05 Ekim 2014 19:18

Devlet lütufkar sultan biz de onun kulları mıyız?

SGK’nın Haziran ayı verilerine göre devletten ücretsiz sağlık hizmeti almak için yoksulluk testiyle “yoksul vesikası” alanların sayısı 12 milyon 4 bin...

Devlet lütufkar sultan biz de onun kulları mıyız?
Paylaş

Şükran DOĞAN
SGK’nın Haziran ayı verilerine göre devletten ücretsiz sağlık hizmeti almak için yoksulluk testiyle “yoksul vesikası” alanların sayısı 12 milyon 4 bin. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan ve devlete de başvurmayan kişi sayısı 1 milyon. Toplamda SGK tarafından tescillenen yoksul sayısı 13 milyon. Yoksulluk ve açlık sınırı verileri dikkate alınsa sayı daha da artacak.
TÜİK’in 19 Mart 2014 tarihli bültenine göre 65 ve daha yukarı yaştaki yaşlı nüfus oranı 2013 yılında yüzde 7,7. 2023 yılında yüzde 10,2 ye yükseleceği tahmin ediliyor. Nüfus ve Konut Araştırması sonuçlarına göre 2011 yılında, en az bir yaşlı bulunan hanelerin oranı yüzde 21,7. Yani beş hanenin birinde en az bir yaşlı bulunmakta. Yaşlıların oturdukları konutların yüzde 63,6’ü sobalı.
Türkiye Engelliler Araştırması sonuçlarına göre nüfusun yüzde 12,29'unu engelliler oluşturuyor. Bu oranın yüzde 9.7'si süreğen hastalığı olanlar, yüzde 2,58'i ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel engeli olanlar.

BÜTÜN BU İŞLERİ KİM YAPAR?
Rakamlar çok büyük. Peki bunca insanın ihtiyacı kim tarafından, nasıl karşılanır? Cevap açık: 9 milyonu aşan ve çok az bir kısmı eğitim ve iş olanağı bulabilen engellilerin evde bakımını yapanlar; kadınlar. Aynı kadınlar ki, yaşlı bakarlar, hasta bakarlar, çocuk bakarlar, evin her türlü işini yüklenirler.
AKP bu durumu, oya tahvil etmenin ve kendi muhafazakâr politikalarını uygulamanın aracı haline getirmede en usta parti oldu. AB’ye uyum politikaları gereği 2006 yılında engellilerin evde bakımına dair yasa çıkarıldı. AKP’nin yürüttüğü ekonomik politikalarla gittikçe yoksullaşan aileler için bir sosyal hizmet olarak sunumu zaten zorunlu bir görev olması gerekirken, verilen bakım paraları yine AKP’nin her seçim döneminde propaganda malzemesi haline getirildi. Bu bakım paraları da kadınlara bir lütuf gibi, bir yardım gibi sunuldu. Kadınlar bu “inayet politikası” ile hem sisteme, hem de iktidarın yerel ve merkezi aygıtlarına kul köle edilmeye çalışıldı.
Evin tüm işlerini yapan kadın, aynı zamanda 24 saat yaşlı, hasta veya engelli bakar. Bunca yükü sırtlanan kadının bırakalım iş yaşamına katılmasını, sosyal yaşamın dışına sürüldüğü açıktır. Hep aynı işi dört duvar arasında karşılık beklemeden, hiçbir güvence olmadan yapmak; kaldırmak, yedirmek, temizlemek, eğitmek, bakmak, yıkamak… Hergün.  Hergün. Hergün… Fiziksel ve psikolojik olarak tükenmek. Birine emanet edemeden kapı dışına çıkamamak…
Bugün ülkemizde milyonlarca kadın, çocuk bakımının yanı sıra engelli veya yaşlı bakımı ile yükümlü kılınarak evlerine kapatılmış durumda. Kültürümüzde yaşlısını, engellisini bakım evine veren ayıplanırken, bakımı yapan kişinin-kadının- ne yaşadığı konuşulmaz bile. Bakım yapan kadının, hayatın birçok alanından kendini çekmek zorunda olduğu görülmek istenmez. Toplumun geleneksel yapısının devamını da besleyen bu durum, kadının eğitime, istihdama ve sosyal hayata katılımının önünde önemli bir engel olarak durmaya devam eder.
 'YA VERİLENİ DE KESERLERSE' SUSKUNLUĞU
Üstüne, verilen paranın yetersizliği, aylık düzenli yatırılmaması, yapılan incelemeler gibi rahatsızlık duyulan uygulamalara karşı “ya keserlerse” kaygısı ile sessiz kalma zorunluluğu... Evde bakım için ödenen para bir sosyal hizmet değil de hükümetin lütfu gibi gösterildiğinden; oy verirken, beğenmediği bir uygulamayı eleştirmek isterken, yaşanan bir sıkıntıyı paylaşmak isterken hep “ya verileni de keserlerse” diye kaygı duyarak susmak zorunda hissetmek kendini.
Bu durum AKP hükümetinin işine gelir, hem de pek çok yönden. Kadınların önemli bir kısmı böylece eve kapatılır. Zaten sokakta gezmeleri, dondurma yemeleri, gülmeleri doğru bulunmamaktadır. İş yaşamından dışlanır kadın; ucuz işgücüne daha fazla ihtiyaç duyulduğunda yeniden çağrılmak üzere. Esnek çalışmayı hayata geçirmek için yararlanırlar kadından; eve iş verme yöntemi ile. Böylece hem ekonomik çarkları işler, hem toplumu muhafazakârlaştırma çarkları.
Yaşlılar, engelliler, yoksullar ve kadınların korunmasız olduğu bir dünyada ve ülkede yaşıyoruz.  Devlet; asli görevi olan sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, dezavantajlı grupların ihtiyaçlarının karşılanması gibi hizmetlerin pek azını yerine getirirken,  yaptıklarını da bir “hayırseverlik girişimi olarak” kendi reklamını yapmanın aracı gibi, aynı zamanda kafamıza kakarak yapıyor. Oysa, patronlara verilen teşvikler, prim afları, kutularda saklanan, sıfırlanması için uğraşılan milyon dolarlar bu halkın parasıdır. Halkın ihtiyaçları için kullanılabilir, kullanılmalıdır.
Yaşlıların, engellilerin profesyonel bakımının sağlandığı merkezlerin ulaşılabilecek yakınlıkta, ihtiyaca göre gündüzlü veya yatılı kurumlar olmaları, ücretsiz servislerle taşınmaları, istenildiği zaman ziyaret edilebilecek yakınlıkta ve denetime açık yapılar olmaları hayal değil. Yapılamaz da değil. Yeter ki aynı sorunları yaşayan aileler, kadınlar mahallede, semtte yan yana gelmeye başlasın.

