02 Ekim 2014 16:52

Koza'nın geride bıraktıkları

Filmi çekeceğimiz sırada Gezi olayları patlak verince, sokaklara dökülen kalabalıklara kayıtsız kalıp bireysel dertler üzerine, içe kapalı bir ödev filmi çekmek istemedik. Pencereden dışarı baktığımızda büyük topluluklar görüyor, evimizin içine sızan haykırışlar duyuyorduk

Koza\'nın geride bıraktıkları
Paylaş

Ateş ALPAR
Adana


Bu yıl 15-21 Eylül tarihleri arasında düzenlenen 21. Altın Koza Film Festivali’nin tartışmaları hala bitmedi. Festival için toplam 6 milyon 457 bin 234 liralık harcama yapıldı. 205 film, 10 sinema salonunda, 515 gösterimle izleyiciyle buluştu.

21. Altın Koza Film Festivali’nde bu yıl kendi kısa filmleriyle yarışan genç sinemacılarla Altın Koza Film Festivali’ni ve kendi filmlerine dair  röportaj gerçekleştirdik. Tabi Türkiye sinemasının 100. yılını anmadan olmaz dedik.

Öncelikle sizleri tanıyalım, hangi okuldan katılıyorsunuz, filminizin türü ve konusu nedir?

Sertaç Koyuncu: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarım Bölümü’nde öğrenciyim. Filmimiz ‘Çapulcular Bahçesi’, 2013’ün Mayıs ayında, Taksim Gezi Parkı’ndaki direniş hareketinin kızıştığı günlerde İzmir’de geçiyor. Filmde, babası tarafından ‘namusunu korumak’ uğruna kimi özgürlüklerinden mahrum bırakılan bir kızın, çevresindeki politik canlılığı keşfetmesi ve sosyal medyadan gördüğü yöntemlerle babasına karşı küçük çaplı bir direniş organize etmesi anlatılıyor.

Ezgi Büşra Çınar: Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Sinema TV Bölümü öğrencisiyim. Filmimin ismi ‘Levirat sistemi’. Deneysel bir film.

Oğuz Çağrı Kara: Selçuk Üniversitesi’nden ‘Öz’ filmiyle katıldım yarışmaya. Filmin türü canlandırma. İnsanın algılama, kavramsallaştırma sürecini, bilincini konu edindim.

PENCEREDEN DIŞARI BAKTIM

Böyle bir konuyu seçme sebebiniz nedir?

Sertaç Koyuncu: ‘Çapulcular Bahçesi’ okulumun ikinci sınıf final projesi olarak çektiğim bir film. Senaryonun ilk hali asosyal bir gencin kaybolan kedisini bulmak için ‘sokağa çıkışı’ üzerine şekilleniyordu. Filmi çekeceğimiz sırada Gezi olayları patlak verince, sokaklara dökülen kalabalıklara kayıtsız kalıp bireysel dertler üzerine, içe kapalı bir ödev filmi çekmek istemedik. Pencereden dışarı baktığımızda büyük topluluklar görüyor, evimizin içine sızan haykırışlar duyuyorduk. Bu olay tamamen dışa dönüktü. Dolayısıyla metafor yapmaya çok da fırsat bulamadan, senaryoyu çevremizde de örneklerini sık gördüğümüz; gençlerin bilinçlenme, sokağa çıkma ve özgürlükleri için direnme hareketlerine odakladık.

Ezgi Büşra Çınar: Aslında ‘Levirat Sistemi’ sadece filmimin bir çerçevesi. Asıl konu insanların kaderlerini kendilerinin belirleyememesi, başkaları tarafından yazılan kaderi yaşamak zorunda kalmaları. Filmimin asıl derdi bu.

Oğuz Çağrı Kara: Bilinç sürekli kafamı meşgul ediyor. Üzerine fazlaca düşünüp okuyorum, çok zor sorular beliriyor. Film de o sorulardan biriyle bitiyor. Aslında film tamamen o soru üzerine kurulu.

GENÇ SİNEMACILAR İÇİN BÜYÜK FIRSAT

Altın Koza Film Festivali’ne dair ne düşünüyorsunuz ve neler söylemek istersiniz? Geçen senelere göre nasıldı festival?

