‘Savaştan kaçmışız nasıl eylem yapalım?’
'Yedi düvelden işçi bulunan' Çağlayan’da bu sıralar en kalabalık olanlar Suriyeliler. 21 yaşındaki Muhammed Zarih, patronların, daha düşük ücret aldıkları ve haklarını aramadıkları için kendilerini Türkiyeli işçilere tercih ettiğini söylüyor.
DOSYA: Suriye'den Çağlayan'a
HAZIRLAYANLAR: Bülent KEPENEK / Vedat YALVAÇ
SUNU
Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra ülkelerarası göçmen işçi meselesi ve gittikleri ülkelerde karşılaştıkları ırkçı saldırılar hep gündemde oldu. Ancak bu sorun, Suriye’deki iç savaşla beraber, haberlerde izlediğimiz bir olgu olmanın çok ötesine geçti, günlük hayatımızın bir parçası oldu. Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye göçenlerin sayısı 1 milyonun üzerinde. Sınır kentleri başta olmak üzere büyük şehirlerde artık her köşe başında Suriyelilerle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’nin hiçbir “statü” tanımadığı Suriyeliler, “kaçak göçek” yaşıyor. Dolayısıyla uygun çalışma ve barınma koşulları aramak yerine, başlarını sokabilecekleri bir yer ve karnını doyurabilecekleri bir iş onlar için yeterli oluyor. Bu durum göç ettikleri şehirlerde yaşayanların tepkisine neden oluyor. Hatta Antep’te, Adana’da kiraları yükselttikleri, ücretleri düşürdükleri gibi gerekçelerle saldırıya uğradılar. Ancak gözlerimizi kapayamayacağımız gerçek şu ki, Suriyeli işçiler de artık ülkemizde işçi sınıfının bir parçası. Suriyeli işçilerin çalışma ve yaşama koşullarını, diğer işçilerle olan ilişkilerini, ve ileri işçilerin başta ırkçı kışkırtmalar olmak üzere yaşanan sorunlara nasıl bir çözüm aradığını öğrenmek için Çağlayan’a gittik. Sorularımıza bizzat muhataplarıyla görüşerek yanıt aradık.
Çağlayan’da sağlı sollu tekstil atölyelerinin sıralandığı caddeye çıkıyoruz. Her yanda Arapça yazılar var. Lokantalar, kafeler, çay ocakları Arapça levhalar asmış. Firmalar burada reklam afişlerine Arapçayı da eklemiş. Televizyonlarda Arap kanalları izleniyor. Yolda yürürken dört bir yandan kulağınıza Arapça kelimeler çalınıyor. Öyle ki bir an için kendinizi Arap kentlerinden birinde hissetmeniz mümkün.
Suriyeli işçilerin Çağlayan’a gelmeleri bir tesadüf değil. Her ne sebeple olursa olsun Türkiye’ye ve İstanbul’a gelen göçmenlerin yolu bir şekilde Çağlayan’la kesişiyor. Afgan, Moğol, Azeri! “Yedi düvelden gelen var” diyor işçiler. Ama şu anda en kitlesel olan Suriyeliler.
Tekstil patronları savaştan kaçan ve aç kalmamak için her koşulda çalışmaya razı olan Suriyeli mültecileri sömürü çarkına katmakta gecikmemiş. Tekstil işinde usta olmaları nedeniyle iş bulmakta sıkıntı yaşamıyorlar. Tek şart patronlar arasında yaygın olan “Ne verirsem onu kabul edeceksin, vermezsem istemeyeceksin, ne kadar istersem o kadar çalışacaksın” kuralına uymak.
‘400 DİYOR AMA 100 VERİYOR’
Suriye’de babasının tekstil atölyesinde çalışan 21 yaşındaki Muhammed Zarih bu işçilerden biri. “Gazetede resmimiz çıkar da Suriye’ye dönersek sıkıntı yaşarız” düşüncesi pek çok Suriyeli gibi Muhammed’in de çekincesi. Bu nedenle fotoğrafının çekilmesini istemiyor. 11 kişilik ailesiyle beraber ölümle burun buruna bir yolculuğun sonunda varmışlar Türkiye’ye. Hatta sınırı geçerken askerlerin açtığı ateş sonucunda bir arkadaşı yaralanmış. Güç bela da olsa kendilerini Çağlayan’a atabilmişler. Suriyeli bir patrona ait atölyede iş bulmuş. Ücretlerin düşüklüğünden yakınsa da “Hiç değilse bir para” alabilmekten mutlu. Çünkü birçok Suriyeli işçinin yevmiyeleri patronlar tarafından gasbediliyor.
Patronların Türkiyeli işçilerden korktuğunu söylüyor: “Çünkü onlar paralarını alamadıklarında eylem yapıyorlar, makinelere el koyuyorlar. Ama bize gelince ücretimizden kesinti yapıyorlar. 400 lira vereceğim diyor ama 100 lira veriyor. Ya da hiç vermiyorlar.” “Siz neden hakkınızı aramıyorsunuz” sorumuza yanıtı ise gözlerini yere indirerek “Biz savaştan kaçmışız nasıl eylem yapalım?” oluyor.
