Avrupa basınında İsrail tartışmaları
Avrupa’da bu hafta da Ortadoğu’daki gelişmeler ana gündemi oluşturdu. Alman medyasında ağırlıklı olarak İsrail’i arkalayan ve Irak’taki IŞİD saldırılarıyla birlikte Müslümanlığı, Müslümanları, Gazze saldırılarının müsebbibi olarak gösteren yorumlar yapıldı. Başka bir gündem konusu da, doğal olarak ABD ve müttefiklerinin Rusya’ya yönelik yaptırımlarıydı. Medya, yaptırımları -birkaç istisna dışında- tek sesli olarak olumladı: Putin’e gereken ders verilmeli, diz çökmesi, geri adım atması sağlanmalıydı. Seçtiğimiz makale Knut Mellenthin’in Junge Welt gazetesinde yayınladığı yorum, ve bu Rusya ve Putin konusundaki ağız birliğini bozan seslerin de olduğunu göstermesi açısından önemli...
İngiltere’den seçtiğimiz makale ise ilk Müslüman kabine bakanı Barones Warsi’nin dışişleri bakanlığı görevinden ve hükümetten istifasını işliyor. Hükümetin İsrail’i koşulsuz desteklemesi, bazı çevreler tarafından eleştirildi. Hükümet ortaklarından ve Liberal Demokrat Parti Lideri Nick Clegg, (aynı zamanda Başbakan Yardımcısı) İsrail’e yönelik silah satışında endişelerinin olduğunu ifade etti ve görevden istifa eden Barones Warsi’ye katıldığının belirtti. Diğer yandan İsrail politikasını savunan Daily Telegraph gazetesi, Barones Warsi’nin istifasını eleştirdi. Gelişmeler ile ilgili Daily Telegraph’ ın yorumunu da okuyucularımıza sunuyoruz.
Fransa’da ise Hümanite gazetesi, Cathy Ceïbe tarafından derlenen bir yazıyla, AB ülkelerinin iki yüzlü politikalarına karşı aykırı iki sesi sayfasına taşıdı. Demokrasi ve insan haklarını ağızlarından düşürmeyen uluslararası kurum ve siyasetçilerin, söz konusu İsrail olduğunda uluslararası hukukun nasıl sus pus edildiğini gösteriyor.
‘KALİTELİ MEDYA’NIN BİRLİK CEPHESİ
Knut Mellenthin
Junge Welt
Yok, yok Washington Post ve Der Spiegel’in şef redaktörleri, savaş kışkırtıcısı falan değiller. Sadece ‘canavar’ Putin’i diz çökmeye zorlamak ve Rusya’yı da istikrarsız hale getirmek istiyorlar. Bu sayede günün birinde Rus milyarderleri ve diğer liberal demokratlar, Putin’i çarmıha germe veya sorumluluklarının hesabını vermek için Den Haag’a gönderme fırsatını yakalamış olacaklar.
Burada kısa bir not düşmek lazım: 1941 yılında Hitler yola çıktığında, Stalin’in kısa süre içinde bir ‘devrim’le düşürüleceğine inanmaktaydı. Ama işte görüldüğü gibi, her şey düşünüldüğü gibi gerçekleşmiyor. Hele de düşünmeden, sadece bozuk meyveleri tıkındığı için karın ağrısı çeken ergen şempanzeler gibi sinirli sinirli bağırıp çağırılırsa...
Washington Post’un şef redaktörü, iki-üç haftada bir batının güçsüzlüğünden şikayet eden ve ‘tehlikeli hayduta’ nasıl ders verileceğini anlatan bir başyazı yazıyor. Tabi ki bunun riskli bir şey olduğunu biliyor. Birkaç gün önceki yazısında, “Putin’in sert yaptırımlar karşısında geri adım atmayacağı, saldırıya geçeceği kesin. Batı, yaralandığı için daha da saldırganlaşacak bir Putin’e hazır olmalı.” diyerek bu konuya dikkat çekmişti. Vietnam savaşı sırasında Tonking Körfezi’nde olan bitenlerin gerçek yüzünü ortaya çıkararak, ABD’nin geri çekilmesine yol açan yayını yapan gazetenin kırk yıl önceki okurlarının şimdiki gazeteyi tanımaları zor...
Almanya’da da Der Spiegel dergisinin ‘cesur’ amatör strateji uzmanı şefleri Putin’e uygulanacak yaptırımların ters tepebileceğini tahmin edebiliyorlar. Dergi son sayısında; “İlk aşamada Putin sağa sola saldırmaya, şaşırtıcı bir karşı saldırıda bulunmaya kalkışabilir. Ama orta vadede Uluslararası Cemiyet’in Ukrayna’da savaşı kışkırtıcılığı yapan bu paryası, geri adım atmak zorunda kalacaktır.” diye yazıyor. “Eeee, varsayalım geri adım atmadı, ne olacak?” sorusuna verilen cevap; “Ah sevgili çocuklar; hele bir bekleyelim, bunu daha sonra tartışırız!”