Sertaç Koyuncu: Bir sinemasever olarak Türkiye’de düzenlenen film festivallerini düzenli olarak takip ediyorum. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali; organizasyonun geneline sinmiş Yılmaz Güney ruhuyla, son yıllarda Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda ilk filmlere fırsat tanımasıyla, özellikle de sinema öğrencilerinin kısa filmlerinin yarıştığı ve ödüllendirildiği Öğrenci Filmleri Yarışması’yla bende özel bir yere sahip. Öğrenciler çok düşük bütçelerle çektikleri kısa filmlerin gösterimleri vasıtasıyla uzun metraj ekiplerinin yaşadığı heyecanı yaşıyor, yeni filmler çekmeye özendiriliyor, sahneye çıkıp sinemaya yıllarını vermiş emektarlardan ödül alıyorlar. Festival sırasında finalistlerle şahsen tanışma fırsatları oluyor, ülkenin dört bir yanından yarışmaya gelen sinema öğrencileriyle tanışıyor, yeni bağlantılar kuruyorlar. En azından benim için böyle oldu. Yirmi bir yıldır düzenlenmesine rağmen bir takım aksaklıklar olsa da, kendi adıma festivalin iyi enerjisi bu aksaklıklara baskın çıktı diyebilirim.

Ezgi Büşra Çınar: Altın Koza Film Festivali’ne ilk defa bu yıl katıldım. İzleyiciler için seçilen filmlerin çoğunu beğendim, dünya sineması gösterimleri oldu, seçilen yönetmenler başarılıydı. Sadece film programı yapılırken izlemek istediğimiz birçok filmin çakışması sıkıntıydı. Festivalin kapanış törenini hiç beğenmedim. Halka film gösterimleri ücretsizdi ve bu halkın festival katılımı için çok güzel bir şeydi. Bir haftanın içinde Altın Koza film atölyesinin ve birçok yazarın söyleşisinin olması festivale katılanlar açısından güzel şeylerdi.


ABARTILI GEÇMİŞ ÖVGÜSÜNDEN KURTULMALIYIZ

Oğuz Çağrı Kara: Yeni sinemacılar için oldukça önemli bir festival. Yalnız, bir sanat olan sinema rotamıza iyimser yaklaşamıyorum. Çok fazla ve abartılı bir geçmiş övgüsü var. Bu aşırı övgü, yeniye ve geleceğe ket vuran bir algı oluşturuyor. Geçmişi pek de parlak olmayan ülke sineması birkaç iyi örneğin ötesine gidemiyor. Bu muhafazakarlıktan çıkılması gerekir. Sanat için ön koşuldur bu. Atölye etkinlikleri de arttırılmalı ve daha yapıcı hale getirilmeli. Ayrıca ‘festivalin etik değerleri’ öne sürülerek bir filmin yarışmaya alınmadığını duydum. Eğer bu doğruysa büyük bir ayıp. Sansür kabul edilir bir şey değil. Bunların dışında kısa filmler, yapım kolaylıkları ve büyük bütçe gerektirmemeleri nedeniyle öğrencilerin ilk tercihleri oluyor. Ama bu kesinlikle kısa metraj filmler uzun metraj filmlerden önemsizdir anlamına gelemez. Kısa metraj ve uzun metraj edebiyattaki türlerin sinemadaki yansımasıdır. Yani yapısal farklılıklar gösterirler ve ayrı ayrı değerleri vardır. Bu bağlamda kısa filmcilere gerekli desteğin ve değerin verilmediğini düşünüyorum. Ödül töreninde bu yaklaşım açıkça belli oldu. Kısaca, sinema sanat olarak kabul ediliyorsa ve bu bir sanat etkinliği olma iddiasındaysa güçlü bir değişim gerekiyor. Ama bu değişim ilgili akademilerde olmadığı sürece festivaller de zayıf nitelikte kalacak.

YENİ KUŞAĞIN YENİLİKÇİ ESERLERİ

Bu sene Türkiye sinemasının 100. yılı, neler söylemek istersiniz?

