03 Ağustos 2014 06:00

Müzik sadece şaşaalı mekanlara ait değil

Sanat Sokakta dosyamızın son konuğu, özellikle Kadıköy sokaklarından tanıdığımız ancak İstanbul’un her yerinde müzik yapmayı amaç edinmiş Simurg.

Müzik sadece şaşaalı mekanlara ait değil
Paylaş

HAZIRLAYANLAR: Mısra Belge / Melike Futtu

Sanat Sokakta dosyamızın son konuğu, özellikle Kadıköy sokaklarından tanıdığımız ancak İstanbul’un her yerinde müzik yapmayı amaç edinmiş Simurg.

Farsça’da “Si” yani otuz ve “murg” yani kuş sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşan Simurg, batıda Phoniex veya Zümrüd-ü Anka olarak bilinen efsanevi kuşun ta kendisi aslında. Binlerce yıl yaşamış bilge bir kuş olan Simurg’un gözyaşları şifalıdır ve küllerinden yeniden doğabilme yetisine sahiptir; bir nevi ölümsüzdür. Müzik topluluğu adına görüştüğümüz Halil Tan’a neden bu ismi seçtiklerini sorduğumuzda, birebir Simurg efsanesinden esinlendiklerini söylüyor bize.

2011’de, üyeleri eğitimlerine devam ettiği için Eskişehir’de kurulan Simurg, ardından İstanbul’a geliyor. İstanbul’un her semtinde müzik yaptıklarını söyleyen Halil, tek bir semtin sokaklarına bağlı kalmak istemediklerini de ısrarla vurguluyor. Müziğin yalnızca şaşaalı mekanlara ait olmadığını, bu nedenle sokağın onlar için vazgeçilmez olduğunu da ekliyor Halil.

Simurg, bu coğrafyada var olan her dili müziklerinde kullanmaya çalışıyor. Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Ermenice ve daha nicesi… Halkların türkülerini yorumlayan grubun etnik müzik yaptığını söylemek yanlış olmaz.

Grubun sosyal medya sayfalarında yer alan Ermeni sanatçı Aram Tigran alıntısı, müzikleriyle ilgili bizlere ipucu veriyor aslında: “Dünyaya bir daha gelirsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım.”

Sanatın, doğanın, barışın, bir arada yaşamın birer tehdit unsuru olarak görüldüğü; savaşın, silahların, hırsızlıkların, emek sömürüsününse normalleştirildiği bir ülkede, “Başka bir dünya mümkün” diyerek Aram Tigran’a katılıyor ve Sanat Sokakta dosyamızın son gününde sözü Simurg’tan Halil Tan’a bırakıyoruz.

SOKAĞIN DUYGUSAL BİR YANI VAR

Simurg kaç kişiden ve kimlerden oluşuyor? Üyeleri değişken mi?
En başlarda grup üyeleri değişkendi. Son zamanlardaysa oturdu açıkçası. Şu an beş kişiyiz. Santur, gitar, keman, perküsyon ve kadın vokal.

‘Sanat sokakta’ şiarıyla yola çıkmış bir grupsunuz. Simurg’u bazı koşullar mı sokağa yöneltti yoksa sokakta olmanız koşullardan bağımsız bir tercih miydi?
Aslında ikisi de. Tam olarak bir kalıba sığdırmadık. Amacımız bilinçli olarak mesaj vermekti. Biz sokakta da sahnede de müzik yaptık. En önemlisi sokak diye bir yerin olduğunu da göstermeye çalıştık ve bu doğrultuda sokaktan elimizi ayağımızı hiç çekmedik. Çünkü sokak bizi var eden bir yer. Çoğu eylemlere çağırılıyoruz ve gidip elimizden geldiği kadar destek vermeye çalışıyoruz. Sokağın duygusal bir yanı var. Orada etkileşim ve iletişim çok daha kolay.

