Gaziantep’te ateş nasıl büyüdü, sorumlu kim?
“Savaşta önce gerçekler ölür” diye bir söz var. Antep’te olanları açıklamak için bu sözü şöyle değiştirmek çok yerinde olacak: Önce gerçekleri öldürdüler, sonra savaş başladı…
Mehmet TÜRKMEN
Antep
“Savaşta önce gerçekler ölür” diye bir söz var. Antep’te olanları açıklamak için bu sözü şöyle değiştirmek çok yerinde olacak: Önce gerçekleri öldürdüler, sonra savaş başladı…
Dün gece Antep’te ateşli silahlar, sopalar ve satırlarla savaşanların içinde, aynı mahallelerde, yan yana yaşayan insanlar, kimisi aynı fabrikada çalışan işçiler, yan yana evi ve dükkanı olan komşular vardı. 4 kişi hayatını kaybetti, 20’den fazla yaralı var ve bazılarının durumu ciddi. Görüşleri, etnik kimlikleri farklı da olsa aynı mahallelerde yaşayan, aynı işyerlerinde yan yana çalışan insanları böylesine dehşet verici bir düşmanlıkla birbirine kırdırmak için farklı görüşlerde ve farklı kimliklerde olmaktan fazlasına ihtiyaç vardır. Birbirinin canına kastedecek kadar bir öfkeyi ve düşmanlığı besleyecek büyük yalanlara ve kışkırtmalara…
Antep’te dün olan, bugün devam eden ve asıl sorumlular görevini yapmadıkça muhtemelen yarın da devam edecek olanların en büyük sorumlusu işte bu yalanlar ve kışkırtmalardır. Bugün öğle saatlerinde Gaziantep Valisi Erdal Ata, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ve Gaziantep Milletvekilleriyle birlikte bir açıklama yaptı. 4 insanın öldüğü, onlarca kişinin yaralandığı ve daha vahim sonuçlara yol açabilecek bir gerginliğin yaşandığı ve devam ettiği koşullarda insan ister istemez en fazla sorumluluğa sahip olan bu yetkililerden daha objektif ve olanlardan ders çıkarmış bir açıklama bekliyor. Ama nafile. “Barış ve huzur kenti olan şehrimizi karıştırmak isteyenler…”, “Terör örgütü mensupları…”, “Güvenlik güçlerimiz büyük bir hassasiyetle olaylara müdahale etmiştir”… Gerçekte olup bitenlerle hiçbir ilgisi olmayan, aynı bilindik teraneler.
Bir kere artık gelinen aşamada “Gaziantep barış ve huzur kenti” değilse, bunun en büyük sorumluları bu sözü en çok ağzına sakız eden bu kentin yöneticileri ve güvenlik yetkilileridir. İki ay önce Suriyelilere yönelik ırkçı saldırılar ve linç girişimleri yaşandığında da aynı sözlerle açıklama yapan yetkililer ve güvenlik güçleri, bu saldırıları yapan gruplara gayet hoşgörülü davranmış ve sonrasında bu saldırılardan sorumlu olanları açığa çıkarmak yerine Suriyelileri şehirden sürmüşlerdi.
Sokağa çıkan bir kesime, çoğunlukla da barışçı ve demokratik eylemler yaparken bile her türlü şiddeti kullanarak gaz bombaları ve TOMA’larla müdahale edip, ırkçı ve faşist hezeyanlar ve kışkırtmalar sonucu sokağa dökülen saldırgan gruplara ise hoşgörü göstererek barışı ve huzuru sağlayamazsınız. Öncelikle bunun bilinmesi lazım, çünkü dünden beri olanların bu noktaya gelmesinde emniyet güçlerinin bu tutumun büyük bir payı olduğunu kimse inkar edemez.