Sertaç Koyuncu: Sinemamızın görece uzak tarihine baktığımızda milat niteliğinde yönetmenler görüyoruz; Ömer Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Halit Refiğ… Halkın en güzel kıyafetlerini giyip sinema salonlarını doldurduğu bir Yeşilçam Sineması görüyoruz. Bence Türkiye’nin ruhuna işlemiş en popüler sinema akımı sayılabilir bu. Doksanlı yıllarda yaşanan duraklama döneminin iyiden iyiye aşıldığı günümüzde ise çok değerli yönetmenlerin ustalık eserleri ve yeni kuşağın Türkiye insanının nabzını tutmaya çalıştığı yenilikçi eserleriyle karşılaşıyoruz. Gösterim için salon bulmak, yapım maliyetleri gibi sıkıntılarla mücadele eden yeni nesil sinemacılarımız sadece Türkiye’de değil, dünya festivallerinde de takdir görecek nitelikte filmler üretiyorlar. Bu heyecan verici gelişmelerin gerek sinemacılara gerek devlete ve halka, ülkemizde yerli film üretim ve tüketiminin gelişmesi için gerekenlerin yapılması konusunda güç vereceğine şüphem yok.

KENDİ ÖZÜNDEN ÜRETMEYE BAŞLAMALI

Ezgi Büşra Çınar: Sinemamızın 100. yılında eskiye göre daha farklı ve daha fazla sinema dili görmekteyiz. Bu çok güzel bir şey. Birçok kişi ‘Büyük gelişmeler var, birçok yönetmenimiz yurtdışından ödüller almakta, Türk sineması çok gelişti.’ diyor. Aslında buradaki başarı Türk sinemasına ait değil, bu başarılar bireyseldir. Sinema ne zaman bir endüstri haline gelir, ne zaman kazandığını sinemaya yatırır işte o zaman Türk sinemasının başarılarından bahsederiz. Şu an sadece bireysel başarılardan söz edebiliriz. Türk sinemasının geçmişinde yaptığı gibi sinemayı geliştirmek yerine belli tarzları tutturup filmler çekmek ya da sinemadan kazandığını sinemaya yatırmamak her zaman sıkıntı olacaktır. Bunun yanı sıra 100 yıllık sürece baktığımızda çok değerli yönetmenler, senaristler, oyuncular, sinema emekçileri kazandık. Dönemlerin yansıması olan sinema bize bir asrın da tarihini izletme imkanı sundu.

Oğuz Çağrı Kara: Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sinema büyük oranda ticari bir sektör. Haliyle bu yüzyıl içinde ileri atılımların sayısı oldukça az. Ama varlar ve günümüzde de devam ediyorlar. Bağımsız sinemanın Avrupa, Amerika veya başka ülkelerin taklitçiliğinden çıkıp kendi özünden üretmeye başlamasıyla gerçek bir adım atacağını düşünüyorum. Bu her yönüyle kaçınılmaz bir özgünlük doğuracaktır ve ‘Türk Sineması’ o zaman gerçekten anlamlanacaktır.

YENİ YÖNETMENLER KAZANMAK İSTİYORSAK...

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkılarını nasıl buluyorsunuz?

Sertaç Koyuncu: Bildiğim kadarıyla birkaç yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’de düzenlenen başka bir film festivaline beş milyon lira destekte bulunurken Adana Altın Koza Film Festivali’ne sadece beş yüz bin lira destek sağlamıştı. Bu sene yapılan ekonomik destek hakkında bilgim yok ancak bizzat Adana’da Altın Koza’nın tanıtımının yeterince yapılmadığına dair eleştiriler duyduğumu söyleyebilirim.

Ezgi Büşra Çınar: Eskisine göre sinemaya daha fazla katkı sağladıklarını söyleyebilirim ama şu anki durum sinemacılara katkı konusunda yeterli değil. Bizim sektörümüzde birçok kişinin çok güzel projeleri var fakat sırf destek alamadıkları için gerçekleştirememekteler. Özellikle de sinemamıza yeni yaratıcı yönetmenler katmak istiyorsak ağırlıklı olarak ilk destek verilecek kişiler ilk uzun metrajlarını çekmek isteyen yönetmenler olmalıdır.

Oğuz Çağrı Kara: En fazla sinemacılara köstek olmamalarını umabilirim.

ÖNCEKİ HABER

İşçiler hem öğrenci hem öğretmen

SONRAKİ HABER

Skandalın ardında özelleştirme var!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa