Sina Akyol’a şırılşenlik bir mektup
Merhaba Sina Akyol,Düzyazdım’ı görünce anladım, seni fena halde özlemişim. Biliyorum, biliyorum kitap yayımlanalı epey oldu.
Sennur SEZER
Merhaba Sina Akyol,
Düzyazdım’ı görünce anladım, seni fena halde özlemişim. Biliyorum, biliyorum kitap yayımlanalı epey oldu. En az iki yıl. Yayınevi de bana zamanında göndermiştir, Kırmızı Kedi aksatmaz. Ama olayı açıklamam gerek. Benim evde tünediğim koltukta (galiba kanepe demek daha doğru) orta boy bir çoban köpeğinin kaybolacağı kalabalıkta bir kitap yığını var. Adı “acilen okunacaklar”. Arada bir benim kedi bu yığını allak bullak edince, kitaplar düzeltiliyor, bazen de elden geçiyor. Düzyazdım her halde o yığının içindeymiş. Dün kitaplar devrilince nasılsa başka bir “okunacaklar” grubuna karışmış. Elime aldım. Okumaya başladım ve bırakamadım. Şükran Kurdakul ile ilgili anımsadıkların, Orhan Alkaya’yı çizişin, Rauf Mutluay portren, senin gizli alaysılığını iyice açık ediyor.
Seni Mehmet H. Doğan yüzünden tanıyorum. Mehmet Doğan’ı da Edip Cansever yüzünden.(Edip’i zaten tanıyordum, burdan şurdan diye uzatmayalım sözü) . Mehmet H. Doğan çelebi bir insandı. Özlemin en çaresiz olanı ölümlerin aramızdan aldığı insanlara duyduklarımız belki. İzmir’i sırf onun yüzünden özlüyorum bazen. Çelebilik kolay edinilecek bir özellik değil.
Sevgili Sina,
Seni çok özlediğimi fark ettim ama bir türlü karar veremedim, özlediğim sen misin, Ayvalık’ın o şiir, konuşma, kalabalık şenlik (Gençlik akşamlarımıza pek benzeyen) havası mı? Büyük şehir denen insan yığınlarında yitirdiğimiz bahçe kahveleri, ağaç altları iki satır insanın halinden konuşmak mı?
Belki de ben insan içine çıkmaya çıkmaya iyice yabani olmuşumdur da insanların bir arada oluşlarını özlüyorumdur. Valla, o da kabulüm.
Aslında kitabını okumaya kitabının arkasındaki şu satırlar yüzünden karar verdim:
“Yazı ilerlemiyor, öyleyse burada ara vereyim.
Hem işe yarayacak, elle tutulur, somut, pratik, hayırlı bir iş eyleyeyim, hem de böylece işbu yazı hayata daha çok değsin diye, sobanın ‘akşamdan kalma’ kovasını boşalttım, sonra kömürlüğe gittim, az biraz kömür kırdım, kırdığım kömürleri kovaya doldurdum, en üste de odun milletini dizdim, götürüp yerli yerine yerleştirdim kovayı ve yeniden işbu yazıya döndüm.”
Yazının takılması da, kovalı soba da pek tanıdıktı. Gerçi asıl tanıdık olan senin doğal anlatımın, sahici sözcüklerindi. Ama bunca sözcük içinden bir pınar serinliğindeki “şırılşenlik”e denk bir sözcük bulamadım. Bu bunaltıcı temmuzda gerçek bir Lokman iksiri oldu sözcüğün. Çok yaşa Sina. Dedeliğin keyfini iyice çıkar.
Esenlik dileklerimle.