14 Eylül 2014 09:59

Ayşe TAŞKIRAN

Ölüm, hüzün ya da kutlama, öfke ya da mutluluk, barış ya da huzursuzluk zamanı olabilir; bu kaçınılmaz sonu kendimiz ve sevenlerimiz adına nasıl karşılayacağımız bize kalmıştır.”

Bu sözlerle başlamıştı Marc son yazdığı makaleye. Ferguson’da Michael Brown’un öldürülmesi ile ilgili bir yazı yazmasını istemiştim.  Bana ‘hayır’ diyemezdi hiç, kıramazdı. Hani bazı öğrenciler vardır ya, boşlukta uçuşurlar rengarenk kelebekler gibi, nereye konacaklarını bilemezler. Beklerler. Irkçılıkla ilgili bir söyleşide, sözleri ve  konuya hakimiyeti ile beni derinden etkilemiş olan 19 yaşındaki bu gencin pırıltısını görmüş ve gidip yanına oturmuştum. O gün bu gün Marc, eline tutuşturduğum kıvılcımı büyütüp besleyip koca bir alev haline getirmiş ve ön saflara geçmişti. İşte böyle başlamıştı Marc’la olan sıcak dostluğumuz. 

ÖLÜME ŞAŞIRMAMAK

Michael Brown’un öldürülmesine şaşırmamıştı Marc. ABD’de sıradan bir olaydı bu çünkü. Bir siyah olarak kendisinden korkulduğunun farkındaydı bu ülkede. Ve rotasını dikkatli çizmesi gerektiğinin de... Çünkü kendisi de onlardan korkuyordu; geleceğinin, hatta yaşamının tehlike altında olduğunu biliyordu.

“Eğer ben onlardan korkuyorsam ve onlar benden korkuyorsa, birbirimizi nasıl anlayacağız?​” diye sormuştu aynı yazının devamında.

İşte bu birbirini anlamayıp korkmalara bir son vermek yolunda çizdi rotasını Marc. Yaşamını bu diyaloğu kurabilmeye adadı.   

Üç hafta önce bir nehir kıyısı yürüyüşümüzde artık meşalenin onun elinde olduğunu söylemiştim Marc’a. 25 yaşındaydı. Bundan iki hafta sonra bir ormanda yanmış bir arabanın içinde bulundu, tanınmayacak halde. 

AYRIMCILIKLA SAVAŞA ADANMIŞ BİR HAYAT

Hem Butte Koleji’nde hem de Kaliforniya Üniversitesi’nde birçok öğrenci faaliyetlerine liderlik etmişti Marc. Faaliyetleri yalnızca ırkçılıkla ilgili de değildi. Antropoloji kulübü, Çeşitlilik Komitesi, Feminist Kulübü gibi diğer öğrenci klüplerinde de aktif rol oynamış, öğrenci temsilciliği görevini üstlenmişti. Geçtiğimiz dönem sosyoloji, psikoloji, kadın çalışmaları ve uluslararası toplumsal cinsiyet çalışmaları bölümlerinden mezun olmuştu.  Bir üniversitenin çeşitlilik bürosunda iş aradığını söylemişti son görüştüğümüzde. Önümüzdeki ay dersimin ırkçılıkla ilgili bölümünde konuk konuşmacı olacaktı.

BELKİ BUGÜN O GÜNDÜR

Zekası kadar kalemi de kuvvetli olan Marc, birkaç yıl önce çeşitlilikle ilgili bir makale yarışması için şunları yazmıştı:

“Her gün evimin kapısından çıktığımda karşıma çıkan soru şu: karışmak ya da karışmamak. Bu vahşi ormanın ortasında ürkmüş bir bukalemun gibi herkesin içine karışıp kaybolmamı sağlayacak kıyafetler mi giymeliyim? Tam tersine daha az yürünmüş hatta daha keşfedilmemiş yollardan geçmeyi tercih ederim.  Bu artık bir seçim bile değil; her yeni ışıkla, kaşif şapkamı başıma takar, ait olmadığım bir toplumda bilinmeyen maceralara doğru adım atarım.”

“Dünyadaki sorunlardan beni sorumlu tutan gerici birinin bakışları ile karşılaşacağım gün mü olacak bugün? Bir sonraki nesli yozlaştırdığımı düşünen.. Ya da eğer bana engel olmazlarsa, düşük belli pantolonum ve argo laflarımla bu ülkenin dipsiz bir kuyuya doğru sürükleneceğine inanan.. Muhtemelen. Bu yüzden kendimi, o hiç görmediğim Afrika’nın renklerine bürüyüp, pantolonumun kemerini baskın kültürün olmasını istediği yerden biraz daha aşağıdan bağlarım. Bana sahip olduğumu söyledikleri özgürlüğü aramak ve karşı cinsten onaylayan bakışlar yakalamak üzere yola düşerim.  Aynı bayrak altında doğmuş olmamız nedeniyle  beni korumaya ant içmiş ama kemerlerinde taşıdıkları soğuk çelik kelepçelerin bileklerimi sarmasını zor bekleyenlerin çatık kaşlarından saklanarak yürürüm.”

“Bu yolculuktaki en büyük desteğim, deri rengimi görüp hakkımda tahmin yürüten gözlerin arkası gelmeyen geçit töreninde her yönden gelen tüm bakışları kendine çeken kahve tonundaki derimdir. Derimi bu yolculuğunda yalnız bırakmam. Üzerime takabildiğim, iliştirebildiğim, sarabildiğim, asabildiğim ne varsa hiç boş yer bırakmadan takıp takıştırıp bilinmeyene doğru yola çıkarım ve yargılanmayı beklerim. Belki bugün bir anlayan çıkar.”

ABD’deki ırkçılığın ve bu ırkçılığa maruz kalan yüreklerin acısının daha güzel bir ifadesi olabilir mi bilmiyorum. 

UMUDU YİTİRMEK

Dünyada olup biten kötülüklerden bunaldığım zamanlarda enerjimi kaybettiğim olur. İnsanlıktan, her şeyin düzeleceğinden umudumu kestiğim anlar... Bugün onlardan biri.

Bir gün geçmiyor ki tedbirsizlik yüzünden işçilerin öldüğünden, masum bir gazetecinin kafasının kesildiğinden, bir kadına tecavüz edildiğinden bahseden haberler çıkmasın karşıma. Ya da bir nehrin barajlar yüzünden acımasızca kurutulduğundan, bir ağacın rant yüzünden kesildiğinden, bir hayvana işkence edildiğinden bahseden haberler. En zoruma giden de artık bu haberlere alışıyor olmamız.  Öyle ya, hangi birini okuyup hangi birine üzüleceğiz. Hangisini değiştirmeye yeter gücümüz? Bazen bu çaresizlik iğneyle kazmaya çalıştığımız kuyunun derinliklerine götürüyor ve ipsiz bırakıyor insanı. 

İşte böyle oldum Marc’ın ölüm haberiyle. Dünyayı daha güzel yapacak biri daha göçtü gitti. ABD gelecekteki bir liderini daha kaybetti.  Marc benim gelecekten umudum, diktiğim fidanın meyvesiydi... 

VAZGEÇMEME SIRASI BENDE

İçinde doğduğu fakat asla benimseyemediği ve insanı öğüten bu kültürün bütün çamurlarından sıyrılıp, tertemiz pırıl pırıl ışık saçan biri idi Marc. Taşıdığım kıvılcımı güvenle arkama bakmadan eline bırakabileceğim ve sonuna kadar taşıyacağına emin olduğum biri... Bu acımasız, ırkçı toplumun bir kurbanı daha..  Soruşturma sürüyor hala. Ama yakında o da faili meçhul cinayetler listesine eklenir kanımca. Bir siyah daha eksilmiştir yalnızca.  Bir katil daha korunmuştur. Bir siyah insan bir kez daha yanlış zamanda yanlış yerde olmuştur.

Ayrımcılık konusunda konuşmak yaşamının her günü ayrımcılığa maruz kalan bir kişi için zordur. Aynı acıyı tekrar tekrar yaşamaktır. Kapanmış yaraları tekrar tekrar açmaktır.  İşte böylesi bir bıkkınlık anında artık yorulduğunu söyleyen Marc’a bu yola girmesinin nedenini sormuştum. Kendi yaşamı ve tecrübelerinden dolayı, her gün karşı karşıya kaldığı ayrımcılıktan dolayı gibi bir cevap bekliyordum. Beni çok şaşırtan cevabı şu olmuştu: “Bilmem, çünkü sen yapıyordun bu işi, demek ki önemli diye düşünmüştüm.”  

Şimdi umutsuzluğa düştüğüm anlarda Marc’ın bu sözlerini hatırlıyorum. 

Sevgili Marc: sen herkesin eşit olduğu bir dünya için harcadın kısacık ömrünü. Eğer sen öyle yaptıysan, bu iş önemli demektir. Vazgeçmeme sırası şimdi bende.  

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yağma iklimi

Yağma iklimi

Enerji şirketlerinin patronlarının bizzat yönetimine girdiği Saray iktidarı, “iklim değişikliğiyle mücadele” adı altında sermayeye yeni kaynak aktarma hazırlığında. İktidarın Meclise getirdiği tasarıya göre karbon emisyonu ticareti sistemi kurulacak, “atmosferi kirletme hakkı” alınıp satılan bir mala dönüşecek. Sistem karbon ticareti zenginleri yaratırken, halka zehir kalacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan: Dünya bir imtihan yeridir, ekonomik zorluklar gelip geçer.

Evrensel'i Takip Et