Kadınlar neden örgütlenmelidir?
Bu memlekette doğup büyüyen herkesin “örgüt” kelimesi ile karşılaşmasının iki ana yolu vardır. Birincisi, hepimizin malumu, hemen her gün televizyonda ya da iktidar ve askeri yöneticilerin açıklamalarında karşılaştığımız “yasadışı örgüt”, “terör örgütü” gibi korkutucu çağrışımlar yapan söylemlerdir...
Fulya ALİKOÇ
Bu memlekette doğup büyüyen herkesin “örgüt” kelimesi ile karşılaşmasının iki ana yolu vardır. Birincisi, hepimizin malumu, hemen her gün televizyonda ya da iktidar ve askeri yöneticilerin açıklamalarında karşılaştığımız “yasadışı örgüt”, “terör örgütü” gibi korkutucu çağrışımlar yapan söylemlerdir. Özellikle 12 Eylül darbesinden bu yana, memleketi yönetenlerin ağzından “örgüt” kelimesinin kullanıldığı tek bir olumlu laf bile çıkmamıştır. Korkutuluruz; bir örgüt gelip bindiğimiz otobüsü bombalayacaktır ya da evimize saldıracaktır. Gerçek hayatta hiç karşılaşmadığımız ya da çok az karşılaştığımız bu gibi durumlar sanki etrafımızı sarıp sarmalayan, ne olduğunu tam kestiremediğimiz bir görünmez bir güç tarafından sürekli yaşatılıyormuş hissine kaptırıverirler bizi.
Bir de bazen işyerimizde bazen mahallemizde, sokağımızda “baskıya ve sömürüye karşı örgütlenelim” gibi çağrılar yapıp bildiriler dağıtan insanlar vardır. Dedikleri aklımıza yatar aslında. Mesela günde 8-10 saat çalışmamızın karşılığında aldığımız ücret hiçbir şeye yetmez. Kimseye yüz eğmeden onurlu bir insan gibi yaşayabileceğimiz bir ücret isteriz; hakkımız olan budur çünkü. Patrona gidip tek başımıza zam istemekten korkarız ama. Sonunda işten atılmak vardır, biliriz. İşyerindeki herkesle birlikte, hep beraber çıkıp istesek vermek zorunda kalır, diye düşünürüz. Etrafımıza bakarız, “kime nasıl güveneyim ki” deriz. Biri çıkar, “Arkadaşlar hepimiz birlik olmalıyız, örgütlenip hakkımızı aramalıyız” der. Zaten kimseye güvenemediğimiz bir ortamda bir de o korkutucu kelimeyle karşılaşırız. İyice kabuğumuza çekiliriz.
Ya da kocamızın, babamızın, ağabeyimizin şiddet tehdidi altında yaşıyoruzdur. Aile ve arkadaşlarımızdan yardım istemek bile utandırıcı gelir; istesek de yapabilecekleri sınırlıdır. Daha güçlü, daha güvenilir, sadece “o an”ı kurtaracak değil de sürekliliği olan bir çözüme ihtiyaç duyarız. Tanıdığımız, tanımadığımız bir kadın çıkagelir, “Ataerkine, erkek egemenliğine karşı kadın dayanışmasını örgütlemeliyiz” der. Yine aklımıza yatar ama bir çekince kaplar içimizi.
KADINLAR BAĞIMSIZ ÖRGÜTLENMELİDİR
Peki, nedir bu her yerde ucube gibi karşımıza çıkarılan kelimenin anlamı? En basitinden, insanların ortak bir amacı hayata geçirmek için birlik olması, birlikte hareket etmesidir. Böyle söyleyince kulağa o kadar da korkutucu gelmiyor, değil mi? Peki, biz kadınların örgütlenmesi ne demektir? Ortak amacımız nedir, ne olabilir? Kimimiz avukat, kimimiz işçi… Kimimiz Türk, kimimiz Kürt… Bazılarımız Sünni, bazılarımız Alevi… Bu kadar farklıyken bizi birleştiren ortak amaç ne olabilir? Bu soruya yanıt vermek için önce başka bir soru sormak gerek: Hepimizin yaşadığı ortak sorun nedir? Mesela işyerinde, evde ve sokakta gördüğümüz ayrımcılık, eşitsizlik, şiddet. Bunları yaşamanın yoksulu, zengini, orta hallisi yok; Sunnisi Alevisi yok; Türkü Kürdü yok. Bütün kadınlar buna maruz kalıyorsa; bu, kadınlar olarak bizim ortak sorunumuz.
Ve bu sorun o kadar köklü ki; kadını köle olarak alıp sattıkları zamanın da, insan yerine koymayıp eve hapsettikleri zamanın da, aynı işi yapmasına rağmen daha az ücret ödedikleri zamanın da ortak sorunu. Mesela, kürtajın yasaklanmaya çalışılması. Evet, herkesin kendi meşrebince farklı deneyimlediği ancak her kadının hayatını zorlaştıracak bir yasak. Ya da savaş, hatta ülkemizdeki savaş. 30 yıldır Türkiye coğrafyasında süren iç savaş. Kürt oldukları için anadillerini konuşmak, özgürlük ve demokrasi istedikleri için örgütlenen Kürt kadınlarının “onurlu ve eşitliğe dayanan bir barış” çağrıları yankısını bulsaydı bu kadar uzun sürmeyecek bir savaş.
Bir bütün olarak insanlığın yaşadığı tüm haksızlıkların, eşitsizliklerin, acıların ve sömürünün kadınlar tarafından iki kat daha fazla ve farklı biçimlerde yaşandığı hepimizin malumu. Biz bunu, bir silah ve savaş stratejisi olarak kullanılan toplu tecavüzlerden biliyoruz, her gün 5 kadının “sevdim, kıskandım, vurdum” bahaneleriyle öldürüldüğü ülkemizden biliyoruz, hepimizi kuluçka makinası olarak görüp “en az 3 çocuk” isteyen cumhurbaşkanından biliyoruz.
Tam da bu yüzden bütün kadınlar, sınıf, ulus, dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin, ataerkiye, erkek egemenliğine, sözde “eşitlikçi” yasalarla üstü kapatılan cinsiyet eşitsizliğine karşı omuz omuza vermek, birbirine güvenmek, dayanışmak ve bağımsız olarak örgütlenmek zorunda. Bugün elimizde henüz istenilen olgunluğa erişmemiş de olsa, “Barış İçin Kadın Girişimi”, “Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Eylem Grubu” ya da farklı illerde farklı adlarla bir araya gelmiş kadın platformları güçlendirilmek, daha fazla kadını kapsamak ve en önemlisi daha örgütlü davranmak zorunda.
EMEKÇİ KADINLAR ÖZEL ÖRGÜTLENMELİDİR
Ne var ki bu platformlar hem kapsadıkları kadınlar bakımından hem de köklü bir değişim yaratmak bakımından yetersiz. Örgütlü hareket içerisindeki kadınlar, asıl kitlesel ve dönüştürücü gücü elinde bulunduran işçi ve emekçi kadınlara ulaşma ihtiyacının farkına varıyor. Ne var ki emekçi kadınlara erişim bu platformlarda zaman zaman yer alan temsili bir sendikacı kadın katılımının ötesine geçemiyor. Kökeninde aynı derdi yaşayan akademisyen, avukat, mühendis ya da doktor kadınla ev işçisi, fabrika işçisi ya da ev eksenli çalışan işçi kadın bir araya gelemiyor, aynı dili konuşamıyor. Dünyayı bütün çirkinliklerini ortadan kaldıracak şekilde değiştirip dönüştürme iddiası olan, bunun için yoksul ve emekçiler arasında örgütlenmeye çalışan örgütler ya bu sorunu gündemlerine almıyor ya da alsa bile çok sınırlı bir şekilde, tali bir sıkıntı olarak ele alıyor.
Şüphesiz ki bu, yine bu örgütler içerisinde mücadele eden kadınların güçlenmesi ve güçlendirilmesiyle aşılacak bir sorun. Ama illa ki işçi ve emekçi kadınların bizzat her gün yaşadıkları sıkıntıları bilmeden, derinlemesine düşünmeden ve tek tek her bir yerde yaşadıkları sıkıntıların ayrıntılarına varana kadar düşünülerek planlanmış örgütlenme yolları, biçimleri olmadan olmaz.
İşyerinde yaşanan cinsel taciz ve tecavüzü gündemine almayan, özellikle kadınları gerektiğinde harcanabilir, kolayca işten çıkarılıp işe alınabilir bir ucuz emek olan gören patron tutumuna karşı kararlı bir duruş sergilemeyen, kendi sektörü dahilinde (örneğin tekstilde) parça başı ev eksenli çalışan kadınları “işçi” olarak değil, “ev hanımı” olarak gören, kısacası “işçi sınıfının bir yarısının kadın olmaktan kaynaklı özel sorunları ve talepleri olan kadın işçilerden oluştuğu” gerçeğini görmezden gelen sendikaların üyelerinin yüzde kaçının kadın olduğuna bakın. Patron yanlısı ve bürokratik sendikacılığın yıkılıp gerçekten mücadeleci bir sendikacılık anlayışının, biz kadınların, işçi kadınların katılımı ve örgütlülüğü olmadan yerleşemeyeceği açık.
