Derdi dünyayla, işi kadınlarla bir dergi: Ekmek ve Gül
İnsanlar birşeyleri değiştirebilmek için büyük kitlelerle ve topluluklarla hareket edilmesi gerektiğini düşünür. Bir bakıma bu doğrudur da. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, en uzun yolculuklar, hep küçük bir adım ile başlamıştır. Ekmek ve Gül’ün de yaptığı bu işte!
Didem ARIKAN
Ekmek ve Gül dergisi ile yeni tanıştım. Yedi senedir varlığını sürdüren bir dergi olduğunu yeni öğrendim. Daha önce pek çok dergi okudum. Ancak bunlar içinde beni en çok etkileyen Ekmek ve Gül oldu. Böyle bir dergi ile tanışmış olmaktan dolayı çok mutluyum.
Ekmek ve Gül’ü benim takip ettiğim, okuduğum pek çok dergiden ayıran, farklı kılan iki şey var.
Bunlardan ilki; samimiyeti ve gerçekçiliği. Samimi bir dergi çünkü, yazarları hayatın içinden kadınlar, acı çekmiş, haksızlığa uğramış ama yine de yılmamış, pes etmemiş; olup biten bütün bu haksızlıkların mücadele edildiğinde ortadan kalkabileceğine inanmış kadınlar. Ve onların gerçek hikâyeleri. Gerçekçi bir dergi çünkü; insanlara, dünyada olan bitenleri olduğu gibi anlatıyor, süslemiyor, çarpıtmıyor ve dergide yazılanların, anlatılanların hepsi gerçek, yaşanmış olaylar.
İkincisi ise; Ekmek ve Gül’ün kesinlikle duygu sömürüsü yapmayan bir dergi olması. Pek çok derginin yaptığı, yaşanan olayları arabesk bir anlatımla paylaşarak, insanlarda yüzeysel ve gerçek olmayan bir duygusallık yaratmak. Bunun en somut örneklerini televizyon programlarında görebiliyoruz. Hepiniz bu programları biliyorsunuz. İnsanların yaşadıkları sıkıntıları, arkada acıklı bir fon müziği ile paylaşan ve ardından da, çok değil sadece birkaç dakika sonra, göbek atarak coşan, şarkılar, türküler eşliğinde kendinden geçen insanların olduğu programlar.
DÜNYAYI RENKLERİMİZLE BOYAYALIM
Bir şeylerin gerçekten değişmesini istiyorsak eğer, büyük bir inanç ve cesaretle, büyük bir enerjiyle harekete geçmemiz, bir şeyler yapmamız gerekir. Yüzeysel ve gerçek olmayan bu duygusallık durumu bu enerjiyi yaratamaz. Bu nedenle, insanları bilinçlendirmeyi, etkilemeyi hedeflediğini iddia eden, yukarıda bahsettiğim türde program ve dergiler değil bizi harekete geçirecek olan. En azından gerçek anlamda.
Ekmek ve Gül’ün en büyük farkı bu işte. İnsanlarda bu enerjiyi, inancı, cesareti ortaya çıkartabiliyor olması. En azından ben de bu etkiyi yarattı. İnsanlar birşeyleri değiştirebilmek için büyük kitlelerle ve topluluklarla hareket edilmesi gerektiğini düşünür. Bir bakıma bu doğrudur da. Eğer ortaya çıkarılmak istenen büyük ve köklü bir değişim ise, evet büyük kitleler gerekli bunun için. Ancak, şu da unutulmamalıdır ki, en uzun yolculuklar, hep küçük bir adım ile başlamıştır.
1970’lerde bir grup kadın hakları savunusunun çalışmaları sayesinde, cinsel taciz kanunlar tarafından tanındı. Bu çalışmalar sayesinde pek çok sığınma evi yapıdı ve tecavüzü önlemeye yönelik yasalar ortaya çıktı. Tüm bunlar, küçük bir grup tarafından gerçekleştirildi. Öyle büyük topluluklarla değil.
Büyük topluluklarla bir araya gelebilmek için, herkesin, tüm insanların aynı bilince, aynı farkındalığa sahip olması gerekir. Bu da ancak zamanımızı alışveriş ya da dedikodu yaparak, bahsettiğim televizyon programlarını izleyerek geçirmezsek olur diye düşünüyorum. Bizim derdimiz pantolonumuzun rengine uygun çanta bulmak değil, dünyaya kendi rengimizi verebilmek olmalı.
Ekmek ve Gül dergisinin de şu an da yaptığı bu, işte! Yavaş ama sağlam adımlarla ilerlemek. Bunun için, bizim de elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Her gün bir kişiyi bile cesaretlendirebilirsek, bilinçlendirebilirsek ne mutlu bize.
Ben, Ekmek ve Gül’ün, bunu başarabilecek bir dergi olduğuna inanıyorum. Böyle bir dergi ile tanıştığımdan dolayıda kendimi çok şanslı hissediyorum. Umarım hep beraber, ele ele vererek, dünyayı daha yaşanılır bir hâle getiririz. Eğer gerçekten ister ve inanırsak bunu başarabiliriz.