Batılı ana akım medya, ağız birliğiyle Putin dediğinde Rusya’dan söz ediyorsa; ki böyle yapıyor, alarm zilleri çalıyor demektir. Böyle bir propaganda dili sadece savaş hazırlığı döneminde veya savaş sırasında kullanılır. Çelişkilerin, saldırgan bir dil kullanılarak, şeytanlaştırılmış bir kişide yoğunlaştırılmasıyla, gelişmeler konusunda nesnel analizler yapılmasının önü kesiliyor. Zaten bu da istenmiyor...
Batılı ana akım medyanın ABD ve müttefiklerini, “Uluslararası Cemiyet” olarak nitelemesi ise propagandadan başka bir şey değil. Bu niteleme, hesapsız ve bu nedenle büyük tehlikelere gebe sabit fikir çılgınlığını gizlemekten öte bir işe yaramıyor. Bilindiği gibi batılı hükümetler dünya nüfusunun sadece yüzde 15’ini temsil ediyorlar ve bu yüzde 15’i gerçekten temsil edip etmediklerini de kanıtlamak zorundalar...
(Çeviren: Semra Çelik)
BARONES WARSI’NİN İSTİFASI GAZZE’DE BARIŞI TEŞVİK ETMEZ
Daily Telegraph
Başyazı
Bir bakanın prensip meselesi yapıp, hükümetten istifa etmesi nadir bir durum. Hükümetin Gazze’ye yönelik politikası yüzünden, Barones Warsi’nin dışişleri bakanlığı görevinden istifa etmesi büyük önem taşıyor. Bakan, Britanya’nın iki tarafa (İsrail ve Hamas’a) eşit bir tutum sergilemesi “ahlaki açıdan savunulamaz” diye açıklıyor. Demek ki Bayan Warsi, Başbakan David Cameron ve bakanların İsrail’i daha fazla kınamasını bekliyormuş. Biz de soruyoruz; bu nasıl bir katkı sunardı? Dışişleri Bakanı Philip Hammond’ün söylediği gibi “Megafon Diplomasisi” Batı’daki insanların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayabilir ama Gazze’deki katliamın nedenleri ile yüzleşmesine yardımcı olmuyor. Bayan Warsi, istifa gerekçesinde tarafsız bir tutum sergilemiyor. Hamas’in İsrail’e yönelik füze saldırılarını aynı şekilde kınasaydı, istifa gerekçesi belki bu kadar sorgulanmazdı.
Warsi’nin istifa mektubu, Britanya’nın, Ortadoğu’ya yönelik politikasını yüzeysel bir şekilde değerlendiriyor ama daha çok kabine değişikliğini eleştiriyor ve iç siyasette derin bir anlaşmazlık olduğunu ima ediyor. Bu durum, nedense, Bayan Warsi’nin Gazze’deki insanların yaşadığı sefalet için üzülmesine yol açıyor. Sivil ölümler için yoğun duygular ifade etmek, dış politikasına yön vermiyor ve Britanya’nın Ortadoğu üzerinde halen bir etkisi olduğunu inanmak biraz şüpheli. Dış politikasına asıl yön veren durum, hükümetin İsrail’in kendi koruma hakkının olduğunu savunmak. Hamas, binlerce füzeyle İsrail’e ateş açtı ve anlaşıldığı kadarıyla Gazze’deki kargaşayı yaratmak için (İsrail’i) tahrik etti.
İsrail kara kuvvetlerini geri çektiğine göre, herkes bu durumun insani yardım ulaştırılmasını sağlayacağını umut ediyor. Fakat uzun dönemde ne olacak? Hizbullah, füze stoklarını 2006 savaşı sonrası Lübnan’da yeniden donatırken, 2009 savaşından sonra, uluslararası kurumlar Hamas’ı silahsızlandırma sözleri vermişti. Fakat bu sözler yerine getirilmedi. İsrail kendini kuşatılmış bir ülke olarak görüyor ve ölü sayısı eşitliğini, kendi topraklarına yapılan saldırılara yanıt verirken, orantılılığın bir ölçüsü olarak görmüyor.