Gelelim Antep’te gerçekte ne olduğuna ve nasıl olduğuna. Katliamcı IŞİD güçlerinin günlerdir kuşatma altında tuttuğu Suruç sınırındaki, Kürtlerin yaşadığı Kobanê’ye girmesi ile birlikte, ülkenin bir çok yerinde olduğu gibi Antep’te kimi mahallelerde eylemler başladı. Sokağa çıkarak yürüyüş yapan, kimi zaman yolları trafiğe kapatan kitleye polisin müdahalesi sonrası eylemler sokak aralarına yayılan çatışmalara dönüşüyordu. AKP’nin IŞİD’e desteği ve Kobanê’de yaşanan IŞİD saldırılarında AKP’nin herkesçe bilinen sorumluluğunun Kürtlerde yarattığı tepki, Kobanê’nin düşme noktasına gelmesiyle birlikte sokaklara taşan bir öfkeye dönüştü. Bu eylemlerde yer yer kitle içindeki kimi grupların şiddete başvurması bu demokratik ve son derece haklı eylemlere zarar verdiğini kabul etmek gerekse de, olayların bu noktaya gelmesini bununla açıklamak kesinlikle doğru değil.
En fazla yol kapatma ve müdahalede bulunan polisle çatışma şeklinde olan eylemlerde, gerek sert müdahalelerle, gerekse de Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın Antep’te yaptığı “Kobanê düştü, düşecek” gibi açıklamalarla tansiyonun daha da yükseldiğini görmek gerekiyor.
Antep’te aylardır IŞİD ve IŞİD bağlantılı grupların örgütlendiği, kimi mahallelerde faaliyet yürüttüğü, buradan militan devşirdiği ve yetkililerin şikayet ve ihbarlara rağmen buna göz yumduğu ise herkesçe bilinen bir durum. Kobanê için yapılan eylemlerde ortaya çıkan öfkenin bir sebebinin de bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Buraya kadar, yani dün akşam 4 kişinin ölümüne neden olan tehlikeli gerginliğe kadar olup bitenler herkesin malumu. Ancak dün akşam olanlar sadece bu gelişmeler sonucu kendiliğinden gelişen olaylar olarak açıklanamaz. Dün olanlar bir gün öncesinden adım adım, göz göre göre kışkırtıldı ve örgütlendi. Nasıl mı? İşte dünden beri yaşananların nasıl kışkırtıldığını, nasıl ve kimler tarafından göz yumulduğunu gösteren gerçekler:
‘OKULLAR BOMBALANACAK, MARKETLER YAĞMALANACAK’ KIŞKIRTMASI
Dün sabahtan itibaren pek çok mahalleden ve okullardaki eğitimcilerden, ailelerin okullara gelerek çocuklarını okuldan aldıkları haberleri gelmeye başladı. Olayların yaşandığı mahalleler başta olmak üzere pek çok mahallede “Göstericiler okulları bombalayacak, ateşe verecek” söylentileri dilden dile dolaşmaya başladı. Aynı şekilde kimi market sahipleri polisin kendilerini, akşam saat 6’dan sonra işyerlerini kapatmaları, grupların bu işyerlerini yakıp yağmalayacakları yönünde uyarıda bulunduklarını bize bizzat söylediler.
Bütün bu söylentilerin, bu eylemlere katılmayan ve ne olup bittiğinden habersiz olan halk kesimleri ve milliyetçi-İslamcı gruplar içinde Kobanê için eylem yapanlara karşı bir tepkiyi örgütleme ve saldırıları kışkırtmaya yönelik olduğu gayet açık.
Bu tespit bazı kesimlere fazla komplovari ve abartılı gelebilir. Ancak, dün gece yaşananlar sırasında gözlerimizle tanık olduğumuz, pek çok görüntü ve fotoğrafla sabit olan polisin tutumuna bakınca bu tespitin, en azından kimi yetkililerin ve Şamil Tayyar gibi isimlerin “Küresel tezgah”, “kenti karıştırmak isteyen güçler” gibi klişe yorumlarından çok daha gerçekçi olduğunu söyleyelim.
Birkaç örnek: Olaylar başlamadan saatler önce yayılan bu provokatif söylentiler üzerine Barak, Ocaklar ve Perilikaya gibi mahallelerde ülkücü ve dinci grupların halktan insanları da galeyana getirerek kimi kahvehanelerde toplandığı ve silahlanmaya başladığı haberleri gelmeye başladı. Hadi Valinin dediği gibi polisin bunları bilmesi mümkün değildi diyelim.
Akşama saatlerinde ellerinde tabanca ve tüfeklerle, sopalar, satırlar ve kılıçlarla toplanan, PKK aleyhine sloganlar atarak, ırkçı söylemler ve tekbirler eşliğinde bizzat bu bölgede bulunan 25 Aralık polis merkezi önünde toplanan gruba neden hiçbir şekilde müdahale edilmedi?
200 metre kadar yukarıda Kobanê için eylem yapmakta olan grubun olduğu yere yönelen bu silahlı ve satırlı grup polisin önünden geçerek gitmesine rağmen, buna izin veren adeta önünü açan polisin olabilecekleri öngörmemiş olması mümkün mü?
Sonrasında karşı karşıya gelen iki grubun çatışması sonucu 4 kişinin ölmüş olmasında en büyük sorumluluk kimin? Karakol önünde ve polisin gözü önünde toplanan gruba polis, neden, çoğunlukla Kürtlerin oluşturduğu Kobanê için eylem yapanlara müdahale ettiği gibi bir müdahalede bulunmamıştır?
Bir süre sonra DBP Şahinbey ilçe binasını ateşe veren bu grupların hemen polisin yanı başında son derece rahat oldukları, ellerindeki silahlar ve Türk bayraklarıyla polis araçlarının üzerine çıkarak meydan okuduklarını herkes gördü.
Yine ilerleyen saatlerde Şehitkamil’de Karşıyaka bölgesinde toplanan ülkücü grupların burada da DBP ilçe binasına polislerin gözü önünde saldırarak hiçbir müdahaleye uğramadıkları yüzlerce kişinin tanık olduğu bir gerçek.
PSİKOLOJİK HARP DİLİ
Başta Doğan Haber Ajansı olmak üzere bu söylediklerimizi doğrulayan çok sayıda görüntü ve fotoğraf ajanslara ve haber sitelerine düşmüş durumda. Ancak basına yansıyan bütün görüntü ve fotoğrafların tamamında eli silahlı, satırlı saldırganların ülkücü, IŞİD yanlısı faşist gruplar olmasına karşın, DHA’da dahil olmak üzere pek çok ulusal ve yerel basın organında bu gruplardan vatandaş diye söz edilmesi, Kobanê için eylem yapanların ise olayların tek sorumlusu olan PKK yandaşları diye ifade edilmesi psikolojik harp yöntemi işlevi görüyor.
Evet, gelinen noktada bütün tarafların, siyasi parti ve kitle örgütlerinin sorumluluğu güçlü bir sağduyu çağrısı yapmaktır. Bu tehlikeli gerginliğin son bulması için kitlelerin sokaktan çekilmesi ve tüm sorumlu kesimlerin, yalan söylemeden, bir tarafı hedef göstermeden samimi bir şekilde sağduyu çağrısı yapması gerekmektedir.
YALANLAR ADAM ÖLDÜRMESİN
Başta dediğimiz gibi, önce gerçekleri öldürdüler, sonra savaş başladı. Şu ana kadar 4 insan öldü, onlarca kişi yaralı ve olaylar bugün de kimi noktalarda devam ediyor. O yüzden bütün bu gerçekleri, olayların bu noktaya gelmesinde payı olan, en hafif tabirle göz yuman yetkililerin ve emniyet mensuplarının sorumluluğunun görülmesi gerekiyor. Bu ateş herkesi yakar. Bu düşmanlığın ve gerginliğin kazananı olmaz. Bu ölümlere ve olanlara gerçekten üzülen, bu kent ve kentte yaşayanlar adına kaygı duyan, sorumluluk duyan herkesin gerçekleri görmesi ve Kobanê için eylem yapan binlerce Antepli yurttaşı hedef gösteren taraflı açıklamalardan vazgeçmesi gerekiyor. Aksi taktirde bu yalanlar insan öldürmeye devam edecek.