MEMUR OLMAMAK İÇİN SOKAKTAYIZ

Kimi sokak sanatçıları, sanat yapmak için sokağa çıkmanın yeterli olmadığı düşüncesinde. Sizin için sokakta olmak yeterli mi?
Sokak müziği özünde plansız, programsız bir müzik. Sırtında enstrümanınla gezersin. Denk geldin mi oturur çalarsın. Manevi yön azalmış durumda, sanki maddi yönü ağır basmaya başladı gibi sokak müziğinde. Bu bizi rahatsız ediyor. Aslında biz sokak müziğini daralttık. Kadıköy’de müzik yap, evine git, evden çık Kadıköy’e gel, müzik yap. Bu monoton bir hâl aldı.Buna sokak müziği denmez ki. Memurluk denir artık. Bundan biraz sıkıldık aslında. Kürdistan’ın bir sürü yerine gidince, Karadeniz’in, Ege’nin, Akdeniz’in ve Marmara’nın herhangi bir yerine gidince yine sokak müziği yapıyoruz. Ama bizi bunaltan bu memurluk meselesi. Kadıköy’de daha az müzik yapmaya başlayınca insanlar “Simurg sokağı bıraktı mı?​” diye sormaya başladılar. Ama hayır. Biz zaten memur olmamak için sokak müziği yapıyoruz.
Farkında olmadan Kadıköy’de müzik yapmamızın monoton bir hâl aldığını fark ettiğimizde, yalnızca buraya bağlı kalmamak için çabaladık. Müziğin taşraya götürülmesi gerekiyor. Müzik sadece bu şaşaalı mekanların yeri değil. Biz zaten halk türküleri çalıyoruz ve bunun yeri de sokak. Evet, bir geri çekilme yaşadık ama yalnızca Kadıköy’den, Taksim’den... Bir protesto gibi aslında.

KÜRTÇE’YE SANSÜR HER YERDE

Ağırlıklı olarak etnik müzik yapıyorsunuz. Sizi hiç dinlememiş olanlar için Simurg nasıl bir müzik yapıyor?
Simurg aslında halkların türküleri ve şarkılarını kendi duygusuyla yorumlayan bir grup. Elimizden geldiği kadarıyla bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu topraklarda yer alan tüm dilleri kullanmaya çalışarak Kürtçe, Ermenice, Türkçe gibi pek çok dilde söylüyoruz.

Eskişehir’de 2011 yılında kurulmuşsunuz. Eskişehir’den İstanbul’a gelişinizden bahsedebilir misiniz?
Eskişehir’de öğrenciydik. Öğrencilik bitince İstanbul’a geldik. Sokak müzisyenlerinin Kürtçe müzik yapması yasaklanmıştı o dönemler. Eskişehir’de bu baskıyı çok hissettik. İnsanlar “Kürtçe müzik dinlemek istemiyoruz” diye şikayet ediyorlardı. Zabıta ve emniyet de “Burada müzik yapmayın” diyordu. İstanbul’a yolumuz böyle düştü.

Kürtçe ve başka dillerde şarkı söylediğiniz için Eskişehir’deki gibi engellemelerle karşılaştınız mı hiç?
Tabii. Kütahya’da terörle mücadele geldi, düşünebiliyor musunuz? Bırakın da müzik yapalım. Ama hâlâ bizi sokaktan atmaya çalışıyorlar.
TRT’ye program yapmıştık. Pir Sultan Abdal’ın Kürtçe söylediğimiz şarkılarına TRT Müzik’te sansür uyguladılar. Kürtçe yayın yapan bir kanalı var ama müzik kanalında Kürtçe’ye sansür uyguluyorlar. Böyle giderse sokakta değil, evimizde bile gönlümüzce müzik yapamayacağız.