Diğer yandan, emekçi kadınlar “eve katkı sunan bir hane üyesi” değil, bizzat hayatı üreten, üretirken ömrünü tüketen birer işçi olduklarının bilincine varmadan tüm bu söylenenler “beylik” laflar olarak kalır. Kuşkusuz, işçilerin örgütlenmesini en kolaylaştıran şey bir arada yaşamak, yan yana çalışmak. Ne var ki geçtiğimiz on beş yirmi yıllık dönemde işyerlerinin kayıt dışı ve esnek çalışmayı kolaylaştıran küçük parçalara ayrıldığı, hatta tek tek evlere dağıtıldığı bir süreçten geçtik, geçiyoruz. İstihdamın en güvencesiz, en hor görülen kısımlarına da biz kadınlar itiliyoruz. Uzun lafın kısası bir araya gelerek örgütlenmenin en zor olduğu yerlerde biz çalışıyoruz. Bu durum, bir yandan patron düzeninin bizi sömürmesini kolaylaştırıyor, öte yandan sendikaların bizi “gözden kaçırmasına” çanak tutuyor. Ayrıca, hala çok küçük parçalara ayrılmamış, yoğun üretim yapan ve haliyle ülke ekonomisi ve patronlar için öncelikli büyük işyerlerinde çalışan kadın işçilerin örgütlenmesini her zamankinden daha önemli bir hale getiriyor. Çünkü sendikal örgütlenme olanakları, dolayısıyla sendikaları gerçekten mücadeleci bir şekilde dönüştürme olanakları daha gelişkindir ve daha ucuza, esnek koşullarda kayıt dışı çalışan kadınların örgütlenebilmesinin yolunu da açabilme olanaklarına sahip olacaktır. Deminden beri yazdıklarımızı tek bir cümlede özetleyecek olursak: Emekçi kadınlar özel örgütlenmelidir.
KADINLAR SOSYALİZME ÖRGÜTLENMELİDİR
Yukarıda uğruna mücadele edecek bir dizi şey saymış olduk. Gerçek cinsiyet eşitliği, adalet, sömürü ve baskının ortadan kalktığı, savaşın olmadığı bir hayat. Bu biz kadınların ortak amacı değil mi? Her ne kadar bize unutturulmaya çalışılsa da bu amacın gerçekleştirildiği bir deneyimimiz var tarihte, 97 yıl önce tam da bugünlerde. İlan edildiğinin ertesi günü kadınlara koşulsuz boşanma hakkı tanıyan, şiddete karşı kağıt üzerinde değil bizzat evde ve sokakta korunma sağlayan, 10 yıl içerisinde tüm kadınları okuryazar yapan, tüm kadınlara her iş kolunda erkeklerle eşit, insanca ve onurlu bir çalışma hakkı tanıyan, her köyde ve mahallede kadın ve çocuklar için özel sağlık ve eğitim birimleri kuran, binlerce yıldır kadınların üstüne yıkılmış olan ev işi angaryasını onların sırtından alıp kadın erkek herkesin sorumluluğu haline getiren Büyük Ekim Devrimi…
Sadece son bir iki yıl içerisinde yaşadıklarımıza bakalım. Gezi direnişinde, baskıya karşı demokrasi talebiyle ayaklanan gençlerin sokaklarda takır takır nasıl tarandığını, öldürüldüğünü gördük. Yolsuzluk operasyonunda halkın ürettiği, halk için kullanılması gereken, halka ait kaynakların iktidar ve yandaşları tarafından ne kadar utanmaz arlanmaz bir şekilde ayakkabı kutularına aktarıldığına tanık olduk. Soma katliamında, ekmeğini topraktan çıkaran köylülerin tarımdan koparılıp yoksullaştırılarak adına maden denilen ölüm çukurlarına mecbur bırakılıp öldürüldüğünü gördük. Bugün, Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendirmeye çalışan büyük güçlerin planlarından pay kapmaya çalışan AKP hükümetinin palazlandırdığı IŞİD vahşetinin kadınlara reva gördüğü vahşeti, barbarlığı izliyoruz. Kısacası ülke, neresinden tutsanız dökülüyor, pislik saçıyor. Bu pislik ancak her şeyi yerinden oynatıp, doğru yerine koymakla, devrimle temizlenebilir. İşte tam da bu yüzden kadınlar sosyalizme örgütlenmelidir.
Örgütün, örgütlenmenin gerçek anlamı dayanışmadır, güvendir, birlik olmaktır. Hiçbir kadının dayak yemediği, öldürülmediği, ayrımcılığa maruz kalmadığı bir dünya için bir araya gelip mücadele etmektir, güçlenmektir.
Bu, yeri gelir mahallemizde kurulan bir dayanışma derneğinde, yeri gelir kadın hakları ve gerçek eşitlik için mücadele eden bir kadın örgütünde; yeri gelir “eşdeğer işe eşit ücret” için ya da taşeronlaştırmaya, kayıt dışılığa karşı mücadele eden bir sendikada; yeri gelir adaletsizliği ortadan kaldırmak için gerçekten samimi bir şekilde bu köhnemiş düzeni değiştirip adil, eşit bir dünya kurmak için mücadele eden bir siyasi partide yer almayı gerektirir. İçinde yaşadığımız şiddet, eşitsizlik, yoksulluk koşulları bize başka bir seçenek bırakmıyor çünkü. Ya her gün dayak yeme, işten atılma, işyerinde tacize uğrama, cinayete kurban gitme ve bir gün yoksulluk yüzünden ölüp gitme korkusuyla yaşayacağız, buna ne kadar yaşamak denirse… Ya da mahallemizdeki, işyerimizdeki, okulumuzdaki kadınlarla bu köhnemişliği ortadan kaldırmak için bir araya geleceğiz, örgütleneceğiz!