BU “BÜYÜK EKONOMİ” KİMİN EKONOMİSİ?
Türkiye dünyanın 13. büyük ekonomisine sahip ülke. Resmi rakamlarına göre 13 milyon yoksulu olan, yaşlı nüfusuna insani bir bakım ve sağlık hizmeti sunamayan, engellisine yeterli eğitim, sosyal hayata katılım, istihdam ve bakım olanağı sağlamayan devletin “büyük ekonomisinin” kimin ekonomisi olduğu ortada. Bu ekonomiyi alınteriyle oluşturan, devletin sağlamakla yükümlü olduğu bu hizmetleri devlet verebilsin diye en çok vergiyi veren ama engelli çocuğuna, yaşlısına yine kendi kısıtlı imkanlarıyla hayat sunmak zorunda kalan halkın değil bu ekonomi. Bütün bu bakım işleri sırtına yüklenen, yardıma ve “iyilikseverlerin inayetine” muhtaç edilen, yine de iktidara yaranamadığı için ha bire kahkahası, sokağa çıkması, kendine bakması, bir şey talep edilmesi suç sayılan biz kadınların hiç değil! Ya da cümleyi doğru kuralım: bu “büyük ekonomi” aslında bizim, çünkü sırtımıza vurulan bu yüke katlanmaya “biat” etmesek, devletin yaptıklarının “yardım” değil “hak” olduğunda ısrar etsek, sözümüzü ve gücümüzü buradan toplasak bu büyük ekonominin yaratıcıları olarak payımıza düşeni hakkıyla alacağız.

ÖNCEKİ HABER

Kuru toprakların rengarenk çarkıfeleği: Emma Tenayuca

SONRAKİ HABER

10 yaşında başörtüsü, 13\'ünde gelin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa