Yürümek
İnsanlar neler taşımıyordu ki kucaklarında? Bir öğrenci okul yolunda kitaplarını taşıyordu kucağında mesela, bir işçi evine ekmek götürebilmek için ağır yükler taşıyordu kucağında.
İrem KARABATAK
Ege Üniversitesi
Bulutlar geçti üzerimden. Üstelik kağıtlara çizdiklerime hiç benzemeyen kapkara bulutlar. Çocukken iyiliğe, güzelliğe benzettiğim beyaz bulutların aksine teşbihte karanlık bırakmıştı bu bulutlar. Koştum arkalarından. Nereye gidiyorlardı böyle, neydi bu acele? Yetişemedim, ardından koşarken yazdığım bir şiirle öylece kalakaldım.
Sokak ne kadar da yalnızdı o saatlerde. Her gün kırık kaldırım taşlarının üzerinde kirli sakallarını terbiye eden o ihtiyar bile görünmüyordu ortalıkta. İçki şişesi kalmıştı bir tek. Damla damla sızarken şişedeki kırmızı, yoldan geçen bir çocuk gözlerini devirip nasıl da bakmıştı öyle sarhoş şişeye. İhtiyarın her bir damlaya dünyayı sığdırdığı o kırmızının öfkesi boyamıştı kaldırım taşlarını. Kırmızı, sadece bir renk değildi orada. Çok geçmeden, tıpkı ihtiyar gibi ben de yalnız bıraktım kırmızıyı.
Kimi zaman gri, boğucu bir dumana ve kan kokusuna çıkardı burada sokaklar. Takvimler yazdan kalmaydı.
Varsıl bir kentin yoksul martıları kanat çırpıyordu etrafımda. Denize dönebilmek uzunca zaman sonra, ne de güzel diye geçirdim içimden. Soğuk bir kayanın üzerine oturdum sonra. ‘Gel beraber taşın durumundan bir şeyler anlayalım.’ demişti İranlı bir yazar. Düşündüm, düşündükçe üzüldüm oradaki kayalar için ama en çok da şehrin çöp arabalarına, köyün tahta köprülerine ve kırık kaldırım taşlarına...
O soğuk kayanın üzerinde saatlerce oturdum. Bulutların ardından koşarken aklımdan geçen o şiiri karaladım elimdeki kağıda; denizin tuzu kadar yakıcı oldu diye düşündüm. Bizim çocuklara okuyacaktım bu şiiri, kağıdı özenle katlayıp cebime koydum. Okuyacak kimseyi bulamadım, çocuklar artık yoktular.
Türküler mırıldanarak yürüdüm yollarda. Çocukları düşündüm, hangi türkü yarım kalmıştı acaba dudaklarında? Oradan devam etmeliydim.
Gökyüzünün kara bulutlarına çocukken elimden aldığı balonlarımı sordum az önce. Kucak dolusu bir kırmızı bıraktı yalnızca. İnsanlar neler taşımıyordu ki kucaklarında? Bir öğrenci okul yolunda kitaplarını taşıyordu kucağında mesela, bir işçi evine ekmek götürebilmek için ağır yükler taşıyordu kucağında. Unutmama erdemi kalmalı bizde. Kızının paramparça olmuş cansız bedenini taşıyordu kucağında bir ana! Her dakika taşımalıyız vicdanımızın kucağında ‘unutturmama’ erdemini.
Çocuklarımızın yüzlerini gördüm kahrolası bulutların karanlığında. Cebime attım elimi, kağıdı çıkardım:
Unutuluşları ezber ettim göğe baktığımdan beri
Erdal’ı yazdım, Ceylan’ı, Uğur’u, Şerzan’ı
Berkin’i, İbrahim’i ve diğerlerini.
Yazdım, oysaki
Söz sanatı yok, imge yok burada, mecaz yok!
Bir şiir öylesine yalın, öylesine çıplak kaldı
Çocuk gülüşlerinin sözcüklere mezar olduğu yerde.
Bu cümle onlara ahım, size sözüm olsun:
Güneşler alacağım sizlere çocuklar
Dolanmasın diye göğünüzde devlet karası bulutlar.