Bayrakları bayrak yapan
Geri olan şey bayrağın fetişleştirilip, arka planının okutulmayacak duruma getirilmesidir. Zulümlerin unutulmasıdır. Nasıl ki ulus devletler kendilerini unutmak üzere inşa edilen bir yıkım üzerine kuruyorlar, sembolleri de buna paralel olarak bu yıkımı gölgelemeye hizmet ediyor
Ekinsu Devrim DANIŞ
Bahadır BEYAZIT
Ankara
Burjuva ideologları diyorlardı ki: “Bir zamanlar serseriler vardı. Bu serseriler çalışmayı sevmez, tembel, sürekli yiyen içen aylaklardı. Bir tarafta ise çalışkan, tutumlu, birikim sahibi bir kesim vardı.” İşte bu anlatıladurulan masal aslında küçük üreticilerin elinden zor ile üretim araçlarının alınması hikayesidir. Köylülerin serfliğe karşı mücadelesi elbette burjuvazinin de iktidarı ele geçirmesi için bir fırsat oldu ve ilkel kapitalizmin, manifaktür üretimin de gelişmesiyle 17. ve 18. yüzyıl burjuva devrimleri gerçekleşti. Sermaye egemenliğinin bir biçimi olarak ulus-devletlerin kuruluşu ve feodalizmin çöküşünün kısa hikayesi budur. Ve burjuvazi kendi toplumsal ilişkilerini, kültürünü, ve ideolojisini bu noktadan itibaren şekillendirmeye başlamıştır.
BURJUVA İDEOLOJİNİN ZIRHI: POZİTİVİZM
Batıda burjuva toplumunun ve iktidarının korunması için bir olanak olarak ortaya çıkan pozitivizm, Osmanlı içindeki muhalefet entelektüellerininde gözdesi olmaya başlamıştı. Din karşısında güçlü bir alternatif olarak çıkan pozitivist bilim, toplumun yeniden inşası ve sürekli ilerleme gibi yasalarıyla kısa sürede Marksizm sempatizanları arasında dahi taraftar buldu.
İttihat ve Terakki Fırkası içerisindeki aydınların çoğu pozitivizmden ciddi biçimde etkilenmiştir. Türkçülük kavramının yaratıcısı ve örgütleyicisinin de bu fırka olması tesadüf değildir. Günümüzde sıkça tartışılan ‘laisizm’ yahut ‘aydınlanma’ kavramlarının anlaşılabilmesi için bu fikirlerin yaygınlaştığı geç Osmanlı dönemine bakabilmek bu noktada önemlidir. Ulusçuluk ilkesi de yine buna paralel olarak Kemalist ideolojiyle vücut bulmuş ve cumhuriyetçilik ilkesinin uygulanması için olmazsa olmaz bir kavram haline gelmiştir.
Bütün bu tarihsel süreç içerisinde yaygınlaşan fikir akımlarına paralel olarak, uluslaşma sürecinde geç kalan ya da uluslaşma süreci içindeyken bir başka ulus tarafından ezilen uluslar üzerinden kurulan ulus devletlerin ise orijini elbette Kemalist ideolojiden bağımsız değildir. Tek millet, tek dil, tek bayrak söylemleri altında halkların baskı altına alınması, asimile edilme çabaları ve katliamlar gerçekleşti. Ve belki de en kutsal sembol olarak benimsenen bayrak, bu hegemonyanın da sembolü oldu. Eğer dersek ki; “Bir ulusu ulus yapan en önemli sembollerinden biri bayraklardır.” Peki ya bayrağı bayrak yapan?
BİR FETİŞ OLARAK BAYRAK
Sermayenin başından ayağına kadar, her gözeneğiyle, kan ve pisliğe batmış olarak dünyaya geldiğini yazar Marx. Ulus devletler için de aynısını söylemek mümkündür. Katliam, baskı, zulüm ve zafer. Ezen bir ulusun bayrağı ezilen uluslar için elbette ki bunları ifade eder. Fakat bu demek değildir ki ezen ulusun kültürel ve kendine özgü sembolleri gericidir. Geri olan şey bayrağın fetişleştirilip, arka planının okutulmayacak duruma getirilmesidir. Zulümlerin unutulmasıdır. Nasıl ki ulus devletler kendilerini unutmak üzere inşa edilen bir yıkım üzerine kuruyorlar, sembolleri de buna paralel olarak bu yıkımı gölgelemeye hizmet ediyor. Bununla beraber Yılmaz Odabaşı’nın o meşhur şiirinde bahsettiği gibi; “Bayrağı bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır” sözü de bir o kadar tarihsellikten uzaktır. Bayrağın salt bir meta özelliği barındırmadığı da açıktır.