Suriyeli göçmen işçiler için en büyük sorunlardan biri Türkçe bilmemek. Bu sorunu aşmak için Arapça bilenler daha çok Hataylı Arap patronların, Kürtçe bilenler Kürt patronların ve Türkmenler ise Türk patronların yanında çalışmayı tercih ediyor. Konuşulan dili anlamaları ve bir işe sahip olmaları, kendi milliyetlerinden olan bu patronlara daha fazla minnet duymalarına ve sıkıntılara katlanmalarına yol açmış.
MUAYENE VAR İLAÇ YOK
Arap yemekleri yapan bir lokantanın, Suriyeli bir Türkmen olan sahibi Ali Atta ile konuşuyoruz. Hem Arapça hem Türkçe bildiği için lokantası aynı zamanda bir danışma merkezine dönüşmüş durumda. Bize Suriyeli oldukları için hastanelerde bedava muayene olabildiklerini ama pahalı olduğu için ilaç alamadıklarını söylerken, yanımıza gözüne demir çapağı kaçan Suriyeli bir işçi geliyor. Hastanede ücretsiz olarak ameliyat edildiğini, kullanması gereken göz damlasını ise alamadığını, bunun yerine daha önce kendisiyle aynı sorunu yaşamış bir işçinin kalan ilacını aldığını anlatıyor. Türkçe de bilen bu işçi elindeki ilacı nasıl kullanacağını bilemediği için Ali Atta’nın lokantasının yolunu tutmuş.
KAÇAK İŞÇİ CENNETİ ÇAĞLAYAN
Atölyelerinin bile çoğunun kaçak olduğu Çağlayan’da kaç işçinin çalıştığını kimse bilmiyor. Ama en iyimser rakam yüz binlerle diye başlıyor. Gerek iç piyasaya gerek dış piyasaya birçok markanın fason üretim yapıldığı bu atölyelerde çalışan işçilerin çoğu da kayıt dışı olarak sigortadan ve herhangi bir güvenceden yoksun olarak köle koşullarında çalışıyorlar. Bu yüzden çoğu kaçak olarak ülkemize gelmiş ve her koşulda çalışmaya razı Suriyeli göçmen işçilerin bu piyasaya eklemlenmesi zor olmamış.
BAŞLARINI SOKABİLECEK EVLERİ YOK
Başlarını sokabilecek bir yer bulmak tüm Suriyeliler için büyük sorun. Çünkü kimse ev vermek istemiyor. Ev verenler de fahiş kiralar istediği için bu hem göçmenleri hem de Türkiyelileri olumsuz etkiliyor. Bazı emlakçılar durumu fırsata çevirmiş! Kefil oldukları Suriyelilerden fazladan para isteyen emlakçılar, onlar adına yatırdıkları su ve elektrik faturaları için de “ayak parası” alıyor. Aileleriyle gelen işçiler, evlerine birkaç maaş girdiği için ev tutup nispeten iyi koşullarda yaşabiliyor. Yalnız gelen ya da bekar işçiler o kadar şanslı değil. Bazıları 10-11 kişi bir araya gelip ev tutmuş. Patronların kiraladığı evlerde ya da atölyelerde kalanlar ise en şanssızları. Başlarını sokabilecekleri bir evleri olmadığı için kendilerine dayatılan bütün koşullara boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
ANTEP BİZİM İÇİN CEHENNEMDİ
Halep’ten 3 yıl önce Türkiye’ye gelen Muhammed Hüseyin daha önce Antep’teymiş. Antep’te 4 ay kalabilmişler. “Çok fazla göçmen olduğu için yerel halk bize çok kötü davranıyordu, o yüzden orada duramadık” diyen Hüseyin, biraz parası ve mesleği olanların İstanbul’un yolunu tuttuğunu söylüyor. Hüseyin, “Neden kamplarda kalmıyorsunuz?” sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor: “Antep’teki kamplarda tuvaletlerin kapısı bile yok. Kız çocuklarını kaçırıp tecavüz ediyorlar. Antep bizim için cehennem gibiydi.” Hükümetin vadettiği kömürü vermemesi nedeniyle kışı soğukta geçirdiklerini söyleyen Hüseyin, “Suriye’deki durum yüzde 50 bile düzelse geri dönmek istediğini” dile getiriyor.
LOKANTADA DA AYRIM VAR
Kendi dilini bilen patronun yanında çalışma eğilimi, lokantalarda da karşılığını bulmuş. Örneğin Ali Atta’nın lokantasına daha çok Türkmen işçiler gelirken, karşısında bulunan ve sahibi Arap olan lokantaya ise daha çok Arap işçiler gidiyor. Her iki lokantada da Suriye’nin yöresel yemekleri ağırlıkta. Televizyonda Arap kanalları açık. Parasını verdikleri halde bazı toptancıların kendilerine mal satmadıklarından şikayet eden lokanta sahipleri işçilerin de genellikle veresiye yediğini, çoğu işçinin para alamadığı için borçlarını ödeyemediğini belirtiyor.
OKUL KÜÇÜK GELMEYİN!
Musab 15, Muhammed 19 yaşında iki kardeş. Çalışmak zorunda olduklarından okula gidemiyorlar. Aynı evde 11 kişi yaşadıklarını söyleyen Musab ve Muhammed’in küçük kardeşleri, bir süre okula gitmiş. Daha doğrusu gitmek istemiş, ama “Okul küçük” diye almamışlar. Şimdi bir evde verilen Kur’an kursuna gidiyorlar.