Eğer ateşkes devam ederse, Mısır’ın aracılık yaptığı barış müzakereleri, İsrail’in güvenliğini sağlamalı ve Gazze’nin insanlarını yıllardır perişan eden kuşatmaların kalkmasını teşvik etmeli. Şu anda ne kadar hayali görünse de, sonuç olarak, hedef yan yana, güven içinde yaşayabilen ve sınırları belirlenmiş iki ülke yaratmak olmalı. Fakat, gerçek şu ki Bayan Warsi’nin istifası, bu hedefe hiç bir katkı sunmuş olmayacak.
Çeviren: Çağdaş Canbolat
'ULUSLARARASI STANDARTLARA HİÇBİR ZAMAN UYULMADI, UYULMUYOR'
Cathy CEÏBE
Humanite
Bolivya Büyükelçisi Jean Paul Guavera; “Bolivya’nın 2009’ da İsrail’le olan diplomatik ilişkilerini kesti. O tarihlerde yine İsrail’in Gazze Şeridindeki Filistinli nüfusa karşı bir katliamı söz konusuydu. O zamandan beri ilişkilerimizi düzeltmedik, çünkü durum hala değişmedi… Filistin’de masum insanların öldürülmesi ve Gazze’deki abluka devam ediyor… 2009 yılında ilişkileri koparmamızın anlamı çok önemlidir… İsrail’i terrörist devletler listesine koymamızın nedeni bunlardır. Bu hafife alınacak bir karar değildir. Bizim için, çocukların, kadınların ve masumların öldürülmesi terörizmden başka birşey değildir… Her ülke kendi eylemleri için halkına açıklama yapmak zorundadır. 2009 yılında Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales Birleşmiş Milletler kurulunu “Güvensizlik Kurumu/Konseyi” olarak ilan etti. 2009 olaylarından sonra hiçbir İsrail yetkilisi hesap vermemiştir. Uluslararası standartlar hiçbir şekilde yerine getirilmemiştir. İki yüzlü bir söylem var. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pillay, olaylar karşısında bir cezasızlığın olamayacağını açıkladı. Ama ateşkese çağırıp aynı zamanda silah tedarik etmeye devam edildi. Bu tutarlı bir davranış değildir... Bu trajik olayların tekrarlanmaması için yaptırımlar uygulanmalıdır.”
‘ULUSLARARASI HUKUK BİR İLLÜZYON HALİNE GELMİŞTİR’
AB Demokrasi ve İnsan Hakları Hukuku onursal başkanı ve Filistin Russel Mahkemesi’nin destekçi onur kurulu üyesi Monique Chemillier Gendreau; “ Filistin’de olanlar çok korkunç, ama « Uluslararası Toplum » olarak adlandırdıklarımızın genel reaksiyonu ise daha korkunç. Bu olayların ışığında, uluslararası hukukun olmadığını, bir İllüzyon haline geldiğini anlıyoruz. Filistin’le ilgili hiçbir çözüm politikası uygulanamamış. Nato’nun şartlarına yakından baktığınızda, onun bir sürü çelişki ile dolu olduğunu göreceksiniz ve devletlerin bu çelişkiden yararlanıp, onun adına suç işlemelerini sağlıyor. Son örneklere bakın : Eski cumhurbaşkanı Sarkozy döneminde Libya’da olanlar ve şimdide Cumhurbaşkanı Hollande’ın Mali’de yaptıklarına bakın… Bush’un Irak’a müdahalesinden bahsetmiyorum bile, sonuçlarını görüyoruz. Bu tür askeri operasyonlar yasadışı ve insan hakları açısından bir felakettir.
Bugün bütün dünya’nın gözü önünde İsrail’in Gazze’de yaptıkları kitlesel savaş suçlarıdır. Gereken şey, bu suçların faillerine karşı cezai takibat başlatmak için muktedir bir ‘gerçekleri araştırma komisyonu’ kurmaktır. Cenevre Sözlesmesi bunu öngörmektedir. Ama bunu imzalayan devletlerin hiçbiri sözkonusu Israil ve Filistin olunca, bunu yürürlüğe koyma cesaretini gösteremediler. Oysa işgal henüz geçmiş bir olay değil ve bugünkü suçlarda ilk değil. Sivillerin bombalanmasının bir savaş suçu olduğunu söyleme cesaretine sahip olmak gerekir. Bu Hamas için de geçerlidir. Kasaba ve kibboutzlara roket gönderirken bir hata içerisindedir. Ama aynı zamanda güçlerin dengesizliğini söyleme cesaretinde olmakta gerekir, ve ikiyüzlü eşitlik komedisini oynamamak gerekir. Hep ve her zaman bir çifte standart olmuştur. Gazze’de yapılmasına izin verilen uluslararsı hukukun gürleyen başarısızlığını gösteriyor. Ve hukukta ki umudun düşmesi kaosa yol açmaktadır.”
(Çeviren: Perihan Bakır)
Evrensel'i Takip Et