Peki bu çerçeve içerisinde bayrağa ilerici, kapsayıcı ve farklıkları birleştirici bir özellik atfetmek ne kadar doğrudur? Bugün geldiği nokta itibariyle tamamen egemenlerin gerici amaçları için kullanılan bir araca, ilericilik adına sarılmak tam da egemenlerin ekmeğine yağ sürmektir. Bu durum halkın ileri unsurlarını bir kandırmacayla egemenlerin şovenist politikalarına yedeklemekten ileriye gidemez. Öyle ki muhalif yapıda olduğunu iddia eden yapılar bu tutumlarıyla hükümetin bugün için istediği şovenist ortama katkı sağlamaktadırlar.
Ayrıca, bir siyasi hareketin bugünün siyasi iktidarı olan AKP’nin muhalifi olması, bu burjuva sistemin kökten muhalifi olması anlamı taşımaz.
CUMHURİYET VE EZEN EZİLEN İLİŞKİSİ
Şimdi bu ‘Cumhuriyetin’ temellendiği felsefeye ve de günümüzdeki konumlanışına bakalım. Biraz inkılap tarihini andırabilecek cümlelerle başlayacağım: Burada bahsini ettiğimiz Cumhuriyet ulus devlet temelinden ve ona hizmet edecek biçimde doğal olarak da Bonapartist bir vaziyette halkın tepesinden indirilen bir olgu olarak ortaya koyuldu. Tarihi olayların ilericiliğini ve gericiliğini dönemlere bağlı olarak değerlendirebiliriz. Ama şurası açıkça ortada ki, halk inisiyatifi baz alınmadan yapılan her uygulama tarih sayfasında mahkum edilir. İkincisi ise bu ilan her ne kadar bir yanıyla feodal dönem kalıntısı ilkel bir rejime son vermiş olsa da, bunu yaparken hiç ezen ezilen bağlamından yola çıkmamıştır ve dahası yeni düzen ‘çağdaş’ sömürü biçimine ülkeyi entegre edebilmek için dizayn edilmiştir. Üstelik yanı başında bir işçi sınıfı iktidarı kurulmuşken (ki ulusal savaşta en fazla yardım alınan devlet devrimini henüz yapmış olan Sovyetler Birliği’dir) yani gözlerin önünde alternatifler boy gösteriyorken İzmir İktisat Kongresi’nde uluslararası sermayeye, beraberinde sömürüye sınırlar açılmıştır.
HEPTEN Mİ HAYIRSIZ!
Bu özetin ardından biraz tarihsel diyalektiği göz önünde bulundurarak ilerleyelim. Yukarıda nihayetinde gericiliğe seve seve teslim bayrağı çekmiş bir cumhuriyetin az da olsa tarifini yapmaya çalıştım. Ama bir noktayı da atlamayalım. Bu ilerleyişi kendi döneminde ele aldığımızda hiç mi hayırla anılacak bir taraf yoktur? Burjuvazi açısından bakıldığında tabii ki vardır. Bununla birlikte yeni zümre aydın tabaka oluşturması, beraberinde aydınlanma dönemi ve halkçı aydınların yetişip mücadelenin temellerini atması da işin bizi yani halkı ve işçi sınıfını ilgilendiren kısmıdır. Yani doğrudan veya dolaylı bir etkileşimle halklar yararına bu vb. atılımlar gerçekleşmiştir fakat bu taşınılan amaç olmamıştır. Tersinden ele alacak olursak; devlet burjuvazinin bekasını korumak adına bu aydınlanmacılığı kendi çıkarına işletmeyi ihmal etmemiştir. İşte 29 Ekim tam da bu çelişkinin egemenlerin lehine planlandığı bir kurgu olarak karşımıza çıkıyor. Halkın aydınlanma çizgisine yakın unsurlarını kendisine yedekleme planı 29 Ekim vb. günleri önümüze koymuştur.
İLERİ Mİ GERİ Mİ?
Bugünki koşullarda ise 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı Türkiye halkının önüne ilerici bir olgu olarak koyanlar, Suriye’deki IŞİD zulmünün ve emperyalist güçlerin Ortadoğu halkları üzerindeki emellerine bir alternatif olarak Esad’ı ileri bir unsur olarak ortaya koyuyorlar. Fakat en geniş kesimleri hem anti-emperyalist bayrak altında toplamak hem de aydınlanmacı anlayışın bugünkü bir nevi uzantısı olan ve burjuvaziye yedeklenen şovenist akımlarla mücadele etmek bugün geri bir unsur olan Türk bayrağı altında toplanarak olmayacaktır. Tersine emek ve demokrasi güçleri, ileri unsurlar için Ortadoğu halklarının özgürlüğü ve burjuvazinin çıkarını en terörize biçimde savunan faşizme karşı örülen mücadele hattının başarısı ancak ve ancak direnen halkların mücadelesiyle gelecektir.