununun daha da derinleşip çözümsüz bir hal almasına epey katkısı oldu. Tıpkı son zamanlarda plastik kelepçelerle sıraya dizilen DTP’li belediye başkanlarının, siyasetçilerin fotoğrafı gibi.
O utanç verici fotoğrafı en iyi kızı Ayşegül Doğan özetliyordu: “2 Mart 1994’te, babamın Meclis çıkışı sivil polisler tarafından ensesinden tutularak gözaltına alındığı o an’ın fotoğrafı var ya, o sadece bizim 7 kişilik ailemizin yaşadığı acının, babamızdan 10 yılı aşkın süre ayrı kalışımızın fotoğrafı değildir. Yakılan, boşaltılan köylerin, dışkı yedirilen insanların, faili meçhul cinayetlerin fotoğrafıdır.”
BARIŞA OLAN İNANCINI HİÇBİR ZAMAN YİTİRMEDİ
Orhan Doğan ile bir araya gelip sohbet etme, bir konu hakkında tartışma ya da tanışma fırsatım olmadı. Ülke meselelerine, en ölümcülü, Kürt sorununa kafa yorduğumdan beri Orhan Doğan’ın söyleşilerini, demeçlerini, hakkında yazılan kitapları okumuş, onu biraz daha tanımaya çalıştım. Yaşım ilerleyip, merakım arttıkça onu daha çok tanımak istiyordum. Tanıdıkça olan hayranlığım daha da artıyordu. Tanıdıkça da bir kez daha düşünüyordum O’nun ülke siyasetindeki yerini, onurlu bir barış kavgasındaki yerini.
Halkın oylarıyla seçilerek girdiği Meclisten, halk iradesini tanımayan, darbeci zihniyet tarafından dokunulmazlığı kaldırıldı, yaka paça cezaevine gönderildi. O, mücadelesinden hiçbir geri adım atmadı. On yıllık cezaevi yaşamında ortaya koyduğu büyük kararlılıkla, büyük direnişle, özgürlük, demokrasi ve emek mücadelesinin, halk iradesinin asla esir alınamayacağını herkese gösterdi. Barışa, özgürlüğe ve demokrasiye olan inancını hiçbir zaman kaybetmedi. Onca acıya rağmen yüzünden gülümsemeyi, dilinden barışı hiçbir zaman düşürmedi. Barış mücadelesinden asla vazgeçmedi. Demokrasi, özgürlük ve barış için yılmadan verdiği mücadele nedeniyle barışın sembolü oldu.
SEVGİ DOLU, BİR İNSANDI
Orhan Doğan kocaman yüreği olan bir insandı. Yüreği kadar dünyası da kocamandı. Herkesin kendine rahatça yer bulacağı koca bir dünya. Kürt siyasetinin gördüğü en zeki, en şık, kibar, yakışıklı adamıydı. Kendisine has bir üslubu vardı. Karşındakine çok nazik davranır, kimseyi kırmak istemezdi. Sevgi dolu, kendisiyle barışık bir insandı. Yemeklerden, müzikten, aşktan, edebiyattan, fotoğraftan konuşan/ konuşabilecek ender Kürt ve Türk siyasetçilerdendi.
UYKU HASRETİNDEN EBEDİ UYKUYA
Çalışkandı. Her zaman halkı için çalıştı. Küçük bedeniyle büyük işler yaptı. Sürekli çalıştığından uykuya hasret kalıyordu. Uyku hasretini İrfan Aktan şöyle anlatıyor: “O minyon bedeniyle, büyük işler yaptı; ancak ömrü billâh dinlenemedi. Ayşegül’le dertleşirken şöyle anlatmış uykuya olan hasretini: “Hayatım boyunca doyasıya uyuyamadım. Lise bitip üniversiteye kaydımı yaptırdığımda, tamamdır artık, bol bol uyuyabileceğim dedim. Ama olmadı, o zamanın şartlarında, bir yandan çalışıp bir yandan okurken, doyasıya uyumak imkânsızdı. Mezun olup avukatlığa başladım, tamamdır, mesleğim de var, artık bol bol uyurum dedim. Olmadı. Cizre’de zaten hiç olmadı da, Meclise girince, bol bol uyurum sandım. Ama orada da uyumaya vakit bulamadım. Hapishaneyi uyku için iyi bir şans bellemiştim. Yazık ki, orada da hiç zamanım olmadı. Hapisten çıkar çıkmaz da bölge gezileri, barış çabaları başladı. Ne zaman rahat uyuyabileceğim acaba.”
Günde en fazla dört saat uyuyabildiğini Express’in Mayıs 2005 tarihli sayısı için söyleşi yapmaya gittiğimizde de söylemişti. Ama bu uykusuzluk ve yorgunluk, 29 Haziran cuma gününe kadar, asla yüzüne, sesine, bedenine yansımadı. 24 Haziran’da geçirdiği kalp krizinden sonra, ölüme tam beş gün boyunca direndi. ( Express, Sayı 74, Temmuz 2007)
Size barışı getiremediğim için üzgünüm
“Keşke”si çok azdı. En büyük isteği gittikçe çıkmaz bir hal alan Kürt sorununun çözülmesiydi. Ömrünün sonuna kadar Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yollara çözümünü savundu. Mem û Zîn’in anlatıcısı, kayıtçısı, yazarı Ehmedê Xanî’nin adına düzenlenen bir festivalin kapanışında, konuşmasını bitiremedi. Bitiremediği, son konuşmasındaki sözü bir dönemin özeti ve gerçeğiydi: “Size barışı getiremediğim için üzgünüm, özür diliyorum. 29 Haziran 2007’de veda etti yaşama. Yüz binlerle döndü Mem û Zîn diyarına…