DİRENE DİRENE  SOKAKLARI KAZANIYORUZ

Eskişehir’deki polis ve zabıtanın tutumundan bahsettiniz. İstanbul’da buna benzer tutumlarla karşılaştınız mı?
Sözlü şiddet ile karşılaştık. Kadıköy’de “doya doya sanat” levhası var. Biz geldiğimizde o yoktu. Zorla astırdık. Zabıta sürekli bizi kovuyordu. “Orada çalma, burada çal!” diye müdahale ediyordu. Amfi kullanmak yasak. Yok kabahatler kanunu, yok gürültü kirliliği… Direne direne Kadıköy’ü kazandık aslında.

Diğer sokak müzisyenlerine bir şiddet uygulandığında ortak bir tavır gösteriliyor muydu zabıtaya ve polise karşı?

Taksim’de sokak müzisyenlerinin enstrümanları alındı. Birlikte eylem yaptık. Sokak müzisyenlerinin arasında dayanışma var aslında. Toplanıp eylemsellik gösterilebiliyor. Fakat biraz dağınık. Sokak müziğinin bir örgüt altında toplanıp toplanmaması konusu çekincelerin olabileceği bir alan. Bir platform kurma gibi girişimler oldu ama başarılı olmadı. Dediğim gibi birbirimizi koruyup kolluyoruz. Bu insanlık görevi öncelikle. Sadece müzisyen olmak gerekmiyor buna tepki vermek için. Yoldan geçen insanlar da tepki veriyorlar fiziksel şiddet olaylarına.


GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KUKLA TİYATROLARI

Geçmişi binlerce yıl öncesine kadar dayanan kuklacılık sanatının ilk olarak ne zaman icra edilmeye başladığına dair kesin bir bilgi olmasa da insanlık tarihi ile yaşıt olduğuna dair geniş bir külliyat mevcut. Eskilere gidildiğinde kabilelerin dini seremonilerinde kullanılan kuklalar, bu özelliğini Orta Çağ’da kilisenin öğretilerinin halka aktarılması için bir araç olarak kullanılmasıyla da sürdürmüş. Kukla gölgelerinin perde üzerine düşmesiyse Antik Yunan Dönemine tekabül ederken, kuklacılık Yunan felsefesinde hatırı sayılır bir yere sahip olarak bugünlere kadar taşınmış. Tiyatral sunuma özellikle önem veren Yunan Uygarlığı, her şehirde sahne olmadığından alternatif sunuş biçimleri tasarlayabilmek için bir arayışa başlamış. Zorunluluktan doğan bu arayış, usta hikaye anlatıcıları, tek kişilik performans sanatçılarını ve kuklacıları doğurmuş aslında. Gezgin gibi dolaşan bu sanatçılar kasabaların, köylerin ve şehirlerin sokaklarında gösteriler düzenlemeye başlamışlar. Zamanla gelenek haline dönüşen kukla tiyatroları varlığını o kadar görünür kılmış ki bugün Aristo ve Platon’un eserlerinde bile rastlıyoruz bu sanat üretme biçimine.

'İBİŞ' ve 'İHTİYAR'IN SANATI

Geleneksel Türkiye Tiyatrosu tarihine baktığımızdaysa kuklacılık taklit ve söze, karşılıklı konuşmaya dayalı geleneksel seyirlik oyunu olarak ortaya çıkıyor. 14. yüzyıldan bu yana kadar oynatılan bu dönemdeki kukla oyunlarını baş kahramanlarıysa “İbiş” ve “İhtiyar”. Günlük yaşam ve edebi hikayelerden esinlenen kukla sanatı, ipli kukla, el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası, yer kuklası, ayak kuklası, baş kuklası gibi türlerle var olurken 19. yüzyıl sonlarına doğru önemini kaybetmeye başlamış. Günümüzdeyse sokaklarda rast gelme şansı yakaladığımız kuklacılık, Türkiye’de her yıl düzenlenen Uluslararası Kukla Festivalleriyle varlığını sürdürmeye çalışıyor.

-BİTTİ-

ÖNCEKİ HABER

Yedigöller sizi bekliyor

SONRAKİ HABER

‘Fabrikadan içeriye hakkımızı alarak gireceğiz’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa