12 Ekim 2014 10:41

Kamu ve mal

Özge KURU

Bugünlerde hep beraber fazla kavrulmuş kahve tadında bir şarkıyı çalıp çalıp dinletiyorlar bize: “Kamu da benim, mal da benim, söylerim de söylerim…” Kamu ve mal kelimelerinin yan yana gelişinin sıralaması tarafları belirliyor, sokağın kafamıza yansıdığı noktada: Kamuya mal muamelesi yapanlar ve mala kamu muamelesi yapanlar. Hayır, bunlar ayrı iki taraf değil. Bu ikisinden ilki, diğerine kendi değirmenine su taşıtırken, diğer tarafta “peki insan” diye soranlar var. Malcı kamu-1, insancı kamu-0 skoru başka bir rakamı günden güne katlayarak artırıyor. Kağıda, mürekkebe mahkum haberciliğin pek meşhur diliyle söylersek, biz bu yazıyı hazırlarken 35’e yükselen ölüm sayısını.

OTOBÜS

Şehir orta yaşlı güzel bir kadınmış da cilvelenince sıkıştırıyormuş trafiği diye anlatılan masallarda otobüse binince biz gökten elma düşmesini filan değil boş bir koltuk bekleriz bahtımıza. Anamızın hıçkıra hıçkıra ağladığı işten eve dönerken, dizlerimizi teselli edeceğimiz döşemesi yırtık, süngeri pörtlemiş tek bir koltuk. Hele metrobüse bindiğimiz, o itiş kakışın ardından oturduğumuz koltuk değil Game of Thrones’daki mevzu bahis kral tahtıdır. Evimizin yakınlarındaki durağa kadar bizimdir. Ama çoğu zaman onu bile bulamayız. Kamuyuzdur ama bir koltuğumuz bile yoktur. ‘Botobüs’ün üstünde dikili ağacımız olmasa da çimenliğimiz vardır. Mangal yapıp top koşturmaya yaramaz ama bizimdir işte. Kamunun. Otobüsler bizimdir de niyeyse bilet fiyatlarını artırırken bize hiç sormazlar. 5 kişilik bir ailenin 2 vesaitli akraba ziyaretinden korkacağı kadar yükselir de “Hop birader, ben kamuyum, o otobüs de benim kimi malının fiyatını artıyorsun sen?​” dedirtmezler. Üstüne üstlük satarlar mesela kamu otobüslerini, vapurlarını… O zaman da sormazlar. Sanki kamunun değil devletin kendi malıymış da istediğine oynasın diye vereceği oyuncağıymış gibi, hiç sormadan satarlar. Saçını başını yolan küçük bir çizgi roman kahramanı gibi kalıveririz: Kamuyum ben ya! O da benim malım!

BANKAMATİK

Otobüsleri anlarım biraz da bankamatikler kamu malı nasıl oldu onu çözemedim. Bir kere elinizde yeşilinden turuncusunda ya da mavisinden afili bir kart, o bankada da hesabınız yoksa sokağın en gereksiz varlığıdır bankamatikler. Ödeyemediğiniz kredi kartları sizindir, kesintilerle elinize geçer geçmez buharlaşan ama fiziğe aykırı bir mantıkla sırtınıza bir o kadar yük olan kredilerin vebali sizindir. Bankamatikler bizimse niye hep borç öderiz oralardan, niye günlerce çalıştığımızın karşılığından bile bankanın sahipleri keyif sürerken kamu korka korka girer kapısından, para yatırırken elimizi bile kapacakmış hissi verir. Niye bize hep negatiftir, “eksi hesapları” gösterir. Kamuyum ben ama ya! O da benim malım!

BÜST

Kamunun “malım da malım” diye veryansın ettiklerinin arasında en duygusalı büst herhalde. Yoksa atsan atılmaz satsan satılmaz. Tedavi olamadığımız hastanelerin, eğitim alamadığımız okulların, adalet bulamadığımız adliye saraylarının,  vatandaş değeri göremediğimiz resmiyet soğuğundaki binaların bahçesinde önünden geçeriz. Önünde nöbet tutturdukları binalarda “Suriye’ye 4 adam gönderirim, 8 füze attırırım” der kamuyu malı olarak görenler. 4 adamla 8 füzeyi kamu malında eşitleyenler… Dilimizi yuttuğumuz, sözümüzü sustuğumuz, özgürlüğümüzü unuttuğumuz her yerde büst çıkarırlarken karşımıza diyebilirimiz: Kamuyum ben ya! O da benim malım!

SOKAK?

Malcı kamucular bir şeyin üzerinden fena halde atlıyorlar. Ortak kullanıma en açık yerin: Sokakların. Akbilimi, kent kartımı göstermeden giremediğim yabancı bir ülke gibi yasak olan otobüslerin, bayram tebriğiyle haciz kağıdını aynı samimiyetle gönderen bankaların ya da ileri demokrasinin korkuluğu büstlerin dünyasında asıl sokaktır kamu malı. En helalinden. Ama işte kamu anasının babasının malı gibi kullanmaya kalktığında sokakları, sesi duyulmayınca haksızlığa ve ihanete uğradığı için kendi heykellerini kendi elleriyle kıran Camille Claudel’a dönüşüverir.  Kamuyu mal görenlerin kronik-sinsi şiddetini böyle görünür kılabileceklerini düşünürler. Ya da düşünmeden kılmaya çabalarlar.

İNSAN?

İşte sevgili okur, vergilerimizle tıkır tıkır parası sayıp alınan ama üzerinde hiçbir hakkımız hukukumuz olmayan bu mallar mevzu bahis, insan hayatının önünde. Ama aşık ne demiş “Ben mala mal demem, mal kamunun olmayınca.” Malı geçtim, kelle pahasına hürriyet de değil tek mesele. Mesele kamu olabilmekte, en iktidarlısından. Otobüsün tekerleğini koruduğun kadar ulaşım hakkını da koruyabilmekte. Altından kalkmaya çalıştığında kırdığı o büstün altında ezilen insanı görebilmekte. Çok mu bilmiş bilmiş konuştum sayın okur? Eleştirebilirsin bak, istediğin gibi. Ben de hunim de kamuya mal olduk sonuçta.  
 


 

Evrensel'i Takip Et