Promethe'lerin safında olmak
Bu “öfkeli kalabalığın” taleplerinden en ufak şekilde söz edilmiyor, işin sadece reyting getirecek boyutu ele alınıyordu. E, ne de olsa bu haber kanalları safını çoktan belirlemişti
Deniz ORTAKÇI
ODTÜ
Yürüyorlardı, kendi gelecekleri için. Vermişlerdi omuz omuza, yürekleri mücadeleyle doluydu. Kararlıydılar, hiçbir zaman pes etmek gibi bir niyetleri yoktu. Karaydı gözleri, bakışları sertti ama bir o kadar da aydınlatıyordu ulaştığı her yeri. Sanki ülkenin doğusundan batısına uzanan ve geçtiği her yeri aydınlatan bir işaret fişeği gibiydiler. Promethe gibilerdi.
O, tanrılar dağında saklanan ateşi insanlık için çalmıştı ve yaktığı ateş hiç sönmemişti. Marx’ın deyimiyle “İsyancıların atasıdır Promethe.” İşte onun yaktığı ateş bugüne kadar onun gibilerinin elinde var olmuştu. Bu ateşi Van’da yakanlar, bu kez işten atılan İŞKUR işçileriydi. Ulaştıkları her yere umut götürdüler. Yara yara ilerlediler barikatları, dağlardan, tepelerden dolaştılar. Kararlılıkları, cesaretleri Zonguldaklı sınıf kardeşlerini andırıyordu. Tekel’deki yoldaşlarının açtığı yola benziyorlardı yürüdükleri. Kendi ürettikleri sloganlarından da belliydi ne istedikleri: “İş, aş, barış”
DİRENENLER, MEDYA VE DEVLET
Onlarla yüz yüze tanışıklığımız 15 Eylül’de Ankara’ya geldikleri zaman oldu. İşten atılan Vanlı depremzede İŞKUR işçileri Ankara’ya gelmeden önce uzun bir direniş sergilemişlerdi. Sonrasında onları işinden eden devletin kalbine yürümeye koyuldular. Televizyonlardan izlemiştim, büyük medya kuruluşlarından birinde. Haberlerde öyle gösteriyordu ki yaşananları, insan sanki bir magazin programı izliyor gibiydi. “Çılgına dönen işçiler, kendini Van Gölü’ne atmaya çalıştı!”, “Polisin sert müdahalesi sonucunda işçiler cinnet geçirdi”, “Öfkeli kalabalık, polise ve hükümet yetkililerine ellerindeki ekmeklerle yanıt verdi…” gibi söylemler geçiyordu haberde.
Bu “öfkeli kalabalığın” taleplerinden en ufak şekilde söz edilmiyor, işin sadece reyting getirecek boyutu ele alınıyordu. E, ne de olsa bu haber kanalları safını çoktan belirlemişti. Peki beri cephede saf tutan basın yok muydu? Elbette vardı, Evrensel Gazetesi ve Hayat TV sayesinde İŞKUR işçilerinin direnişinin ilk gününden itibaren ne olup bittiğini öğrenebiliyorduk. Neyse ki onlar vardı da, direnişçi işçiler Ankara’ya geldiklerinde hazırlıksız yakalanmadık.
İSTİLACI DEVLET
Ankara’ya gelmek üzere oldukları Ankara’ya gelmek üzere oldukları haberini alır almaz, Emek Partisi ve Emek Gençliği üyeleri olarak onları karşılamaya gittik. Geldiklerinde, onca yola ve yorgunluğa rağmen bizleri mücadelelerine olan inançla kucaklamaları, hep içlerinde olan birileriymişiz gibi davranmaları gerçekten çok etkilemişti hepimizi. Şimdi bakıyorum, yaklaşık bir aydır Ankara’da direniyor işçiler. Öncesinde zaten aylarca direnmişlerdi memleketlerinde. Bu direnişin hep içinde olmaya çalıştık, onlarla beraber uyuduk kimi zaman, bizi bir dost, kardeş gibi hep bağırlarına bastılar. Hep paylaştılar, hep kararlı durdular. Polis çadır kurmalarına izin vermedi, Ankara’nın ayazında, yağmurunda üstlerini çıkarıp direndiler.
Hükümetin oyalamalarına rağmen direnişlerinden vazgeçmiş değiller. Geçenlerde Kobane’ye destek eylemlerini sert müdahalesiyle dağıtan polis, fırsattan istifade edip İŞKUR işçilerinin direniş alanını da yıkmak istedi. Biz de onlarla birlikte direnirken, polis tarafından darp edilerek gözaltına alındık. Polis direniş alanında bulunan ne varsa el koymuş, oradaki her şeyi “istilacı bir edayla” tarumar edip kamyonlara yüklemişti. Ancak ertesi gününden itibaren işçiler Abdi İpekçi Parkı’nda tekrar direniş alanını kurdular.
DİRENİŞE DEVAM, KOBANE’YE SELAM
Onlar hep söylüyor, dostumuzu düşmanımızı direnişte tanıdık, nasıl mücadele etmemiz gerektiğini direnişte öğrendik diye. İşçi sınıfı için böyle direnişler, grevler hep bir okul olmuştur. Bizim de onlardan öğrendiğimiz çok şey var. Bize tıpkı Kobane halkının yaşattığı umudu yaşattılar. İşçi sınıfının bizim belki gündelik hayatta çözmekte oldukça zorlanacağımız sorunların üstesinden bir çırpıda gelebildiğini gösterdiler. Birlik ve dayanışma duygularının ne kadar önemli olduğunu ispatladılar. Bugün direniş otuzlu günlerinde, işçiler bütün baskılara rağmen kararlıca direniyorlar. Yürekleri bir yandan da Kobane için çarpan, bugün işçi sınıfının mücadele bayrağını en ileriden göğüsleyenlerin tarihine bir çentik daha atan İŞKUR işçileri mutlaka kazanacak. Örgütlendirilmiş katliamcı barbarlık, baskıcı hükümetler yok olacak; kazanan, halkların geleceğini kendi geleceğiyle birleştirenler olacak. Kazanan; savaşsız, sömürüsüz, insanca bir yaşam için mücadele edenler olacak. Tarih bu sefer de günümüzün Promethe’lerini, Spartaküs’lerini, direnenlerini yazacak.
KOBANE’NİN IŞIĞI, İŞÇİLERİN UMUDU
İŞKUR işçileri, doğup büyüdüğü topraklarda hep savaşlar, katliamlar yaşamış, dillerinin, kültürlerinin yaşanmasına hiçbir zaman izin verilmemiş bir halkın evlatları. Akıllarının bir ucunda yer etmenin ötesinde, yüreklerinin tamamı bir yandan da Kobane için çarpıyor. Yanlarına oturup biraz sohbeti koyulaştırdığınızda, Kobane’nin geleceğini tartışırken buluyorsunuz kendinizi. Kobane’nin geleceğinin, buradaki halkların, işçi ve emekçilerin geleceğiyle doğrudan doğruya bağlantılı olduğunu söylüyor pek çoğu. Oradaki direniş ateşi, işçilerin buradaki direnişini de gittikçe soğuyan hava ve zorlaşan şartlarda güçlendiriyor. Sınıf mücadelesiyle, halkların demokrasi ve kimlik mücadelesinin kopmaz bağlarla birbirine bağlı olduklarını direniş günlerinde öğrenmişler.