Çatlayan nar gibi gülmek…
Gülmek… Çatlayan nar gibi gülmek… Fettan bir elmanın dişlenişi gibi… Gülüşüne bir el hareketi eklemeden, hiç değilse kolunu seyirtmeden gülen kadın var mı? Yok. O seyirtmeyi bedenimize kazıyan bir şey var çünkü. Kahkahayı yutmayı emreden, eli ağza götüren, dünyayla paylaşmayı suç sayan bir şey…
Sevda KARACA
Gülmek…
Çatlayan nar gibi gülmek…
Fettan bir elmanın dişlenişi gibi…
Bir suskunluğu, bir korkuyu, bir yasağı yaran bir bıçak gibi gülmek…
Hani böyle kıpkırmızı bir karanfili yakanın en güzide yerine takıp da baharı getirmek gibi gülmek…
İki kaşın arasını, dudağın kenarını, gerdanın kırığını kırış kırış edesiye gülmek…
Bakın sokaklara, kafelere, pazarlara, parklara, okullara, işyerlerine, ev içlerine ... Gülüşüne bir el hareketi eklemeden, hiç değilse kolunu seyirtmeden gülen kadın var mı? Yok. O seyirtmeyi bedenimize kazıyan bir şey var çünkü. Kahkahayı yutmayı emreden, eli ağza götüren, dünyayla paylaşmayı suç sayan bir şey…
Hep örtük bir neşedir kadından beklenen, ket vurulası, önlenesi bir tehlikedir kadının cayır cayır gülmesi!
Adem’in eşiti Lilith “edepsiz” kahkahalarını cennetin sessizliğinde patlatırken, bu gülüşü kendi tıslamasına benzeten yılanın adıyla anılacağını bilmezdi elbet. Kovuldu cennetten, özgürlüğünü değme cennet rahatlığına değişmediği için. Çınlayan kahkahanın yasaklanışı, şen gülüşlü kadınlara uz yılan benzetmesi belki de kökünü burada bulur…
Kör bir dengeye yerleşip, ip üstünde susa susa varmaya çalıştığımız noktada kahkahalar yasak. Sözden ve kahkahadan düşen kadınlığın öcüdür bunca acı, bunca dert. Demedi demeyin. Her söz bir şeyi değiştirdiği için susmayı seçen, kahkahasını gömen, sesinden utandırılan, gülünce yanağında oluşan gamzeyi örtmesi buyruk verilen kadınların ah’ıdır.
Kadını kahkahasından soğutan bir düzenin kime ne faydası olur ki?
Yeni bir dünyanın daveti kadınların korkusuz kahkahasında gizli. Ne kadar korkusuz, o kadar yeni…
Gülmeli o yüzden her fırsatta… Antreman niyetine, o gün geldiğinde…
*Hayat Dergi Mart 2014 sayısında yayımlanmıştır...